Anne babanın salih insan olmalarının çocuğun müstakim bir hayat sürmesindeki etkisi gerçekten büyüktür. Tıpkı anne-babanın kötü insanlar olmasının onun hayatındaki olumsuz etkisi gibi. Diğer bir açıdan bakıldığında anne – babası salih olan insan hayatı boyunca böyle bir ebeveynden dünyaya gelmiş olmanın sürûrunu yaşar. Kötü bir anne -babanın oğlu olan kişi ise –velev ki kendisi onlar gibi olmasa dahi- bunun zilletini her daim üzerinde hisseder.
Bu sebeple anne – baba, yaşadığı hayatta sadece kendi sorumluluklarını değil istikbalde nesilleri tarafından nasıl anılacakları istifhamını da büyük bir mesuliyet telakki ederek yaşamalıdır. Bu yüzden olmalı ki İbrahim (Aleyhisselam) bir duasında[1] Cenab-ı Hak’tan, sonraki nesiller içerisinde güzel bir şekilde; övgüyle bahsedilerek anılmayı istemiştir.[2] Bu isteğindeki sadakatin bir göstergesi olarak da kavminin tapınıp durdukları putlardan teberrî etmiştir. Cenab-ı Hak onun haktan yana koyduğu bu tavrı bize şöyle hikâye buyurmaktadır: “Nihayet İbrahim onlardan ve Allah’tan başka taptıkları şeylerden uzaklaşıp bir tarafa çekildiği zaman biz ona İshak ve Yâ’kub’u bağışladık ve her birini peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden bağışta bulunduk; hepsine de dillerde güzel ve yüksek bir övgü verdik.”[3] Dikkat edilirse bu ayetlerde Allah Teâlâ ismi geçen peygamberlere ileriki nesillerde güzel anılacak olmalarını bir nimet olarak bahşettiğine vurgu yapmaktadır.[4]
Zikri geçen ayetlerden de anladığımız üzere ebeveyn konumunda olanlar bir yandan İbrahim (Aleyhisselam) gibi nesilleri içerisinde güzel anılmayı sürekli talep etmeli öte yandan da bu taleplerinde sadık olduklarının bir göstergesi olarak yine onun gibi Allah yolunda fedakârlık yapmalıdırlar. İşte o zaman Cenab-ı Hak, İbrahim (Aleyhisselam) ve diğer peygamberlere nimet olarak bahşettiğini buyurduğu “övgü ile bahsedilme” hususiyetini onlara da verecektir. Bu da anne-babanın Allah yolunda fedakârlık yapan salih kişiler olmasının nesilleri açısından ne denli önemli olduğunu ortaya koyan bir noktadır.
Ey Nûh (Aleyhisselam)ın Zürriyyeti!
Ecdadın ehl-i iman kişiler olmasına vurgu sadedinde Kur’an-ı Kerim’de yer alan bazı ayetler mühim işaretler ihtiva etmektedirler. Nitekim Cenab-ı Hak, Benî İsrâil’e hitap ederken, Nuh (Aleyhisselam) döneminde iman ve İslam yolunda fedakârlık yapanlara atıfta bulunmaktadır. İlgili ayet-i kerime şöyledir: “Ey Nuh’la beraber gemiye taşıyarak kurtardığımız kimselerin soyundan olanlar! Doğrusu o çok şükredici bir kuldu.”[5] Bu ayet-i celilede, neslinden gelen insanlara Nuh (Aleyhisselam)ın takvası ve şükredici bir kul olduğu örnek olarak gösterilerek ona uymaları istenmektedir.[6]
Bu hitabın bir benzeri de Kur’an-ı Kerim’de sıkça karşılaştığımız “Yâ benî İsrail/ Ey İsrailoğulları” ifade-i celilesidir. Malum olduğu üzere bu ayetlerde İsrail diye bahsedilen zat Yakub (Aleyhisselam)dır. Bu hitapla başlayan bir ayet-i kerimede[7] Allah Teâlâ onları iman etmeye davet ederken yine “Ey İsrailoğulları” diyerek hitap etmiş ve bununla onlara “Yakub (Aleyhisselam)ın nesli olduğunuz için hakka tabi olmakta onun gibi olun” buyurmak istemiştir.[8] Bu iki misal bizlere salih bir anne – babanın sadece kendi çocukları değil, çocuklarının çocukları da dahil olmak üzere asırlar ötesine intikal edecek derecede bir örneklik teşkil ettiğini ve onların iyi bir kul olmalarının kıyamete dek devam edecek nesillerinde tesirlerinin olacağını göstermektedir.
