Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri anne-baba hakkına nihâî derecede önem vermiştir. Kul hakları içinde en mühim olanlardan birisi de yine anne-baba hakkıdır. Allah Teâlâ ve Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e itaatten sonra anne ve babaya itaat gelmektedir. Çünkü ebeveynimiz dünyaya geliş sebebimizdir.
Ebeveyne İtaat Cenâb-ı Hakk’ın Emridir
Birçok âyet-i kerîmede anne-babaya itaat etmek ve onlara güler yüzlü ve hoşgörülü davranmak gerektiğini beyân edilmiştir. Cenâb-ı Hakk şöyle bu hususta şöyle buyurmaktadır: “(Habîbim!) Senin Rabbin kesinkes emir buyurdu ki; Kendisinden başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya da tam bir iyilikle (davranacaksınız). (Ey insan!) Ya gerçekten o ikisinden biri yâhut her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ulaşırsa, sakın onlara (rahatsızlık ifâde eden): “Öf” (sözünü) bile deme ve onları(n talepleri hiç hoşuna gitmese de, meşrû isteklerini) engelleme(ye kalkışma). Üstelik kendilerine (“Anacığım!”, “Babacığım!” şeklinde edebe yakışır) pek hoş bir söz söyle.”[1]
Diğer bir âyet-i kerimede ise şöyle buyurulmaktadır: Biz insana, ana babasıyla ilgili (olarak, güzelden de öte, tümüyle) bir güzellik (sayılacak şekilde iyi davranmasını) emretmişizdir (ve ona şöyle buyurmuşuzdur): “Ama (ilâhlığı) hakkında senin için hiçbir bilgi bulunmayan (putlar gibi âciz) şeyleri (körü körüne) Bana ortak koşasın diye o ikisi seni zorlayacak olurlarsa, artık (yaratıcının hakkı karşısında hiçbir yaratığın hakkı gözetilmeyeceği için) onlara itâat etme. (İçinizden; îmân eden, şirk koşan, ana-babasına iyilik eden ve kötü davrananlar dâhil hep birlikte diriltildikten sonra) dönüşünüz ancak Bana (hesap vereceğiniz mahşere olacak)dır; Ben de size sürekli yapmakta bulunmuş olduğunuz şeyleri(n gerçek yüzünü) haber ver(mek üzere karşılıklarını ver)eceğim.”[2]
Bu âyet-i kerîme; Sa‘d ibni Ebî Vakkas (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir. Şöyle ki; o İslâm’a girdiğinde annesi Hımne: “Ey Sa‘d! Bana ulaşan habere göre sen yoldan çıkmışsın! Vallâhi sen Muhammed’i inkâr edinceye kadar, bir gölge altına girmek ve yiyip içmek bana haram olsun” dedi. Sa‘d (Radıyallâhu Anh) bu teklîfi kabul etmeyince üç gün kadar bu sözünü tuttu. Sa‘d (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip durumdan şikâyetlenince bu âyet-i celîle nâzil oldu, bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona İslâm’da sebât etmesini fakat annesiyle iyi geçinmesini ve kendisine iyilik yaparak rızâsını almasını emretti.[3]
Hadîs-i Şerîfler de Anne-Babaya İtaat
Esmâ Binti Ebî Bekr (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledildiğine göre o şöyle demiştir: “Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) zamanında, Müşrike olan annem (bazı hediyelerle) yanıma gelmişti. Ben Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Annem yanıma geldi, benimle görüşüp konuşmak istiyor, anneme iyi davranayım mı?” diye fetva istedim. Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Evet ona gereken hürmetİ göster” buyurdu. [4]
Hadis-i şerîfin râvisi Hazreti Esmâ, Ebû Bekri’s-Sıddîk’ın kerîmesi, Zübeyr İbni Avvâm’ın zevcesidir (Radıyallahu Anhüm). Son derece akıllı ve tedbirli idi. Zîrâ her hareketinin şeriata uygun olmasını istediğinden, müşrike olan annesinin hediyelerini kabul etme, kendisinin ona hediye vermesi ve onu evine alıp görüşüp konuşması hakkında Resûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den fetvâ istemiş ve Fahr-i Kâinat Efendimiz de kendisine müsaade buyurmuşlardı. Babasının, câhiliye döneminde terk etmiş olduğu annesi Kuteyle, müşrike olduğu halde, Medine’ye kızı Esma’yı görmek için gelmiş, üzüm, keş peyniri ve yağ gibi bazı hediyeler de getirmişti. Bu durumda olan anne ve baba kâfir bile olsa onlara karşı insânî vazifelerimizi, evlatlık alâka ve hürmetini göstermek gerekmektedir.
