Adı, ehad (tek) anlamına gelen kelimeden türemiş olan Uhud dağı, etrafındaki dağ silsilelerinden ayrı bir şekilde konumlandığından bu şekilde adlandırılmıştır. Coğrafi konum itibarıyla Medîne-i Münevvere’ye 5 km kadar uzaklıktadır. Uzaktan bakıldığında, bitki örtüsünün zayıflığı sebebiyle koyu kırmızı bir görünüm arz etmektedir.
Uhud dağı ile alakalı bize ulaşan hadislerle anlıyoruz ki; yeryüzünün en faziletli yerlerinden biridir. “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” [1] Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu ifadelerine mazhar olmuştur. Yine birçok hâdis-i şerifte Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) durumun ehemmiyetini ve önemini anlatabilmek için “Uhud dağı kadar altın “ifadelerini kullanmıştır.
Peygamber (Aleyhisselâm)ın Yaralandığı Savaş
Gazve özet mahiyetinde anlatılacak olursa okçular tepesinde, tepenin terk edilmesi, Rasûlullâh (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in mübarek dişine ok gelmesi ve ‘şehâdet’ ve ‘şehidlik’ kavramlarının daha hususi bir anlam kazandığı gazvedir. Uhud gazvesinde Müslümanlar yetmiş şehid vermişlerdir. Bu gazvede şehidlerimizin hemen hemen hepsinin vücutları parçalanmıştır. Şehidler, ikişer ve üçer kişi olmak suretiyle aynı kabirlere defnedilmiştir. Günümüzde de Hacılar ve Umreciler içlerinde Hazreti Hamza, Hazreti Mus‘âb ibni Umeyr ve Hazreti Abdullah ibni Cahş (Radıyallâhü Anhüm)ün kabirleri ve diğer uhud şehidlerinin birçoğunun kabirlerinin de bulunduğu, etrafı duvar ve tel örgülerle çevrili şehidliği ziyaret etmektedir.
Şehitlerin Efendisi Hazret-i Hamza (Radıyallâhu Anh)
Hazret-i Hamza, (Radiyallâhu Anh) Uhud Gazvesi öncesinde Medine’de kalınıp savunma yapılması veya şehrin dışında düşmanla savaşılması konusu tartışılırken Rasûl-i Ekrem (Aleyhisselâm)a ikinci şıkkı tercih ettiğini söyledi. Cesareti ve kahramanlığı ile hep ön planda yer alan Hazreti Hamza Efendimiz bu savaşta da onlarca kafiri öldürüp, şehid olmasıyla yeğeni Fahri kâinat Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den şehitlerin efendisi lakabını almıştır. Onun şehadeti ile Peygamber (Aleyhisselâm) aile üyelerini teskin etmek için şu âyet-i celileri okudu. ‘‘Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma! Bilâkis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleriyle sevinçli bir halde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.’’ [2]Hz. Hamza (Radiyallâhu Anh)ın cenaze namazını Rasûl-u Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) kıldırdı; arkasından da diğer şehidlerin namazı kılındı. Şehidler yıkanmadan kendi elbiseleriyle Uhud’da toprağa verildi. Daha sonrasında Hazreti Hamza’ya “seyyidüşşühedâ” ünvanı verildi. Yapmış olduğu kahramanlık ve dine hizmeti ile İslam tarihi boyunca tüm şehidlerin önderi olarak anılmıştır.
Uhud Gazvesinin Önemi
Uhud gazvesinde hayatımıza tatbik etmemiz gereken çok önemli olaylar vuku bulmuştur. Bunlardan bazıları; Peygamber (Aleyhisselâm)ın ikinci bir emre kadar terk edilmemesi gerektiğini buyurduğu okçular tepesinin terk edilmesi ile alınan sonuçlardan Müslümanlar olarak bugün de gereken dersleri almalıyız. Çünkü oradaki Sahabe-i Kirâm (Radıyallâhu Anhüm Ecmaîn) efendilerimiz savaşın kazanıldığını düşünüp ganimet toplamak için tepeyi terk etmeleri, bugün bizlerinde mal endişesinin nasıl bir imtihan olduğunu, başımızdaki idareci kişinin emrine itaatsizlik ettiğimizde, altından kalkamayacağımız sonuçlarının ve Müslümanlara vereceği zararı öngörebilmenin çok ehemmiyetli olduğunu, imtihan gereği bazen küfrün bazen de Müslümanların kazanabileceği, dünya hayatının bir devran olduğu unutulmadan istikametten ayrılmamamız gerektiği gibi hakikatler ortaya çıkmaktadır.
Uhud Gazvesinden Alınması Gereken Dersler
Allâh Rasûlü’nün emrini yerine getirmekte gösterilen ihmâl, bir anda savaşın kaderini değiştirmiş, ilâhî ikaz tecellileriyle muzafferiyetin gecikmesine sebep olmuştur. Birkaç kişinin hatası, umumun cezalandırılmasıyla neticelenmiş, hepsi birden sıkıntıya düşmüşlerdir. Zira bu bir sünnetullâhtır. İçlerinde Allâh’ın Habîbi’nin bulunması bile bu âdetullâh’ı değiştirmemiştir. Allâh Teâlâ Hazretleri bu hakikati Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: ‘‘Andolsun ki Allah size verdiği sözü yerine getirdi. Hatırlayın ki O’nun izniyle kâfirleri öldürüyordunuz, ama Allah size istediğiniz zaferi gösterdikten sonra gevşediniz, emre itaat hususunda birbirinizle tartıştınız ve emre aykırı hareket ettiniz; içinizden kimi dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordunuz; derken Allah denemek için onların karşısında sizi bozguna uğrattı. Sonunda yine de sizi bağışladı. Allah, müminlere karşı lütufkârdır.’’ [3] Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede, okçulardan yerlerini terk edenleri; “Kiminiz dünyayı istiyordu.” diye ikaz ederken, orayı terk etmeyip şehîd düşenleri de “kiminiz de ahireti istiyordu.” buyurarak medh-ü senâ etmiştir. Hâsılı Uhud’da Müslümanlara, düşmanla yapılan savaşlarda zafere nasıl ulaşılacağı, hezimet ve dağılma tehlikesinden nasıl kurtulunacağı gibi pek çok hususlarda ders ve ibretler verilmiştir.
Dipnotlar
[1] Buhârî, Megâzî, 27; Müslim, Hac, 503–504
[2] Âl-i İmrân Sûresi, 169,170.
[3] Âl-i İmrân Sûresi, 152.