Baban Kötü Biri Değildi, Annen de İffetsiz Değildi
Aile içerisinde anne ve baba müstakil birer medresedirler. Çocuğun, hayatının ilk evrelerinde hayata dair kendilerinden çok şey öğrendiği koca bir medrese. Bu yüzden çocuğun hayatında tahakkuk eden iyi veya kötü olaylar hep akıllara yetiştiği aileyi getirir. Çocuğun başarılı bir insan olup, cemiyete faydalı bir nefer olması ailesinin takdir edilmesini aksi de ayıplanmasını gerektirir. Zira çocuğun başarısı ilk medresesi olan ailenin ona verdiği eğitimin kalite ve başarısını resmeder. Başarısızlığı ise yetiştiği ailenin kalitesizliğini. Çok cüz’î de olsa bu durumun bazı istisnalarından bahsedilebilirse de bu döngünün yaşadığımız hayat içerisinde genel geçer bir tecrübî sonuç olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu noktayı izahen Kur’an-ı Kerim’de yer alan bir vurguya değinmekte fayda vardır. Nitekim Meryem (Aleyhesselam) Îsâ(Aleyhisselam)ı mucizevi olarak babasız bir şekilde doğurduğunda kavminin yanına gelmiştir. Bu durumu anlamaktan aciz kalan kavmi, onun (hâşâ ve kellâ) yanlış bir iş yaptığı zannına kapıldığı için ona şöyle hitap etmiştir: “Ey Hârûn’un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz bir kadın değildi.”[9] Bu ifadeyle kavim, kendi zanlarınca kötü bir iş yaptığına inandıkları Meryem (Aleyhesselam)ın, iyi bir anne babadan dünyaya geldiğini ve böyle bir anne- babanın evladının nasıl olur da böyle bir günaha düşmüş olabileceğine dair şaşkınlıklarını dile getirmişlerdir.[10] Bu ifadenin manası şudur: Senin gibi tertemiz bir ocakta neşvu nema bulmuş, salihliği, ibadet ve zühdüyle tanınmış bir aileye mensup birinden nasıl bu fiil sadır olmuş olabilir?[11]
Nihâî olarak Meryem validemizin böyle bir ocakta, bu denli salih bir anne-babadan doğmuş olması iffetini koruyan tertemiz bir kadın olmasını sağlamıştır. Bu ayetlerde kavmin olayın mucizevi olan boyutunu anlamamaları yüzünden kapıldıkları vesvese neticesinde aile ile kızları arasında bir bağ kuramamalarının anlatılması konumuz açısından mühimdir. Zira Cenab-ı Hak kavmin bu ifadesi üzerinden bize, anne-babanın salih insanlar olmasının çocuklarının salahı için ne denli mühim olduğunu anlatmaktadır.
Nesline bereketi miras bırak!
Kişinin salih bir insan olması, nesline büyük bir bereketi miras bırakması anlamına da gelmektedir. Kur’an’da anlatılan Mûsâ (Aleyhisselam) ve Hızır (Aleyhisselam) kıssasında bu noktayı tavzih eden önemli bir ayet vardır. Bilindiği üzere Musa (Aleyhisselam), Hızır (Aleyhisselam)a Allah tarafından yönlendirilmiş ve onda olan ilimden istifade etmesi talep edilmiştir. Hızır (Aleyhisselam), kendisine bu maksatla gelmiş olan Mûsâ (Aleyhisselam)a, bu isteğini ancak ve ancak yaptığı işlerin hikmetini sormaması şartıyla kabul edeceğini ifade etmiştir. Kıssanın konumuzla taalluk eden yönü ayet-i celilede şöyle anlatılmaktadır: “Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa: “İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi.”[12]
Hızır (Aleyhisselam), üçüncü kez de yaptığı işin hikmetini soran Mûsâ (Aleyhisselam)a “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.”[13] Ve yukarıda zikrettiğimiz ayette yer alan “yıkılmak üzere olan duvarı doğrultma” fiilinin hikmetini şöyle beyan etmiştir: “Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar.”[14]
Ne kadar ibretlik değil mi? Cenab-ı Hak salih olduğu için bir babanın yetim neslini, onun iyi bir kul olması hürmetine malik oldukları hazineden mahrum bırakmamış ve onlar adına bu hazineyi muhafaza etmeyi bizatihi tekeffül etmiştir. Salih babanın bereketi –velev ki bu dar-ı dünyadan göçmüş olsa da- nesline sirayet etmiş ve Allah Teâlâ Hızır (Aleyhisselam)’ı göndererek yıkılmak üzere olan duvarı düzelttirerek mallarını koruma altına almıştır. Bu kıssa, kendi diliyle babalara hitap eder: Ey babalar! Sizler de bu salih baba gibi olun ki kıyamete dek nesliniz salih bir kişi oluşunuzun maddî-manevî bereketinden müstefid olsun.
