Hulefâ-i Râşîdînin ikincisi olan Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), Fîl hâdisesinden on üç sene sonra Mekke- Mükerreme’de dünyaya gelmiştir.[1] Nesebi, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in nesebi ile baba tarafından dokuzuncu göbekte Ka’b’ta birleşir. Adiyy oğulları kabilesine mensubtur.
Kur’ân’dan Tesirlenerek İslâm’a Girdi
Cahiliye döneminde dahi okuma yazma bilen az sayıda kişilerden biri olması, Mekke’nin sifâre[2] görevini yürütmesi, bu vesilelerle önemli bir güce sahip olması Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh)ın en bilinen vasıflarıdır. Ashâb-ı Kirâmdan bir grubun Habeşistan topraklarına yaptığı hicret ve sonrasında Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den gizlice dinlediği Kur’an onun kalbini İslâm’a ısındırmıştı. O, risâletin altıncı yılında Müslüman olmuştur. Onun Müslüman olması hakkında her ne kadar muhtelif rivâyetler varsa da kesin olan onun Kur’ân tilavetinden tesirlenerek İslâm’a girmesidir.
Hem Câhiliyye Hem de Müslüman Olduktan Sonra Önemli Bir Şahsiyetti
Câhiliyye zamanında Mekkeli müşrikler tarafından da önemli bir şahsiyet olan Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), İslâm ile şereflendikten sonra gösterdiği gayret ve hamiyet ile tarihte zuhur etmiş en zirve şahsiyetlerden biri olmuştur. Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) Müslüman olduktan sonra sürekli Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in en yakınlarından biri olmuş ve celalli mizâcını İslam’ı ve Müslümanları himâye için müşriklere karşı kullanmıştır. Müslümanlar Medine-i Münevvere’ye gizlice hicret ederken o, beraberindeki yirmi arkadaşıyla kimseden çekinmeden, hatta “İşte ben de dinimi korumak için Allah yolunda hicret ediyorum. Karısını dul bırakmak, anasını ağlatmak, çocuklarını öksüz bırakmak isteyen varsa şu vadide önüme çıksın!”[3] diye meydan okuyarak hicret etmiştir.
Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile beraber bütün gazvelere katılmış, katıldığı seriyyelerde emîr yani komutan olarak vazifeler yapmıştır. Kırtâs hâdisesindeki tutumu Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in rahatsız olmasını engellemek içindir. Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından sonra Hazret-i Ebû Bekir’e biat ederek büyük bir fitnenin önüne geçmiş, Yemâme’de birçok Ku’rân hâfızı sahâbenin şehid düşmesiyle Kur’ân sahîfelerinin zâyi olmasından endişe ederek Hazret-i Ebûbekir (Radıyallahu Anh)ı Kur’ân’ı cemetmeye teşvik etmiştir.
Görüşü Son Derece Keskindi
Son derece isabetli kararlar verirdi. Henüz hakkında vahiy gelmeyen 15-20 mühim hususta görüş beyan ederek tekliflerde bulundu. Onun düşüncesi istikametinde âyetler nâzil oldu. Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), büyük bir edeb ve incelik göstererek, “Rabbime şu şu hususlarda muvâfık düştüm” diye hamdederdi. Bu konulara, Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh)ın âyete uygun görüşleri anlamında “Muvâfakât-ı Ömer” denir. Görüşleri o kadar kuvvetli, îmânı o kadar kuvvetliydi ki Rasûlüllah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onun hakkında “Benden sonra bir peygamber gelseydi bu Ömer olurdu”[4] ve “Allah, hakkı Ömer’in lisanına ve kalbine konmuştur”[5] buyurmuştur.
Oğlu Abdullah İbni Ömer (Radıyallahu Anh)dan şöyle rivâyet edilir: “Ömer’in bir şey için: ‘Zannederim bu şöyle olmalıdır’ deyip de onun zannettiği şekilde hasıl olmadığı vâki değildir.”[6] Rasûlullah (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), diğer bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Sizden önce yaşamış ümmetler içinde kendilerine ilham olunan isâbetli görüş sâhibi kişiler (muhaddesûn) vardı. Şayet ümmetim içinde de onlardan biri varsa, hiç şüphesiz o Ömer ibni Hattâb’dır.”[7]
İslâm Devletinde Teşkilatlanmanın Temelini Attı
Hazret-i Ebûbekir (Radıyallahu Anh) vefâtından sonra halîfe olarak biat edilen Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), Devlet yönetimini istişâre temeli üzerine kurmuştu. Onun döneminde Suriye, Mısır ve İran gibi önemli yerler fethedilmiştir. Beytülmâl’in sistemli bir hâle getirilmesin, istişâre heyetinin kurulması, teftiş kurulu oluşturulması, hicrî takvimin kullanılması, Basra, Kûfe ve Fustat gibi yeni şehir merkezlerinin kurulması ve kazâ (yargı) işlerini düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan kâdîlar tâyin edilmesi, Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh)ın devlet teşkilatlanmasına yönelik olarak gerçekleştirdiği mühim faaliyetlerdir.
Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh), kız-erkek ayrımı yapmadan ailesini önemseyen birisi sahabeydi. Kadınları ayıplayan bir toplumda özellikle kızı Hafsâ (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemize nispetle Ebu’l-Hafs olarak künyelenmesi onun kız çocuklarına verdiği değerin bir nişânesi addedilebilir. Bu durumda onun kızını diri diri gömdüğü hakkında yapılan mesnedsiz ve Şîa tarafından onu karalamaya matuf mevzu (uydurma) haberlerdir.
Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh)ın toplam 16 çocuğu olmasıyla beraber aile efradının en meşhurları Hafsâ (Radıyallâhu Anhâ) ile Abdullah’tır. Abdullah İbni Ömer (Radıyallahu Anh), devlet işlerinden uzak durmuş ve kendisine daha çok ilme vermiştir. O, Hz. Osman dönemiyle birlikte İslâm toplumunu saran ve Hz. Ali döneminde de devam eden siyasal krizlerde tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Kızı Hafsâ (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemiz, hâne-i saadette, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in eşi olması hasebiyle ashâb-ı kirâma birçok konuda muallimelik yapmıştır.
Vefâtı
On yıl altı ay süren halîfeliğinin sonunda 63 yaşında Medine-i Münevvere’de şehîd edilmiştir. O, fıkıh, hadis ve tefsir ilminde öne çıkan sahâbîlerden biri olmuş, adalet anlayışı ve hayatındaki zühdü, takvası ve Allah’ın dinindeki tavizsizliğiyle şöhret kazanmıştır.
Dipnotlar
[1] İbnü’l-Esîr, Usdu’l-Ğâbe, s. 914.
[2] Sifâre: Kureyş’in diğer kabîle ve devletlerle ilişkilerinin sağlanması demektir.
[3] İbn-i Asâkir, Hayatü’s Sahabe; Nûreddîn el-Halebî, İnsânü’l-Uyûn, 2/183-184.
[4] Tirmizî, Menâkıb, 48.
[5] Tirmizî, Menâkıb, 45.
[6] Buhari, Menâkıb, 35.
[7] Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6; Enbiyâ 54; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 23.