Kur’ân-ı Hakîm ile takvâ sâhibi kullarının kalplerini nurlandıran, Kur’ân-ı kalplere şifâ ve müminler için bir rahmet ve hidayet kaynağı kılan Cenâb-ı Hakk’a hamd olsun. Salât ve selâm ise nebîlerin sonuncusu ve peygamberlerin en şereflisi Muhbir-i Sâdık (haber verdiği şeyler hususunda dosdoğru olan) Efendimiz Muhammed Mustafâ (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) üzerine olsun.
Vahiy ve Peygamberler
Vahiy “Allah Teâlâ’nın dilediği şeyleri peygamberlerine muhtelif yollardan biriyle bildirmesi” demektir. Hazret-i Adem’den (Aleyhisselâm) son Peygamber Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kadar tüm peygamberler, insanlar arasında doğuştan gelen güzel ahlak, akıl ve irfanlarıyla temâyüz etmiş zatlardır. Vahiy bir haldir, bir yaşayıştır. Nasıl gerçekleştiğini ve niteliğini ancak onu yaşayan peygamber bilir. Vahiy, Allah’la peygamberi arasında bir sırdır. Ancak vahyin geliş şekilleri ve peygamber üzerindeki Peygamberlerin ashabına bildirmeleriyle insanlar tarafından bilinebilmiştir. Cenâb-ı Hakk onları vahyine mazhar etmiş, onlar vasıtasıyla insanların kurtuluşlarına rehber olacak hükümleri, esasları bildirmiş, insanları yetenekleri ölçüsünde, zat-ı ulûhiyyetinden haberdar etmiştir. İşte insanlar, ancak bu sayede nereden gelip nereye gittiklerini anlamış, yaratılış gayelerini idrak edebilmiş ve saadet yollarını keşfedebilmişlerdir.
Vahyin Çeşitleri
İlâhî vahiy şu dört yoldan biriyle gerçekleşir:
- Salih rüya: Cenâb-ı Hakk dilediği şeyleri peygamberlerine sadık rüya ile bildirir. Hazret-i İbrahim’in oğlunu kurban etmesi hakkındaki vahiy bu türdendir. Vahiy, peygamberliğin başlangıcında genellikle sâlih rüya yoluyla gerçekleşirdi. Bu da gönderilen zatın vahiy ve nübüvvetle ünsiyet kurmasını sağlama hikmetine yöneliktir. Çünkü ilâhî vahyin başlangıçta diğer yollardan biriyle gerçekleşmesi, peygamberlik görevinin birdenbire ona yönelmesi, beşerî kuvvetlerin tahammül edemeyeceği derecede bir saygı ve endişe duygusunu gerektirir.
- İlham: Cenâb-ı Hakk dilediği şeyleri yüce peygamberlerin kalbine uyanıkken vasıtasız bir şekilde ilham eder ve aktarır. Bu yolla gerçekleşen vahiy, meleğin konuşup aktarmasından bağımsız olduğu için buna “vahy-i gayr-i metlüv” denir. Yüce peygamberler bu yolla aldıkları hususları istedikleri lafızlarla ifade ederler. Hadis-i şerifler bu çeşittendir.
- Kitap: Cenâb-ı Hakk peygamberlerine dilediği kelimeleri melek aracılığı olmaksızın işittirmesi ve bu kitap ile ilâhî kelâmını bildirmesidir. Hazret-i Mûsâ’nın (Aleyhisselâm) Tûr dağında mazhar olduğu vahiy bu türdendir. Tevrat’ın levhaları da bu yolla yazılı bir şekilde toptan nâzil olmuştur.
- Melek vasıtasıyla: Cenâb-ı Hakk dilediği şeyleri peygamberlerine melek aracılığıyla bildirir ve ulaştırır. Buna “vahy-i metlüv” denir. Vahyi taşıyan melek çoğunlukla insan şeklinde belirerek yüce peygamberlere şifahî olarak bildirimde bulunurdu. Nitekim Cebrâil u çoğunlukla Dihye el-Kelbî y adındaki sahabînin şekline bürünerek Peygamber Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) görünürdü. Vahye vasıta olan meleğin özel işareti de bu türe aittir. Peygamberler bu işaretten maksadın ne olduğunu kesin olarak idrak ederlerdi.
Vahyin Konusu Nedir?