Yetimleri Koru ki neslin ihya olsun!
İyi bir nesle sahip olmak isteyen anne- babalar gerçekçi olmak istiyorlarsa her şeyden önce kendileri salih olma gayretinde olmalıdırlar. Bu yüzden bir anne baba, kendi çocuğuna nasıl muamele yapılmasını istiyorsa başkalarının çocuklarına da öyle davranmalıdır. Bu, aynı zamanda mümin olmanın da bir gereğidir. Bu durum Rabbimizin şu ayet-i celîlesinde çok enfes bir vecihle dile getirilmektedir: “Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onların geleceğinden endişe duyacak olanlar, (yetimler hakkında da aynı) endişeyi duysunlar, Allah’dan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler”[15]
Ayet, anne babalara kendilerini her zaman başkalarının yerine koyarak insafla, vicdanla düşünmeyi ve kendi neslinin başına gelmesinden korktuğu durumlara maruz kalmış insanlara güzel muamele yapmayı emretmektedir. Hususen, yetimlerin mallarına el uzatmaktan sakınmaları gerektiğine vurgu yapan ayetin bağlamında, ebeveynler Allah Teâlâ’dan korkmaya ve doğruyu söylemeye davet edilmektedir.[16] Çocukların her türlü istismara maruz kalabildiği, yüz kızartıcı çocuk tecavüzlerinin ve cinayetlerinin hayli çoğaldığı zamanımıza ne kadar büyük bir ahlaki düsturu öğretiyor bu ayet-i kerime. Öyle değil mi? Düşünün, bu ayetin ruh aşıladığı bir insan, bu ayetin manevi terbiyesiyle donanmış bir mümin anne ve baba bir başkasının çocuğuna herhangi bir kötülüğü reva görebilir mi?
Ezcümle, neslimizin salih insanlar olması bizim salih olmamızdan ve kendi neslimiz kadar tüm müminlerin çocukları adına dertlenip çalışmamızdan geçmektedir. Kur’an ve sünnet bu doğrultuda bizlere yön veren birçok numunelerle doludur. Rabbimiz Allah ve Resulü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in gösterdiği istikamette yön tutarak salih bir insan olabilmeyi ve neslimizi de bu minvalde yetiştirebilmeyi nasip eylesin.
Âmin, Yâ Mücîbe’s-Sâilîn!
Dipnotlar
[1] Şu‘arâ, 84
[2] İbn Ebî Hâtim er-Râzî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Mektebetu Nizar Mustafa el-Bâz, 1419, Baskı: III, VIII/2781
[3] Meryem, 49-50
[4] İbn Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, Müessesetu’r-Risâle, 1420, Baskı: I, XVIII, 208
[5] İsra, 3
[6] İbrahim b. Ömer el-Bikâ‘î, Nazmu’d-Dürer fî Tenâsubi’l-Âyâti ve’s-Süver, Daru’l-Kitâbi’l-İslâmi, Kahire, XI/302
[7] Bakara, 40-41
[8] İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Daru Tayba, 1420, Baskı: II, I/241
[9] Meryem, 28
[10] Ebû Muzaffer es-Sem‘ânî, Tefsîru’s-Sem‘ânî, Daru’l-Vatan, Riyâd, 1418, Baskı: I, III/289
[11] İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, V/226
[12] Kehf, 77
[13] Kehf, 78
[14] Kehf, 82
[15] Nisâ, 9
[16] Mustafa el-Adevî, Fıkhu Terbiyeti’l-Ebnâ’ ve Tâifetun min Nesâihi’l-Etıbbâ’, Daru Mâcid Asîrî, 1419, Baskı: I, s. 21