Hayatın her alanını kapsayan yüce dinimiz İslâm’ın, Allah Te‘âlâ’nın muradı doğrultusunda yaşanabilmesi için bir âlim kadrosu ihtiyacı her belde için mevzu bahistir. Bu âlimler, temel İslâmî ilimlerden başlayarak ihtisas seviyesine yükselecekleri alanlarda muhtelif seviyelerde ilmî eğitim kurumlarında yetişeceklerdir. Dolayısıyla bu kurumları tesis etmek, genel olarak ümmet üzerine özelde de her bir belde halkı üzerine farz-ı kifâyedir.
Abdullah ibnü Amr (Radıyallâhu Anh)dan rivayet edildiğine göre Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah(-u Te‘âlâ) ilmi (yok etmek istediğinde onu) kullar(ın kalbin)den soyarcasına almaz, lâkin âlimler(in canını) kabzetmekle ilmi kabzeder (alır). Nihayet hiçbir âlim bırakmayınca, insanlar (kendilerine) birtakım cahilleri reis yaparlar, (müşkillerinin halli için onlara) sual sorulur, (onlar da) ilimsiz fetva verirler böylece hem kendileri (doğru yoldan) saparlar, hem de (başkalarını) saptırırlar.”[1]
Hadîs-i şerîften anlaşıldığına göre Allâh-u Te‘âlâ Hazretleri, ilmi kendilerine ihsan ettikten sonra kullardan çekip çıkarmaz. Onlara kendisini bilmeye ve şeriatını yaymaya götürücü olan ilim hususunda hibe ettiği şeyleri geriye almaz.
Lâkin ilmi çekip alması, âlimlerin öğretim yapmayarak kendi ilimlerini zayi etmeleri suretiyle olur. Ve nihayet geçen âlimlere halef olacak hiçbir âlim bulunmaz. İşte Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) böylece bütün hayırların kabzolunacağını haber vermiştir.
Âlimlerin ruhlarının kabzolunmasından murad; her beldenin kendi ulemasının ruhlarının kabzolunmasıdır, yoksa her beldeden ve bütün İslâm memleketinden ilmin kalkması demek değildir.
Dinî Müesseseler Kurma ve Âlim Yetiştirme Mükellefiyeti
Her belde ahalisi, müesseseler kurarak dinî ilimlerden haberdar olmak ve memleketin dinî ihtiyaçlarını temin edecek yeter derecede âlimler yetiştirmekle mükelleftir ve bu vazife üzerlerine bir farz-ı kifâyedir.
Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, cahilleri reis olarak seçmeyi zemmetmekle, halkın gerçek reislerinin, idarecilerinin şer‘î ilimleri gereği gibi bilen âlimlerden olması gerektiğine işaretle ümmetini şer‘î ilimleri tahsil etmeye teşvik etmektedir.
Ömer ibnü Abdülaziz (Rahimehullâh) hilâfeti zamanında Medîne-i Münevvere’de vali olan Ebûbekir ibnü Hazm’e şöyle emir verdi: “Bak! Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hadislerinden ne bulursan yaz. Zira ben ulemanın gitmesiyle ilmin yok olacağından korkuyorum. Zabt (yazma) esnasında Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin sözünden başkası kabul edilmesin. Bir de ilim neşredilsin (yayılsın, okutulsun). Yine böylece ulema (muayyen yerlere) oturarak ders versinler ki bilmeyenlere öğretilmiş olsun. Zira ilmin yok olması saklı kalmasıyla olur.”[2]
İsmailağa Hâfızlık ve Arapça Medreseleri
İsmailağa Câmiası olarak, ecdâdımızdan tevârüs etmiş olduğumuz medrese müessesesini etkili bir şekilde yaşatmayı öncelikli gayemiz sayıyoruz. İslâmî ilimlerin öğrenilmesi ve hayata tatbik edilmesi konusunda mürşidimiz Mahmud Efendi Hazretleri ’nin tedrîsât usûlünü ve “Her mahalleye bir erkek ve bir kız medresesi açılsın!” sözünü esas alıyoruz.
Mukaddes kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’in muhâfazasının yolu olan Hâfızlık ve İslâmî İlimleri öğrenmenin yolu olan Arapça medreselerimiz, yurt genelinde çok sayıda hoca ve talebe ile tedrîsâta devam etmektedir. Yürüttüğümüz ilmî faaliyetlerimize katkı sağlayarak ilmin tahsil edilmesi ve sonraki nesillere aktarılmasına yönelik hizmetlerimize ortak olabilirsiniz. Detaylı bilgi ve bağış için tıklayınız…
Dipnotlar
[1] Buhârî, İlim:35; Müslim, İlim:13; Tirmizî, İlim:5
[2] İktibâs: Ahmet Fikri Doğan, Delîlü’s-Sâlikîn Sirâcü’l-Müttakîn Tercemesi, Siraç Yayınevi, İstanbul, 2017, c.1, s.70-71