Kur’ân-ı Kerîm özelinde vahyin konusuna gelecek olursak, bu kitap, güzel bir belâgât ve ikna edici delillerle gelmiş, tıb, tabiat, arz ve semanın oluş kanunlarının sırlarından bahsetmiştir. Yine onda, eski asırların ve geçmiş milletlerin tarihleri bahis konusu edilmektedir. Zamanının ilim, fen ve edebî sanatlarından hiçbirine vâkıf olmayan bir ümmî bir zâttan, her yönü ile mükemmel bir eserin zuhuru elbette bir mucizedir ve vahiyle gerçekleşmiştir. Şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm’de ilim adamlarını, filozofları ve âciz bırakan yönler mevcuttur. İnsanların inancını, ibâdetlerini, ahlâkını ıslah edip, kardeşliği tesis, adaleti tevzî etmesi, mâli işleri ıslah, akıl ve fikirleri hürriyete kavuşturması, insanlığı hidâyete sevketme gayesine matûf olarak tabiat ilimlerini kendine konu yapması, mazî, hâl ve istikbale âit gayb haberleri, bizzat peygamber tarafından bile Kur’ân’ın tebdil edilememesi ve “Ben ancak bana vahyolunana uyarım”[1] demesi gibi hususların, ümmî bir kimseden zuhûr etmesi, mucizeden başka ne olabilir.
Tüm bu ilimlerden bahsedilmesinin yanısıra ana gâyenin bu ilimlerden bahsetmek olmadığı, Kur’ân ve diğer peygamberlere indirilmiş kutsal kitapların ana gayesinin tevhid inancı doğrultusunda insanlara dünya ve âhiret saadetini kazandırmak olduğu hepimizin malumudur. Şöyle ki Kur’ân dağlardan bahseder. Ancak bir coğrafya veya jeoloji kitabı değildir. Yerden ve göklerden bahseder ancak bir fizik veya kimya kitabı değildir. Bazı hayvanlardan bahseder ancak bir zooloji kitabı değildir. Ana mevzu ve gaye bir olan Allah’a kulluk yoluyla edebî hayatlarını temin ettirme kılavuzluğudur. Diğer bahsedilen ilimler de hep bu gayeye mâtuftur. İnsanlar için hidâyet rehberi olan Kur’ân-ı Kerîm’in Hazret-i Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) indirilişinin asıl gayesi, insan aklını ve değerini yükseltmek, onu doğru yola sevketmek, maddî ve manevî yönden en iyi şekilde menfaatlendirmektir. O, inancı ıslah ve ahlâkı güzelleştirmek ister. Bütün bunlar insan oğlunun saadeti içindir. Kur’ân-ı Kerim gerek şahsî hastalıklara ve gerekse cemiyetin ahlâkî hastalıklarına ilaç olmuş, ferdî ve İçtimaî müşkilleri halletmiş, insanoğluna doğru ve temiz bir hayat yolunu çizmiştir.
Kur’ân’ın Ana Gâyesi
Kur’ân-ı Hakîm insanları var oluşun ve hayata gelişin amacı üzerinde düşünmeye çağırır. Kâinâtın Allah Teâlâ tarafından yaratıldığını ve ondan başka hâkiki bir ilâhın bulunmadığını haber verip insanları yalnızca O’na ibâdet etmeye dâvet eder. Mükellefiyet şartlarını taşıyan her insanın, Cenâb-ı Hakk’a inanıp buyruklarına uymakla yükümlü olduğunu ve Cenâb-ı Hakk’ın Hazret-i Peygamber’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) verdiği şeriate aykırı davrananların âhiret âleminde hesaba çekileceklerini bildirmektedir. Başta tevhid, îmân, adâlet olmak üzere insanlara bütün ahlâkî ve üstün meziyetleri öğretip buna göre davranmalarını emreder, her türlü kötü fiilleri tanıtıp onlardan sakındırır. Efendimiz’e vahyedilen Kur’ân-ı Hakîm gibi diğer kutsal kitaplarda hep insanları önce Allah’a ve âhirete iman ve sonra saydığımız bu meziyetlerle donatıp ebedî olan âhiret hayatlarını kazanmaları için vahyedilmişlerdir. Cenâb-ı Hakk cümlemize peygamberlerine vahyettiği kitaplarındaki emirlere sımsıkı yapışıp nehyettiklerinden kaçtığımız bir ömür yaşatsın. Zira kurtuluşumuz yalnızca bununla mümkündür.
Dipnotlar
[1] Ahkâf Sûresi, 9.