Oruç ibâdetinin İslâm’ın beş şartından biri oluşu meşhûr Cibrîl (Aleyhisselâm) hadîsinde şöyle yer almaktadır:
“Ömer İbnü’l-Hattâb (Radıyallâhu Anh) şöyle dedi: Bir gün Rasûlullâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, üzerinde yolculuk eseri bulunmayan ve hiçbirimizin tanımadığı bir adam çıkageldi. Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Nebî (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve:
– Ey Muhammed, bana İslâm’ı anlat! dedi.
Rasûlullâh (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
– “İslâm, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu(… ) Sonra adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Nebî (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
– “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben:
– Allah ve Rasûlü bilir, dedim.
Rasûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):
– “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi.” buyurdu.[1]
Lügat ve Istılâhta Oruç
Oruç kelimesi Farsça rûze/bîze kelimesinden türeyerek Azerî lehçesinden dilimize geçmiş ve halk arasında bu şekilde kullanılagelmiştir. Arapçada aslı savm-sıyâm olan kelime, Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok âyet-i kerîmede geçtiği gibi, çok sayıda hadîs-i şerîfin de konusu olmuştur.[2] Lügatte ‘bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak’ anlamlarına; ıstılahta ise ‘tan yerinin ağarmasından güneşin batmasına kadar şer‘an belirlenmiş olan ibâdeti yerine getirmek niyetiyle yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durma’ anlamlarına gelmektedir.[3] Oruca mahsus bazı ıstılâhâtı açıklayalım:
İmsak: Kişinin kendisini oruç yasaklarından tutmasıdır.
İftar: Oruçlunun orucunu açmasıdır.[4]
Müftir: İftar eden kimse.
Sahur: Gecenin sonunda oruca hazırlık için kalkmayı ifade etmektedir.[5]
Müftirât: Orucu bozan şeylerdir. Tekil biçimi ‘müftir’dir.[6]
Orucun Farziyyeti Kur’ân, Sünnet ve İcmâ ile Sabittir
Oruç ibâdeti hicretin 2. yılı Şa‘bân ayında farz kılınmış ve Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile Ashâb’ı o sene Ramazân-ı Şerîf orucunu tutmuşlardır. Bu durum, Ramazân-ı Şerîf orucu farz kılınmadan evvel mü’minlerin oruç tutmadıkları anlamına da gelmemektedir. Hazreti Âişe (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizin rivâyet etmiş olduğu bir hadîs-i şerîfte mü’minlerin, Ramazân orucu farz kılınmadan evvel âşûrâ orucunu tuttukları beyân edilmiştir. “Ramazân (orucu farz olmazdan) önce Aşûra orucu tutuluyordu. Ramazânın farziyeti indikten sonra onu dileyen tuttu, dileyen de tutmadı.”[7]
Orucun farziyyetini beyân eden âyet-i kerîme meâlen şöyledir: “Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden önce geçen (ümmet)ler üzerine (farz olarak) yazılmış olduğu gibi, sizin üzerinize de o (ramazan ayındaki) oruç (farz olarak) yazılmıştır. Tâ ki siz (açlık yardımıyla günahlardan) hakkıyla sakınabilesiniz!”[8]
Âyet-i kerîme yalnızca orucun farz olduğu hükmünü indirmekle kalmamış, devam eden âyet-i kerîmelerle birlikte birçok husûsu mü’minlere beyân etmiş, birçok incelikle önemli ayrıntılara dikkat çekmiş ve en önemlisi de, kimlerin oruç tutup tutmayacağından, oruç tutma konusunda kimlere ruhsat tanındığına kadar hükümleri de beyân etmiştir.[9]
Orucun farziyyeti hadîs-i şerîflerde de yer almaktadır. Nitekim konuyla ilgili uzunca bir hadîs-i şerîfin ilgili kısmı şöyledir: Talha İbnü Ubeydullâh (Râdıyallâhu Anh) anlatıyor: ‘Bir bedevî, saçları dağınık bir halde Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e geldi ve aralarında şu konuşma geçti:
Bedevî:
— Yâ Rasûlallah! Allah’ın benim üzerime namazdan neyi farz kıldığını, bana haber ver! dedi.
Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem):
— “Beş vakit namaz farz kıldı, ancak kendiliğinden bir şey kılabilirsin” buyurdu.
Bedevî:
— Allah’ın benim üzerime oruçtan neyi farz kıldığını haber ver! dedi.
Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem):
— “Ramazân ayında oruç tutmayı farz kıldı, ancak kendiliğinden de bir miktar oruç tutabilirsin” buyurdu.
Bedevî:
— Allah’ın bana zekâttan neyi farz kıldığını haber ver! dedi. Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) da ona İslâm’ın şartlarından haber verdi. Bedevî:
— Sana (umûmî peygamberlik) ikram eden Allah’a yemîn ederim ki, ben kendiliğimden gönüllü olarak hiçbir şey yapmam ve Allah’ın bana farz kılmış olduğu hiçbir şeyi de eksik yapmam! dedi.
Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem):
— “Eğer doğru söylüyorsa felah buldu -yâhud: Eğer doğru söylüyorsa cennete girdi” buyurdu.”[10]
Oruç ve Sabır Arasındaki Münasebet
Oruç ibâdeti yalnızca tanımında yer alan yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durmaktan ibaret değil; bâtınî olarak da ahlâkî ve edebî açıdan hoş karşılanmayacak birçok hasletten de geri durmayı lazım kılmaktadır. Bu anlamda bütün kötü duygu, düşünce ve tavırlardan uzak kalmak, orucun vazgeçilmez mânâlarındandır. Bu hassasiyet şüphesiz, sabırla mümkündür. Dolayısıyla oruç, birçok konuda sabırlı olmayı zorunlu kılan bir ibâdettir. Bu sebeple Ramazân-ı Şerîf ayı hadîs-i şerîflerde sabır ayı olarak ifade edilmiştir. Bu hadîs-i şerîflerden biri şöyledir: “Sabır ayı olan Ramazan’ın ve her ayın üç gününün orucu kalpte bulunan bütün kötülükleri giderir.”[11] Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh), Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den şöyle rivâyet etmiştir: “Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur.”[12] Konuyla ilgili bir başka rivâyette ise “Oruç sabrın yarısıdır”[13] buyrulmuş ve bu mânâ oruç tutan kimselerce de benimsenerek bu konuda âzamî hassasiyet gösterilmesine vesile olmuştur.
Dipnotlar
[1] Buhârî, Îmân 37; Müslim, Îmân 1, 5
[2] Ali İhsan Yitik, “Oruç”, DİA, c.XXXIII, s.414
[3] İbrahim Kâfi Dönmez, “Oruç”, DİA, c.XXXIII, s.417-418
[4] İftar ve iftar duâları hakkında geniş mâlumât için tıklayınız…
[5] Sahur hakkında her yönüyle mâlumât edinmek için tıklayınız…
[6] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2005, Sad. İsmailağa Fıkıh Kurulu, s.353
[7] Buhârî, Savm: 69, Hacc: 1, 47, Menâkıbu’l-Ensâr: 26, Tefsir, Bakara: 24; Müslim, Sıyâm: 115
[8] Bakara Sûresi:183
[9] Âyet-i kerîmelerin ahkâm açısından geniş değerlendirmesi için bkz. Muhammed Ali es-Sâbûnî, Ahkâm Tefsîri, Şâmil Yayınevi, s.152-162
[10] Buhârî, Savm, l
[11] Ahmed İbnü Hanbel, el-Müsned, 5:363
[12] İbnü Mâce, Sıyâm, 44
[13] Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, 8:444