Abdullah İbni Amr (Radıyallahu Anh) şöyle demiştir: Peygamber (Sallallnhu Aleyhi ve Sellem)e bir adam gelerek cihada iştirak etmek için izin istedi. Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) “Annen baban sağ mı?” diye sordu. Adam: “Evet” deyince: “Sen onlara hizmet ederek cihad yap.” buyurdu.[5]
Hadîs-i şerîfte Resulullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz bu adamın cihada katılabilmesini, ana-baba rızasına bağlamıştır. Bu da o cihâdın devlet tarafından umûmî seferberlik veya hususî sûrette farz olan cihad olmadığını gösterir. Zira ana-baba rızâsına bağlı olan cihâd, cihâdın mecbûrî veya ihtiyârî olmasına göre değişir. Bu rivâyetteki cihâdın gönüllü cihâd olduğunda şüphe yoktur. Selef âlimlerinin ekserisi: Devletçe bir zarûret görülmedikçe ana- babadan izin istenir, devletçe zarûret görülünce ihtiyâr yani gönüllülük kalkar, cihâda katılmak mecbur olur, demişlerdir. İbni Mace ve Nesâî’de gelen bir diğer rivayette adam: “Ağlamakta olan ana-babamı da geride bıraktım” der. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Öyleyse onların yanına dön, onları nasıl ağlattı isen öyle güldür” buyurur.
İbni Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre şöyle dedi: “Ben Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e amellerin hangisi Allah Teâlâ’ya daha sevgilidir? diye sordum. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “vaktinde (kılınan) namaz.” buyurdu. Sonra hangisi? dedim. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Sonra ana-babaya iyilik etmek” buyurdu. “Sonra hangisi?” dedim Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Allah yolunda cihad etmek” buyurdu. Abdullah İbni Me‘sûd (Radıyallâhu Anh): “Rasûllüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunları bana söyledi. Eğer ben daha fazla sorsaydım O’da daha fazlasını söylerdi” dedi. [6]
Resûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) İbni Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)a îmandan sonra bu üç şeyin efdal olduğunu bildirmiştir.
Bunlardan birincisi: Vaktinde kılman namazdır ki, dinin direği sayılmıştır. En mühim bir ibadet olan namazın mevkiini ve faziletini bilerek namazı terk etmeye cesâret edenin diğer dînî vecîbeleri de terk edip hafife alacağından korkulur.
İkincisi: Ana-babaya iyiliktir ki, Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın insana yüklediği en büyük vecibelerdendir. Onlara, kâfir de olsalar kendilerine ihsan ile muamele edip, itaatsizlikten çekinmek farzdır. Onlara can sıkıntısı ile: “Öf!” demek bile ayet-i kerime ile yasak edilmiştir. Emir ve isteklerine masiyet (günah işlemek) olmadıkça itaat vâciptir. İnsanın en yakını ve velînîmeti olan ana-babasına iyiliği terk edenin diğer varlıklara da bir faydası olamayacağından korkulur.
Üçüncüsü: Allah yolunda cihâddır ki, “Kelimetullâhı (Allâh’ın hükmünü) en yüksek kılma” kastıyla can ve malı ortaya koyarak savaşmaktır. Üzerine vâcip olan bu kudsî görevi terkedenin de Cenâb-ı Hakk’a yaklaştıracak diğer amelleri terk etmesinden korkulur. Böyle tehlikeli durumlara düşmekten Rabbimize sığınırız.
Ebû Ümâme (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre bir adam: “Ey Allâh’ın Rasûlü, anne ve babanın çocukları üzerinde hakları nedir?” diye sormuştu. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Onlar senin cennet ve cehennemindirler” buyurdu.[7]
Söz veya davranışlarla anne-babayı üzmek, gönüllerini kırmak Dîn-i Mübîn-i İslâm’da haram kılınmıştır. Kıyâmet gününde Allah Teâlâ’nın, ana-babasına itaat etmeyenleri yüzüne bakmayacağına dair rivâyetler mevcuttur. Lâkin anne veya baba, evlâdına dînin emirlerine uymaması için baskı yapıyorsa, bu husustaki sözleri elbette dinlenmez.
Dipnotlar
[1] İsrâ Sûresi, 23.
[2] Ankebût Sûresi, 8.
[3] Kur’ân-ı Mecîd, s.396.
[4] Buhârî, Hibe, 27.
[5] Buhârî, Cihâd, 137; Müslim, Birr, No:2539, Ebû Dâvûd, Cihâd, 33; Tirmizî, Cihâd, 2.
[6] Buhârî, Mevâkîtü’s-Salât, 5.
[7] İbni Mâce, Birrü’l-Vâlideyn, No:3662.