Tarikat ehlinin serdarı, hakikat ehlinin mesnedi, marifet ehlinin önderi olan Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hicrî 479 senesinde Buhara yakınlarında bulunan Gucdüvan (Gicdüvan, Gucdevan) kasabasında dünyaya geldi. Uzun boylu, büyükçe başlı, güzel yüzlü ve beyaz tenliydi. Göğsü ve omuzları genişçeydi.[1] Ebeveyni Buhara’ya Malatya’dan göç etmiş olup, babası Abdulcemil Efendi, İmam Mâlik[2] (Rahimehullâh) hazretlerinin soyundan gelen, zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin olan bir zattı. Annesi ise sultan kızlarından saliha bir hanımdı.[3]
Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin babası Abdulcemil Efendi, Hızır (Aleyhisselâm) ile sohbet eden bir zattı. Bir keresinde Hızır (Aleyhisselâm) ona çocuğu olacağı müjdesini verdi ve ismini Abdulhâlik koymasını istedi. Bir zaman sonra Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) doğdu ve Abdulcemil Efendi ona bu ismi verdi.[4]
Silsile-i Zeheb’in onuncu halkası olan Hâce Abdulhâlik (Kuddise Sirruhû) hazretleri evliyanın ve ulemanın büyüklerindendi. Manevî emaneti, şeyhi Yusuf Hemedânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden alarak Mevlânâ Arif Rîvgerî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine ulaştırdı. Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri Allah (Celle Celâluhû) katında duası makbul kimselerdendi. İnsanlar ve cinler duasını almak için uzak yerlerden yanına gelirlerdi.[5] Daima sadakat yolunu tutar, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi Ve Sellem)e ittiba eder, bidatlerden ve nefsanî arzulardan uzak dururdu.
Çocukluğu ve İlim Tahsili
Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) çocukluğunu doğduğu yer olan Gucdüvan’da geçirdi. İlim talep etme yaşı geldiğinde Buhara’ya gitti. Burada dönemin büyük ulemasından olan Allâme Sadruddîn’den ilim alarak kısa zamanda zahirî ilimlerde büyük bir mertebe elde etti. Bir keresinde tefsir dersinde,
﴾اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ﴿
“Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin! Şüphesiz ki O, haddi aşanları sevmez.”[6] âyet-i kerîmesini okurken hocasına şöyle dedi: “Bu gizli zikrin mahiyeti nedir ve yolu nasıldır? Çünkü zikreden kimse aşikâr zikir yaptığında veya zikrederken uzuvları hareket etse diğer insanlar buna muttali olur. Kezâ, kalbiyle zikredecek olsa şeytan buna muttali olacaktır. Nitekim Resulüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«إِنَّ الشَّيْطَانَ يَجْرِي مِنِ ابْنِ آدَمَ مَجْرَى الدَّمِ».
“Kuşkusuz şeytan, insanoğlunun içinde kan(ın damarda aktığı) gibi akıp durur.”[7]
Bu ince soru üzerine hocası şu cevabı verir: “Bu ilm-i ledündür. Allah Teâlâ dilerse seni dostlarından bir zata eriştirip gizli zikri sana talim ettirir.” Bu cevap üzerine Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) bu müjdenin tezâhürünü beklemeye koyuldu. Sonunda Hızır (Aleyhisselâm) gelerek ona: “Sen benim manevi evladımsın!” dedi ve “zikri hafi”yi telkin etti. Ona gizli zikri öğreten Hızır (Aleyhisselâm) suya girmesini ve kalbiyle “Lâ İlâhe İllâllâh, Muhammedün Resûlüllah” [Allah’tan başka ilâh yoktur; Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) O’nun elçisidir] zikrini tekrarlamasını söyledi. O da bu emre imtisal etti ve buna uzun süre devam etti.[8]
Mevlânâ Yusuf Hemedânî (kuddise sirruhû) Hazretlerine İntisabı
Günün birinde Mevlânâ Yusuf Hemedânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri Buhara’ya geldi. Bunu duyan Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) sohbetine vardı. Gönül zikrinde bulunan Yusuf Hemedânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin yanından ayrılmayarak sohbetlerine katıldı ve ondan kemâliyle istifade etti. Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri şöyle buyurur: “Yirmi yaşındayken Hızır (Aleyhisselâm) beni Maveraünnehir’de bulunan Hâce Yûsuf Hemedânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine gönderdi. Ondan tam bir şekilde istifade ettim.”[9]
Hâce Yusuf Hemedânî (Kuddise Sirruhû) Buhara’dan ayrıldıktan sonra Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) insanlardan hallerini gizleyerek riyazetle meşgul oldu. Kendisinden öyle harikulâde olaylar zuhur ederdi ki, bir namaz vakti içerisinde Kâbe-i Muazzama’ya gidip gelirdi. Şeyhliğe başlamasıyla birlikte çok hizmetlerde bulundu ve birçok velî yetiştirdi. Bahusus Şam’da insanlar ondan fazlasıyla istifade etti.
