Cenâb-ı Hakk bu dünyayı bir imtihân vesîlesi olarak yaratmıştır. Bu hususta âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır: “O Zât ki; amel bakımından hanginiz daha güzel olacak diye sizi imtihân (edenin muâmelesine tâbî) etsin için ölümü ve hayâtı yaratmıştır (ki, böylece hayatla ölüm arasında yönelteceği emir ve yasaklarla sizi imtihan ederek, yapacaklarınız hakkındaki ezelî ilmini ortaya çıkaracak, sonra da Kendi ilmine göre değil de sizin yaptıklarınıza göre karşılığınızı verecektir). Yine ancak O Azîz’dir, Ğafûr’dur”[1] Kimin daha iyi amellerde bulunacağına dair bu imtihanda bazı insanlara mal, mülk, şan, şöhret, mevkî, makam ve fizikî özellikler gibi maddi, akıl ve zekâ gibi mânevî nîmetlerinden bolca ihsân ve ikrâm etmişken, bazılarına ise bu nîmetlerini daha az bahşetmiş ve bu farklılığı, kullarının kendi takdirine karşı nasıl bir tavır gösterdiklerini ölçmek için bir imtihan vesîlesi kılmıştır.
Kişinin Bir Güzellik Karşısındaki 3 Hâli
Bir kişi, başkasında bir iyilik, güzellik veya nîmet gördüğünde şu üç hâlden birini sergiler:
1- Başkasının nîmete sahip olmasını kıskanıp o kişinin bu nîmetten mahrum kalmasını temennî etmek ki buna hased denir.
2- Hased gibi kötü bir niyet taşımadan o nîmetin benzerine ulaşmayı arzulamak ki buna gıbtâ denir.
3- Başkasındaki nîmete ulaşmayı arzulamanın yani gıbtânın bir adım ötesine geçerek, bu nîmete erişmek için çaba göstermek ve olumlu bir rekâbet içine girmek ki buna da münâfese denir.
Bu üç durumdan hased dinin yasakladığı bir haslettir. Gıbtâ hoş karşılanmakla birlikte, önemli olan ve teşvik edilen husus, gıbtânın ötesine geçerek bir güzelliği elde etmek, bir hayra ulaşmak için mü’minlerin birbirleriyle yarış içinde olmalarıdır.
Bu üç durumun da temelinde insanın değer verdiği şeylere (sevgi, bilgi, güç, mal, mevki, aile, vatan, kutsal değerler vb.) erişme ve onları kaybetmeme yönündeki fıtrî özelliği yatmaktadır. En genel anlamda kıskançlık (gayret) olarak da ifade edilen bu özellik, dengeli olduğu takdirde namus, iffet ve mertliğin temelini oluşturur. Dolayısıyla dinî, ahlakî endişe ve hassasiyetlerden kaynaklanan kıskançlık duygusu olumlu bir nitelik iken, şahsî zaaf ve bencilce dürtülerin beslediği kıskançlık ahlakî bir eksikliktir. Bu anlamda hasedi, kıskançlığın olumsuz yönüyle ilişkilendirmek mümkündür.
İlk Hasetçi İblistir
Hasedin ilk örneği; Cenâb-ı Hakk tarafından yeryüzünde halîfe olarak yaratılan Âdem (Aleyhisselâm)a karşı İblis’in göstermiş olduğu tavırdır. Cenâb-ı Hakk’ın Âdem (Aleyhisselâm)a verdiği değeri çekemeyip kendisinin Âdem (Aleyhisselâm)dan daha üstün olduğunu iddia eden İblis, bu isyânıyla yetinmeyip Âdem (Aleyhisselâm)ın ve onun soyundan gelenlerin Cenâb-ı Hakk katındaki bu kıymetlerini kaybetmeleri için kıyâmete kadar onları azdırmak ve yoldan çıkarmak için elinden gelen ne varsa yapacağına dair yemin etmiştir.[2] Âdem (Aleyhisselâm)ın oğulları Kâbil ve Hâbil’in Cenâb-ı Hakk’a sundukları kurbanlardan sadece Hâbil’inkinin kabul edilmesi üzerine Kâbil’in, kardeşinin Cenâb-ı Hakk katındaki makâmını kıskanıp onu öldürmesi ise hasedin aynı zamanda dünyadaki ilk günahın da sebebi olduğunu bizlere beyân etmektedir.[3] Ağabeylerinin Yûsuf (Aleyhisselâm)ı öldürmeye niyet edip kuyuya atmalarına sebep olan şey de yine hasettir.[4]
Hased Cenâb-ı Hakk’ın Takdîrine Râzı Olmamaktır
