Şeyhine yazmıştır – Ramazan ayının fazileti ve Hakikat-ı Muhammediyye
Hizmetçilerin en hakirinden arzuhal…
Aradan uzun bir süre geçti… Ne karşılıklı görüşerek ve ne de mektup yazmak suretiyle yüce eşiklerinizin hizmetçilerinin durumlarından haber alabildim. Şimdi mübarek Ramazan ayının gelmesini bekliyorum. Bu ay, bütün zâtî ve şuûnî kemâlâtı havi ve asıl dairesine dahil olan Kur’ân-ı Kerim’le tam bir münasebeti vardır. Zılliyet (gölgelik) ona asla arız olmaz. “İlk Kâbiliyet” de onun gölgesidir. İşte bu özelliklerinden dolayı Kur’ân-ı Kerim mübârek Ramazan ayında indirilmiştir. Nitekim “O Ramazan ayı, Kur’ân’ın indirildiği aydır!” ayeti de bunu doğrular.
Bu münasebetle Ramazan ayı bütün hayır ve bereketleri kendinde toplamıştır. Sene içerisinde her hangi bir yolla kişiye ulaşan her hayır, kadri yüce Ramazan ayının bereket deryasından bir damladır. Bu ayda sağlanan cemiyet, hali sene boyunca elde edilecek olan cemiyetin sebebidir. Bu ayda düşülen tefrika hali sene boyunca tefrikaya yol açar.
Ramazan ayının hakkını veren ve onu razı eden kimseye ne mutlu! Ramazan ayını küstüren ve kızdıran kimseye de yazıklar olsun. O kimse, aynı zamanda muazzam bereketlerden ve hayırlardan mahrum kalmıştır.
Ramazan ayında Kur’ân-ı Kerîm’i hatmetmenin sünnet oluşu, aslî ve zıllî bütün kemâlâta erişmeye vesile olması sebebiyle olabilir. Bu iki kemâlâtı kendisinde toplayan kimsenin, Ramazan ayının bereket ve hayırlarından mahrum kalmaması umulur. Bu ayın gündüzlerinde bulunan bereket diğer aylarınkine benzemez; gecelerinde bulunan hayır da başka ayların geceleri ile kıyas edilemez. Belki de iftarı erkenden yapmanın, sahuru da geciktirmenin evla oluşu hakkındaki hüküm, gece ile gündüze ait vakitleri birbirinden tam olarak ayırmak içindir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz birinci kabiliyet, ki, mazharına salât ve selam olası hakikat-ı Muhammediyye ondan ibarettir bazılarının dediği gibi, Zât-ı Bârî’nin bütün sıfatlarla vasıflanmasının kabiliyeti değildir. Bilakis o, Zât-ı Bârî’nin, bütün zât ve şuûna bağlı kemâlâta taalluk eden itibarı ilmiye olan kabiliyetidir. Sıfatlara münasip olan ve Zât-ı Baht ile sıfatlar arasında geçit mevkiinde bulunan vasıflanma kabiliyeti diğer peygamberlerin hakikatleridir. Bu kabiliyet, altında bulunan itibarlar mülâhaza edildiğinde birçok hakikate ayrılır.
Hakikat-ı Muhammediyye’den ibaret olan kabiliyet ise, zıllıyet ihtiva etmesine rağmen, kendisine sıfatların renginden hiç bir şey bulaşmamıştır. Zât-ı Baht ile arasına giren hiç bir şey yoktur. Muhammedî meşrepten olan kimselerin hakikatleri de, bu (zâtî ve şuûnî) kemâlâtın bir kısmına taalluk eden itibarı ilmiye olan Zât-ı Baht kabiliyetleridir. Muhammedî kabiliyet ise Zât-ı Baht ile bu kabiliyetler arasında bir geçittir.
Bazılarının ileri sürdüğü yukarıdaki iddia, Hakikat-ı Muhammediyye’nin sıfatlar dairesinde sadece ayak basımı yeri bulunması hasebiyledir. Sözü geçen sıfatlar dairesinin varacağı en son makam işbu kabiliyettir. Bu sebeple onu Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e nisbet etmişlerdir. Vasıflanma kabiliyeti ortadan kalkmadığından, bunlar çaresiz kalarak Hakikat-ı Muhammediyye’nin daima arada bulunduğuna hükmetmişlerdir. Onlara göre; eğer böyle olmasaydı, Zât-ı Baht’ta sırf bir itibar olan Hakikat-ı Muhammediyye gözden kaybolabilirdi. Kaldı ki bu vakidir. Vasıflanma kabiliyeti, itibarî olsa bile, geçit olması hasebiyle sıfatların ve bu sıfatlarla vasıflanmanın rengini almıştır. Sıfatlar da ayrı bir varlıkla hariçte var olurlar. Aradan çıkmaları imkân sınırlarının dışındadır. Bu nedenle mezkûr hâilin sürekli bulunduğuna hükmetmişlerdir. Kaynağı asıl ve gölgeyi toplayıcılık olan bu gibi ilimler çokça bulunmaktadır. Nitekim bunların çoğunu mektuplarda yazmışımdır.
Kutupluk makamı, zıllıyet mertebesinin ince ve derin bilgilerinin kaynağıdır. Ferdiyet mertebesi de asıl dairesinin bilgilerinin akışına vesiledir. Gölge ile asıl arasındaki farkı anlayabilmek; bu iki devleti kendisinde bir araya getiremeyen kimselere nasip olmaz. Bu sebeple bazı veliler, taayyün-i evvel de denilen birinci kabiliyetin Zât-ı Baht üzerine ziyade olmadığını söylemişlerdir. Ve bu kabiliyetin müşahedesinin Zât tecellisi olduğunu iddia etmişlerdir. Oysa hakikat bizim açıkladığımız gibidir. Allah Sübhânehû gerçeği ortaya çıkarır ve doğru yola O iletir.
Temize çekmekle emrolunduğum risaleyi henüz tamamlamaya muvaffak olamadım. Hâlâ müsvedde olarak duruyor. Bu tutukluğun ardındaki ilahi hikmeti hâlâ anlayabilmiş değilim.
Daha fazla cüretkârlık, edep sınırlarının dışına çıkmak olur!