Bazı Kerâmetleri
Rivayet edildiğine göre, bir aşure günü Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) müridanıyla birlikte otururken marifetten bahsettiği sırada aniden derviş kisvesinde bir genç geldi. Üstünde hırka omuzunda da seccade vardı. Bir kenara oturdu ve Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini dinlemeye başladı. Bir süre sonra Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine şöyle dedi: “Hazret-i Risâlet Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
«اِتَّقُوا فِرَاسَةَ الْمُؤْمِنِ؛ فَإِنَّهُ يَنْظُرُ بِنُورِ اللّٰهِ».
‘Mü’minin ferâsetinden sakının! Zira o Allah’ın nuruyla bakar.’[10] Bu hadîs-i şerifin sırrı nedir?” Hâce hazretleri (Kuddise Sirruhû) şöyle cevap verdi: “Bu hadis-i şerifin sırrı odur ki, belinde bulunan zünnârı[11] kesesin ve imana gelesin!” O genç, “Bende zünnar olmasından Allah’a sığınırım” deyince, Hazreti Hâce (Kuddise Sirruhû) hizmetçisine gencin hırkasını çıkarmasını söyledi. Hırkasını çıkardığında altında bulunan zünnar açığa çıktı. Bu durumu gören genç derhal zünnarını keserek iman etti. Bundan sonra Hazreti Hâce (Kuddise Sirruhû) orada bulunan müridlerine şöyle buyurdu: “Ey mü’minler! Gelin biz de bu şekilde ahde uyup zünnarlarımızı keselim ve (kâmil manada) iman edelim. Öyle ki, bu genç zahir zünnarını kesti, biz de ucubtan -kendini beğenmekten ibaret- olan bâtın zünnarımızı keselim. Nitekim o nasıl bağışlandıysa biz de bağışlanalım.”[12]
Hâce Muhammed Pârsâ (Kuddise Sirruhû) Faslu’l-Hitâb isimli eserinde şöyle anlatır: Nakledildiğine göre bir gün Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerine uzak yoldan bir misafir geldi. Bu sırada güzel yüzlü bir genç, Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin yanına gelerek ondan dua istedi. Dua ettikten sonra o genç kayboldu. Bunun üzerine oradaki misafir: “Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri! Bize de duada bulunsanız da, biz de şeytanın tuzaklarından kendimizi kurtarsak!” dedi. Bunun üzerine Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri şöyle buyurdu: “Her kim farzları yerine getirdikten sonra dua ederse kabul olunur. Sen iş üzerinde ol ve farzlardan sonra bizi duada hatırla; biz de seni hatırlayalım. Umulur ki bu arada hem senin hakkında, hem de bizim hakkımızda duanın kabul olma eseri zahir olur.”[13]
Kudsî Kelimeler
Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) Tarikat-ı Nakşibendiyye’nin temel düsturları kabul edilen ve adına Kelimâtı Kudsiyye denilen 8 esası ortaya koymuştur. Bu esaslar şunlardır: 1. Hûş Der-Dem, 2. Nazar Ber-Kadem, 3. Sefer Der-Vatan, 4. Halvet Der-Ercümen, 5. Yâd-Kerd, 6. Bâz-Geşt, 7. Nigâh-Daşt, 8. Yâd-Daşt. Bu esaslara Şâh-ı Nakşibend (Kuddise Sirruhû) tarafından üç esas daha eklenmiştir. Onlarda sırasıyla: 1. Vukûf-ı Adedî, 2. Vukûf-ı Zamânî, 3. Vukûf-ı Kalbî’dir.[14]
Bazı Öğütleri
Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) Vesâyâ (Vasiyetler) isimli eserinin bazı bölümlerinde şu inci tanesi değerindeki kelâm-ı şerîfleri tahrir etmiştir:
“Ey oğul! Sana vasiyet ederim ki, bütün hallerinde ilim, edep ve takva üzere ol! Geçmiş ulemanın eserlerini iyi incele. Sünnet ve cemaate devam et, fıkıh ve hadis tahsil et. Cahil sûfîlerden uzak dur. Her zaman namazını cemaatle kılmaya özen göster. Şöhret elde etmeye çalışma, şöhrette afet vardır. Makam elde etmeye çalışma, isim yapmakla uğraşma. Gerekmedikçe mahkemelerde bulunma; kimseye kefil olma ve kimsenin vasiyetine karışma. Padişah ve şehzadelerle arkadaşlık yapma. Hangâh kurarak oralarda oturup kalkma. Semaya hevesli olma, zira çok fazla sema şu an için nifak peyda eder. Ayrıca çok sema gönül öldürür; ama semaı inkâr eyleme ki sema yapanlar çoktur.
Az konuş, az ye, az uyu! (Mâsivaya yönelten) İnsanlardan aslandan kaçar gibi kaç, her daim halvet üzere bulun! Çocuklarla, kadınlarla, bidatçilerle, zenginlerle ve cahillerle çok fazla birlikte bulunma. Helâl ye, şüpheli şeylerden uzak dur! Mümkün oldukça (kemâle erene kadar) erken evlenmemeye çalış. Çünkü böyle yaparsan ehl-i dünya olursun; çoğu yerde dünyanı dinine tercih edersin. Çok gülme, hele kahkaha ile gülmekten sakın! Zira çok gülmek kalbi öldürür. Herkese şefkat gözüyle bak, hiç kimseyi hakir görme. Zahirini çok süsleme; zira zahiri süslemek bâtını harap eder. İnsanlarla münakaşa yapma. Hiç kimseden bir şey dilenme, başkalarının sana hizmet etmesini isteme! Şeyhlere malınla ve canınla hizmet et. Onların fiillerini inkâr etme, onları inkâr edenler felâh bulmazlar. Dünyaya ve dünya ehline sakın aldanma! Dervişleri kendine dost edin. Gönlün hüzünlü, gözlerin Allah aşkıyla yaşlı olsun. Amellerin hâlis, duan boyun kırıklığı ile olsun. Giyeceğin eski, yoldaşın derviş; özün fıkıh, evin mescit olsun. Hak Teâlâ hazretleri dostun olsun.”[15]
Nefahâtü’l-Üns’te anlatıldığına göre bir gün dervişin birisi Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin huzurundayken şöyle dedi: “Şayet Allah Teâlâ bana cennet ve cehennemi tercih noktasında bir hak tanısa ben cehennemi tercih ederim. Çünkü ben ömrüm boyunca nefsin istekleri doğrultusunda amel etmedim. Bu halde cennet nefsin muradı, cehennem ise Hakk’ın muradı olur.”
Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri onun bu sözünü kabul etmedi ve şöyle buyurdu: “Kulun tercihle ne işi vardır? Nereye gitmemizi emrederlerse oraya gideriz; nerede durmamızı isterlerse orada dururuz. Gerçek kulluk budur, yoksa senin dediğin gibi değildir.”[16]
O derviş bundan sonra şöyle sordu: “Tarikat sâliklerine şeytanın eli erişir mi?” Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri bu soruyu da şöyle cevapladı: “Fenâ makamına erişmiş olmayan, gazap hali kalkmayan bir sâliğe tabi ki şeytanın eli erişir. Ama bir sâlik ki fenâ sırrına kavuşmuştur, onda öfke olmaz, gayret olur. Şeytan da gayretin olduğu yerde bulunmaz. Bu şekildeki bir sıfat, yüzünü Hak yoluna çevirmiş olan, sağ eline Kur’ân’ı, sol eline de sünneti alarak sülûk eyleyen kimselere verilir.”[17]
Eserleri
Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin iki önemli eseri vardır: Bunlardan birisi Hâce Yusuf Hemedânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin menkıbelerini ve kendi hayatından bazı kesitleri anlatan Risâle-i Sâhibiyye isimli eseridir. Harîrîzâde’nin Tibyân’ında da (vr. 379a-389b) yer alan eser Saîd-i Nefîsî tarafından (Ferheng-i Îrân-zemîn, I/1 içinde, Tahran 1332 hş./1953, s. 71-101) yayımlanmıştır.[18]
Diğeri de halifesi Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kuddise Sirruhû) için kaleme aldığı, kısa bir adâb risâlesi mahiyetindeki Vesâyâ [(Vasiyetler)-Vasiyetnâme] isimli eseridir.[19] Bu eser Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Esad Efendi, nr. 3702/5) bulunmaktadır. Vesâyâ üzerine İranlı Şafiî âlim Fazlullah b. Ruzbihân el-Huncî’nin (v. 927/1521) bir şerhi vardır. Bu eserin yazması da Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Yahya Tevfîk, nr. 1500) bulunmaktadır.
Halifeleri
Mevlânâ Hâce Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri vefatına yakın müridlerin terbiyesi için dört halifesini bırakmıştır.[20]
Bunlardan ilki, Silsile-i Meşâyıh’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) on birinci halkası olan Mevlânâ Hâce Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) hazretleridir.[21] Diğerleri:
Hâce Ahmed Sıddîk (Kuddise Sirruhû): Aslen Buhara’lıdır. Şeyhi Hâce Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin vefatından sonra onun vekili olarak irşad faaliyetlerini sürdürmüştür. Kabri Buhara yakınlarında bulunan Muğyân köyündedir.
Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kuddise Sirruhû): Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin ikinci halifesi olup aslen Buharalıdır. Anlatıldığına göre mezkür zat Buhara’da ilim tahsilinde bulunduğu sıralarda çarşıda Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretleriyle karşılaşmış. Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kuddise Sirruhû) ona duyduğu büyük saygısı dolayısıyla elindeki torbalara yardımcı olmak istemiş. Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretleri onun bu isteğini geri çevirmemiş ve ona iltifatta bulunmuş. Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerine yardım ettikten sonra evine dönerken ona karşı büyük bir muhabbete kapılmış. Aradan bir müddet geçtikten sonra Hâce (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin hizmetine erişmiş. Sohbetleriyle yoğrulduktan sonra onun halifesi olma şerefine nail olmuş. Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin de dört halifesi vardı: Hâce Dihkân Kılletî, Hâce Zeki Hudâbâdî, Hâce Sökmânî ve oğlu Hâce Garîb (Kaddesallâhu Esrârahum). Reşahât’ta Hâce Garîb’in de dört halifesinin bulunduğu zikredilmektedir.
Hâce Süleyman Germînî (Kuddise Sirruhû): Hâce Abdulhâlik (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin üçüncü halifesidir. Bazıları onu Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin halifesi olarak zikrederler. Önce Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin, vefatından sonra da Hâce Evliyâ (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin himayesinde bulunmuş olması mümkündür.[22]
Vefatı
Mevlânâ Abdulhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri 575 (m. 1179) yılında Gucdüvan’da vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.[23]
Dipnotlar
[1] en-Nakşibendî, Ahmed b. Süleyman, Şemâil-i Silsile-i Nakşibendiyye, M. Ü. İ. F. Kütüphanesi, nr. 770, vr. 23a.
[2] Mâlik b. Enes, Mâlikî mezhebinin imamıdır. 712-795 yılları arasında yaşamıştır.