Bir başkasındaki güzel bir vasıf veya arzulanan bir nîmet karşısında kişinin “Onda var ama bende yok” şeklinde düşünmesiyle başlayan hased, terbiye edilmediği takdirde “Bende yoksa onda da olmasın” şeklinde tehlikeli bir yere gidip daha ileri bir aşamada, “Başka kimsede değil sadece bende olsun” şeklinde bir ahlâkî çukura doğru gitmeye başlar. Aslında hased eden kişi, bir anlamda Cenâb-ı Hakk’ın, kendisi hakkındaki takdirine karşı gelmekte, onu kendi arzularına göre değiştirmeye çalışmakta ve bunu başaramayacağı için de bir çıkmaz içinde kendini yiyip bitirmektedir. Hâlbuki Allah Teâlâ “Yoksa onlar Allâh’ın, fazlından kendilerine vermiş olduğu şeylere karşı o insanları mı kıskanıyorlar?!”[5] buyurarak insanoğlunun sahip olduğu her şeyin Allah’ın bir lütfu olduğunu beyân etmekte ve “Allâh’ın, bir kısmınızı kendisiyle diğer bir kısma karşı üstün kıldığı şeyleri temennî etmeyin”[6] âyetiyle de inananların hased gibi kötü bir huydan uzak durmalarını emretmektedir.
İmân ve Hased Bir Arada Bulunmaz
Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) birçok hadîs-i şerîfinde hasedin ne kadar kötü neticelere sebep olabileceğine işaret etmiştir. “Bir insanın kalbinde iman ile hased bir arada bulunmaz”[7] buyurarak hasedin müminin îmânına zarar verdiğini beyân etmiştir. Diğer bir hadîs-i şerîflerinde ise “Hasedten sakının. Çünkü ateşin odunu yakıp tükettiği gibi hased de iyi amelleri yakar bitirir”[8] buyurarak, hasedin îmâna verdiği zararın dışında, iyi amelleri de hebâ edip kişinin âhirette hüsrâna uğramasına sebep olabileceği konusunda mü’minleri sakındırmıştır.
Hasedin gönülden sökülüp atılmasının âhirette ne büyük mükâfatlara vesîle olabileceğine dair şu rivâyet çok câlib-i dikkattir: “Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bir gün ashâbıyla otururken onlara, “Şimdi yanınıza cennetlik bir adam geliyor” buyurdu. Sahâbîler ensârdan birinin geldiğini gördüler. Sonraki günlerde bu olay iki defâ daha yaşandı. Bunun üzerine Abdullah İbni Amr (Radıyallâhu Anh), Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in cennetlik olduğunu söylediği bu sahâbînin kendilerinden ne farkı olduğunu öğrenmek için onun yanına gitti ve bir bahâne bularak üç gün o sahâbînin evinde kaldı. Bu sahâbînin farz ibadetler dışında herhangi bir nâfile ibadet yapmadığını görünce ona durumu anlatıp kendisini cennetlik kılan şeyin ne olduğunu sordu. Bunun üzerine o sahâbî şöyle cevap verdi: “Ben kalbimde hiçbir müslümana karşı kin-nefret gütmem ve Allâh’ın kendisine ihsanda bulunduklarından dolayı kimseye hased etmem” Bunun üzerine Abdullah İbni Amr (Radıyallâhu Anh), “İşte seni yücelten bu! Bizim yapamadığımız da bu!” diyerek kalbinden hased duygusunu atmanın hem zorluğuna hem de bunu başarmanın karşılığının ne kadar büyük olduğuna işâret etti.[9]
Hasedin İslâm cemiyetinin istikbâlini tehlikeye düşürecek bir yapısı vardır. Bir hadis-i şerîfte “Önceki ümmetlerin hastalıkları size de bulaştı: Haset ve kin beslemek! İşte bunlar, kökten yok edicidir. Saçı tıraş eder demiyorum, aksine dini kökünden kazıyıp yok eder. Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki iman etmeden cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmenizi sağlayacak şeyi size haber vereyim mi? Aranızda selamı yayın”[10] buyurularak mü’minler arasında kardeşçe bir hayatın tesis edilmesinin, diğer kötü huylar gibi hasedin de ortadan kaldırılmasından geçtiğini belirtmektedir. Bu hususta diğer bir hadîs-i şerifte deşöyle buyurulmuştur: “Birbirinize kin beslemeyin, birbirinize Hased etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları! Kardeşler olun!”[11] (Buhârî, “Edeb”, 62; Müslim, “Birr”, 23).
