Ders âyetleri:
(سَبَّحَ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۚ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحك۪يمُ)
“Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar Allâh için (tenzîh ve) tesbîhte bulunmuştur! (İmansızlardan intikam alma gücüne sahip olan) Azîz de, (emir ve kazasında son derece hikmet sahibi olan) Hakîm de ancak O’dur!”[1]
(لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا ف۪يهِنَّۜ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ)
“Göklerin, yerin ve onlar içerisinde bulunanların mülkü (saltanat ve hükümrânlığı) sadece Allâh’a aittir. O (yaratmak, yok etmek, vermek ve engellemek dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. (Artık Îsâ ve Meryem gibi âciz yaratıkların böyle bir Zât’a eş ve ortak olmaları nasıl düşünülebilir?)”[2]
Âyet-i kerimede geçen (سَبَّحَ) ne kelimedir? Tef’il bâbından fiili mâzidir. Arapça kelimeleri tafsilâtıyla biliyorsunuz, önceden böyle değildiniz, hatta hiç bilmiyordunuz. Öğrendiğiniz şer-i ilimlerle amel ettiniz, Allâh-u Teâlâ da bilmediklerinizi size bildirdi.
Zikreden Taşlar
Amelsiz ilim, meyvesiz ağaç gibidir. Hatta bir ağaç meyvesiz olsa bile ondan faydalanılabilir. Meselâ kavak ağacından lambri yaparlar. İnsanlar oturdukları yerde sırtlarını duvara yaslamak istediğinde duvar lambrili ise soğuk geçirmez. Amelsiz insan ise hiçbir işe yaramaz. Fakat bildiği ile amel ederse dünyanın altınları, pırlantaları, onun yanında hiç kalır.
Dersimizde (سَبَّحَ) kelimesi mâzi sıfatında geldi, İsra Sûresi’nde ve Kur’ân-ı Kerîm’in muhtelif yerlerinde muzâri sığasında (يسبح ) olarak gelir. Biliyor musunuz muzâri şimdiki ve gelecek zamanın manasını ifade eder. Bu durumda anlaşılıyor ki Allah-u Teâlâ mahlûkatı tarafından, geçmiş zamandan, kâinat yaratılmasından itibaren bütün zamanlarda tesbîh edilmiştir. Kâinatın yok olmasına kadar da tesbîh edilmeye devam edilecektir.
Ebû Zer (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır:
“Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem); Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (Radıyallâhu Anhum)un beraberce bulundukları bir mecliste, oturduğu yerden eline yedi çakıl taşı aldı ve avucunun içine yerleştirdi. Ben, çakıl taşlarının tesbîh ettiklerini hatta arı vızıltısı gibi ses çıkardıklarını işittim.
Sonra onları Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)a verdi, onun elinde de tesbîhlerin, arı vızıltısı gibi ses çıkardıklarını işittim. Sonra Ömer (Radıyallâhu Anh)ın eline koydu, daha sonra da Osman (Radıyallâhu Anh)ın eline koydu, taşların onların ellerinde de aynı şekilde tesbîh ettiklerini, arı vızıltısı gibi ses çıkardıklarını işittim.”[3]
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, “91. Sohbet”, 4/7-8.
Dipnotlar
[1] Saff Sûresi, 1.
[2] Mâide Sûresi, 120.
[3] Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, 8/299, No. 14103.