[3] el-Hânî, Abdülmecîd b. Muhammed, el-Hadâiku’l-Verdiyye, thk. Muhammed Hâlid el-Harse, Dâru’l-Beyrûtî, 1. Baskı, Dimaşk 1997, s. 352.
[4] el-Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasen, İrğâmü’l-Merîd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1. Baskı, s. 41.
[5] Mahmud Ustaosmanoğlu, Risâle-i Kudsiyye Tercümesi, II/580.
[6] A’râf Suresi, 7/55.
[7] Buhârî, Ahkâm 21; Ebû Dâvûd, Sünnet 18; İbn Mâce, Sıyâm 66; Dârimî, Rikâk 66; Ahmed b. Hanbel, XX/47 (No: 12593).
[8] el-Hüseynî, Muhammed ‘Îd Abdullah Ya‘kûb, es-Silsiletü’z-Zehebiyye fî Menâkıbi’s-Sâdeti’n-Nakşibendiyye, Dâru’l-Fârâbî, Dımaşk 2004, s. 130; en-Nebhânî, Yusuf b. İsmail, Câmi’u Kerâmâti’l-Evliyâ, Merkez-i Ehl-i Sünnet Berakât-i Rızâ, Furbender 2001,s. 143.
[9] Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, İstanbul 1318, s. 19.
[10] Tirmizî, Tefsîr 16; Konuyla alakası için bkz. es-Suyûtî, Abdurrahmân b. Ebîbekr, Kûtu’l-Muğtezî alâ Câmi’i’t-Tirmizî, Mekke 1424, II/775.
[11] Süryanice asıllı bir kelime olan zünnar, gayr-ı müslimlerin dinî alametleri olarak giyinmekle mükellef oldukları kuşağa denir. el-Ferâhidî, Halîl b. Ahmed, Kitâbu’l-‘Ayn, Dâru’l-Hilâl, VII/359.
[12] Câmî, Mevlânâ Abdurrahman, Nefahâtü’l-Üns, trc. Lâmi‘î Çelebî, s. 412.
[13] Hâce Pârsâ, Faslu’l-Hitâb, Nuruosmaniye Ktp., nr. 2510, 296b.
[14] Mahmud Ustaosmanoğlu, İrşâdü’l-Mürîdîn, İstanbul, s. 27; el-Hânî, Muhammed b. Abdillah, el-Behcetü’s-Seniyye, Kastamonu İl Halk Ktp., nr. 2292.
[15] Safî, Mevlânâ Alî b. Hüseyin, Reşahât, İstanbul, s. 31-32.
[16] el-Fârûkî, Muhammed Fadlullah, Umdetü’l-Makâmât, Hakikat Kit., İstanbul 2014, s. 63.
[17] Câmî, Nefahâtü’l-Üns, s. 412.
[18] Hamid Algar, DİA, XIV/171.
[19] Kehhâle, Ömer Rıza, Mu’cemü’l-Müellifîn, Dâru İhyâu’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrut, VIII/68; Hacı Halîfe, Keşfü’z-Zunûn, II/2012; el-Hasenî, Abdulhayy b. Fahruddîn, Nüzhetü’l-Havâtır ve Behcetü’l-Mesâmi’ ve’n-Nevâzır, Dâru İbn Hazm, 1. Baskı, Beyrut 1999, VI/867; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-‘Ârifîn, I/263.
[20] el-Kazvînî, Muhammed b. Hüseyin, Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşibend, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, 4b-5a.
[21] Mevlânâ Hâce Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin hayatı müstakil olarak anlatılacağından burada sadece diğer üç halifesi hakkında kısaca malumat verilmiştir.
[22] Safî, Fahruddîn Alî b. Hüseyin, Reşahât, İstanbul, s. 44, 47.
[23] Hacı Halîfe, Mustafa b. Abdillah, Süllemü’l-Vusûl ilâ Tabakâti’l-Fuhûl, thk. Muhammed Abdülkadir el-Arnaût, İstanbul 2010, II/246.