Miladi takvime göre 19 Temmuz yıl dönümü olan Endülüs‘ün -yani bugünkü İber Yarımadasının bir bölümünün- fethi, şüphesiz Müslümanların tarihindeki en önemli fetihlerden biridir. Emevî komutanlarından Tarık b. Ziyâd’ın (v. H.102) tarihi verilere göre Berberî olduğu, İslâm Ordularının Kuzey Irak’ı fethi esnasında esir alınmış ve serbest bırakıldıktan sonra Kuzey Afrika’ya (o zamanki adı İfrikiyye) giderek vali Mûsa b. Nusayr’in (v. H.97-98) komutasında hizmete girdiği belirtilmektedir.
Musa b. Nusayr’in komutasında bilhassa bugün Cebel-i Tarık’ın Kuzey Afrika kıyısı olup günümüzde Fas’ın sınırları içerisinde bulunan Tanca’nın ve Ceuta’nın fethinde göstermiş olduğu başarılar vesilesiyle Tanca valiliği görevine getirilmiştir.
İspanya’da çıkan karışıklıklardan yararlanma gayesiyle Musa b. Nusayr, Tarık b. Ziyâd’ı İspanya’ya hareket etmesi için vazifelendirir. Komutan, ticaret gemileriyle karşı kıyıya geçtikten sonra kendilerini kıyıya ulaştıran gemilerin yakılmasını emrederek askerin geri dönüş ümitlerini tamamen kırmayı ve onları fethe motive etmeyi amaçlar. Karşı kıtaya geçiş, bölgedeki boğazın ‘’Cebel-i Tarık’’ olarak anılmasıyla ölümsüzleşir. Askere hitaben söylemiş olduğu şu sözler, kararlılığının izharı açısından mühimdir: “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak da düşmanın elinden sahip olabileceğiniz vardır.”
Güçlü bir devlete karşı ellerinde yalnızca kılıç bulunan orduyla gerçekleştirilen Endülüs çıkarması, sonradan Musa b. Nusayr’in desteklediği ordularla birlikte iki yıl gibi kısa bir sürede İspanya’nın tamamının fethine zemin hazırlayan önemli bir gelişme olmuştur. Endülüs’ün Fethi, İslâm Medeniyetinin, mimariden kültüre varan her alanda olduğu gibi, ilmî ve fikrî açıdan da mührünü, Avrupa’ya vurduğu önemli bir gelişmedir.
Fetih Demek İşgal Demek Değildir
Müslümanlar, kapılarını İslâm’a açmış oldukları bölgelerin dokusunu genellikle korumuş, tahrip etmekten kaçınmışlardır. İnanç; tevhidi hâkim kılmak başka şey, mimari ve kent dokusunu muhafaza etmek başka bir şeydir. İslâm dışı toplumlarsa işgal ettikleri bölgelerin dokusunu genellikle tahrip etmişlerdir. Endülüs de İslâm’ın o bölgedeki hâkimiyetinin kaybedilmesiyle birlikte işgalcilerin elinde aynı akıbete uğramış, 780 senelik hâkimiyetin sonunda, mimari eserlerden ancak bazıları günümüze ulaşabilmiştir. Endülüs; Kurtuba Ulu Camii, Babu Merdum Camii, Zehra Sarayı, Rusafe Sarayı, Ca’feriyye Sarayı, İşbiliyye Ulu Camii ve en önemlisi de el-Hamra Sarayı gibi yapıları sinesinde barındırmasıyla Batı’ya pek çok şey katmış olmakla birlikte, en çok düşünce ve fikir alanında katkı sağlamıştır. Hatta Endülüs öncesi karanlıklar içerisindeki Batı’nın, Endülüs’ün fethinden sonraki gelişmeler sayesinde düşünce ve fikir yönünden büyük bir aydınlanmaya eriştiği rahatlıkla söylenebilir.
Müslümanların Endülüs’ü fethinden evvel Avrupa, bugün kendilerinin Ortaçağ karanlığı olarak ifade ettikleri; kilisenin, düşünceler üzerinde tamamen hâkim olup, bilimsel ve fikrî gelişmeleri tamamen engellediği, bilimsel araştırma ve çalışma yapmak isteyen kimselerin cezalandırıldığı bir dönemi yaşamakta; Yunan felsefesi başta olmak üzere, Avrupa’nın geçmiş birikiminden de tamamen kopuk bir hal üzereydi.
Batı’nın Ufku Endülüs
Endülüs, İmâm-ı Gazzâlî, İbn-i Arabî, Ebûbekir İbnu’l-Arabî, İbn-i Hazm, İmâm Kurtubî, Kâdı İyaz (Rahmetullahi Aleyhim) gibi büyük – ve isimleri burada zikredilmemiş olan daha nice büyük- âlimlerle İslâmî İlimlerin her alanında ve genel Tarih, Edebiyat, Coğrafya, Astronomi, Matematik, Tıp ve en önemlisi de Felsefe alanında yetiştirmiş olduğu âlim ve bilginlerle, sadece İslâm âleminin değil, Batı’nın da ufku olmuştur. Kilisenin zihinleri kuşatmış, engizisyon mahkemelerinde insanları hatta zümreleri bir eşya gibi imha eden karanlık döneminden Batı’nın kurtuluşu, Endülüs’ün ilmî ve fikrî birikimiyle gerçekleşmiştir. Bilhassa felsefî birikimin Endülüs düşünürleri yolu ile Batı’ya taşınmış olması, Rönesans gibi, Batı’nın ‘’aydınlanma’’ olarak ifade ettiği, Avrupa’nın çehresinin her alanda değişmesini sağlayan hareketin başlamasına ve kiliseye bağlı anlayışın yıkılmasına vesile olmuştur. Sadece kataloğunun dahi 44 cilt kitap hacmini kapladığı 400.000 yazma eserin bulunduğu ifade edilen kütüphane, her alandaki ilmî gelişmenin inkâr edilemez ispatı olmuştur.
Endülüs’ten evvel düşünemeyen ve fikredemeyen Avrupa’nın Rönesans olarak ifade ettiği, kilise kemendini boynundan atarak zihnini kurtardığı bu durumu kimileri Rönesans yerine: ‘’Re-Endülüsans’’ olarak ifade edilebilecek bir durum olarak değerlendirmişlerdir. Bu gerçek aynı zamanda, İslâm karşıtları tarafından da ikrar edilen, inkârı kabil olmayan bir hakikattir.