Din ve Dünya Hususunda Kime Bakmalı?
Başkalarında gördüğü nîmetler karşısında mutlu olup o kimseye imrenmenin, bu nîmetlerin ona çok yakıştığını düşünüp bunların aynısına sahip olmayı temenni etmenin adı gıbtâdır. Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu hususta “Kimde şu iki özellik bulunursa Allah onu şükreden ve sabreden olarak kaydeder, kimde de bu iki özellik yoksa onu şükreden ve sabreden olarak kaydetmez: Kim dini konusunda kendisinden daha üstte olana bakıp ona uyar ve dünyası konusunda da kendisinden daha aşağı konumda olana bakıp Allah’ın kendisine lütfettikleri sebebiyle O’na hamdederse Allah onu şükreden ve sabreden olarak kaydeder. Kim de dini konusunda kendisinden aşağıda olana, dünyası konusunda da kendisinden daha yukarı konumda olana bakıp elde edemediklerinden dolayı hayıflanırsa Allah onu şükreden ve sabreden olarak kaydetmez.”[12] buyurmuşlardır. Diğer bir hadisinde ise kimlere gıbtâ edileceğini de belirtmiş ve “Ancak iki kişiye gıbtâ edilir. Bunlar, Allah’ın kendisine verdiği malı hak yolunda harcayan kimse ile Allah’ın kendisine verdiği (ilim ve) hikmete göre karar veren ve onu başkalarına öğreten kimsedir”[13] buyurmuşlardır.
Hased kötü neticelere sebebiyet vermeden önce alınacak tedbir ise insanın özellikle maddî açıdan kendisinden daha az şeye sahip olan kimselere bakması, hatta hiçbir varlığı olmayanları düşünmesi ve haline şükretmesidir. Allah Rasûlü (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu hususta da “(Şayet) biriniz, malî imkânlar bakımından ve bedenen kendisinden daha iyi durumda olanlara (imrenip) bakacak olursa, bir de (bu yönlerden) kendisinden daha kötü durumda olanlara baksın”[14] buyurup ümmetini uyarmıştır. İnsan böylece başkalarında gördüğü ve kendisinde bulunmayan nîmetlerden dolayı hased etmez, kendi hâlinin değerini bilip bundan dolayı Cenâb-ı Hakk’a şükreder.
Hasedin ilâhî imtihân gereği yeryüzünden tamamıyla kalkması gibi bir durum söz konusu olmadığından, bir müminin hasetçi kimselere karşı tedbir alması da önemlidir. Allah Teâlâ bu konuda mü’minlere şöylece tavsiye etmektedir: De ki: “Sabahın Rabbine sığınırım; Yaratmış olduğu tüm (şerli) şeylerin şerrinden; Bir de (karanlığı her şey üzerine çöküp) girdiği zaman, koyu karanlık gecenin şerrinden; Hem o (iplere attıkları) düğümler içerisine tükürükle üfleyen (büyücü) kadınların şerrinden; Bir de hased (inin gereğini yapıp onu belli) ettiği zaman, haset eden kişinin şerrinden”[15] Nerede ne zaman karşılaşacağımızı bilemediğimiz hasetçilere karşı bu âyet-i kerîmeleri bol bol okumak ve tedbirli davranmak gerekir. Cenâb-ı Hakk cümlemizi muhafaza buyursun. Âmîn Yâ Muîn…
Dipnotlar
[1] Mülk Sûresi, 2.
[2] Bakara Sûresi, 30-36, Sâd Sûresi, 82.
[3] Mâide Sûresi, 27-31.
[4] Yûsuf Sûresi, 4-10.
[5] Nisâ Sûresi, 54.
[6] Nisâ Sûresi, 32.
[7] Nesâî, Cihâd, 8.
[8] Ebû Dâvûd, Edeb, 44; İbn Mâce, Zühd, 22.
[9] Ahmed İbni Hanbel, el-Müsned, 3/166.
[10] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 56.
[11] Buhârî, Edeb, 62; Müslim, Birr, 23.
[12] Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 58.
[13] Buhârî, Zekât, 5.
[14] Buhârî, Rikak, 30; Müslim, Zühd, 8.
[15] Felak Sûresi, 1-5.