Sözlükte “okumak, anlamak, ezberlemek için tekrarlamak” manalarına gelen “Medrese” “dirâse” kökünden gelmektedir. İslam tarihinde ilk medreselerin hangi dönemde başladığı ile ilgili birkaç rivayet bulunmakla birlik en akla yakın olanı elbette ki Mescid-i Nebevî’de tedris faaliyeti sürdüren sahabî efendilerimizin topluluğu Ashâb-ı Suffe hareketidir.
İlk emri “Oku”[1] olan İslâm dini, ilim ve irfana son derece önem atfetmiştir. Zira cehalet, bir Müslüman için son derece hasîs bir vasıftır. Bu sebeple Müslüman en azından ilmihal bilmelidir. Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ilmihalin kadın ve erkek tüm Müslümanlara farz olduğunu beyan etmiştir.
21. asrın ilk çeyreğini geride bırakırken, ahlaki düzeyin ne derece düştüğünü müşahede etmekten teessüf duyuyoruz. Zamanımızda eğitim kurumu olarak lanse edilen yerler ne yazık ki öğretimden ötesini üstlenmemekteler. Hâlbuki eğitim kanadında görevler icra edilmez ise öğretim kanadı tek başına bir işe yaramayacaktır. Medeniyetin tarifinin yeniden yapıldığı günümüzde, maalesef ki okullar insanlığa faydalı bireyler yetiştirebilmekten oldukça uzaklar. Her fırsatta dillendirilen, bir motto haline gelmiş “Önce kalp temizliği, önce ahlak” gibi söylemler ne yazık ki teoriden öteye geçememektedir.
Medrese ile Gelen Hakimiyet
Tarihimize baktığımız zaman medresenin ne ölçüde medeniyetin tam ortasına yerleştirildiğini temaşa etmekteyiz. Öyle ki; medeniyetin ana protokolü olan saltanat mensupları henüz 4 yaşında iken medreseye başlıyorlar.
4 Yıl 4 Ay 4 Gün
Ecdadımızda adettenmiş ki bir çocuk 4 yıl 4 ay 4 günlük iken medreseye başlatılırmış. Hafızlık ve İslâmî İlimler eğitimlerini tamamladıktan sonra yetenekli olan şehzadeler “Enderun Medresesi”ne katılır, kendilerine tüm imtiyazlar sağlanarak büyük alimlerden okurlar ve padişahlık mesleğine hazırlanırlarmış.
Medresenin Işığını Tekrar Yakan Bir Allah Dostu
Cumhuriyet dönemi ile kesintiye uğrayan medreseler 20. Asırda büyük zorluklar ile, gizlilik içinde devam ettirilebilmiş. Nice büyük alimler bu dönemde ders okutabilmenin Allah katındaki ayrıcalığından uzaklaşmamak için tedrise ara vermeyi bir an bile düşünmemişler.
Efendi Hazretlerimi (Kuddise Sirruhû) 1960 yılında Efendi Babamız (Kuddise Sirruhû) dan almış olduğu irşad görevini, zamanın zorluğuna bakmadan öyle bir seviyeye getirmiştir ki medrese geleneği tüm Türkiye’ye yayılmış, yıllar boyu onlarca hoca o mukaddes icazete ismini yazdırmıştır.
Ya Okuyan Ya Okutan Ya Dinleyen Ya Seven Ol
Din-i Mübin-i İslâm’ın tervicinin bağlandığı yegâne unsur medreselerin devamlılığıdır. Zira medreseler Kur’an-ı Kerim’in, tefsirinin, o kitabı getiren peygamberin hadislerinin, Kur’an ve Hadis’ten çıkan fıkhın ve ahlak güzelliğinin okutulup öğretildiği yerdir. Bu sebeple bir Müslüman için ilk hedef orada “okuyan” olmaktır.
Lakin yaşların ilerlemesi, aile ehlinin genişlemesi sebebiyle bazı hevesli müminler bu fırsatı bulamamaktadır. Bu durumda Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in “Kişi sevdiğiyle beraberdir” hadisi şerifi mucibince medreseyi ve medreselileri sevmek, maddi ve manevi olarak onlara yardımda bulunmak, ahirette onlar ile haşr olmaya elbette vesile olacaktır.
Medresede Okuyan Sahâbe Gibidir”
Mahmud Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhû)nun medreseler hakkındaki sohbetinden kısa bir kesit ile sizleri baş başa bırakıyoruz:
“…Allah’a ibadet edelim diyorum yahu! Ona ibâdet etmek illa dön dolaş medreseye dayanıyor bu iş. Medresede okuyan adam “Sahâbe-i Kirâm” gibidir. Ancak Resûlullâh’ı görmüş olmuyor o kadar. Yoksa “Sahâbe-i Kirâm” gibidir. İtikâdı Resûlullâh’a benziyor. Ameli Resûlullâh’a benziyor. Takvası Resûlullâh’a benziyor. Her şeyi aşağı yukarı Resûlullâh’a benziyor. O bırakılacak bir şey değil. Medresesiz bir mahalle, dikenlik de diyemeyeceğim ona, daha fenadır o. Karanlık, dikenlik, bataklık. Ama medrese oldu mu manevî bir devlet…”
Dipnotlar
[1] Alak, 1.