Tarîkat-ı Nakşîbendiyye-i Aliyye Silsile-i Sâdâtı’nın (Kaddesallâhu Esrârahum) on birinci halkası, sünnet-i nebeviyyeyi ihyâ eden, asrının bir tanesi, rabbânî ilhamlar ve kerametler sahibi Mevlânâ Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) hazretleridir. Hicrî 560 (m. 1165) senesinde Buhara köylerinden Rîveger (Rîvger)’de dünyaya geldi.[1] Mübarek teni çiçek rengi denilen, kırmızıya karışmış beyaz renkteydi. Yüzü ay gibi parlaktı. Bedeninden misk-ü amber kokuları yayılırdı. Orta boylu, büyükçe gözlü, ince kaşlıydı.[2] Türk Meşâyıh’ın en büyüklerindendi.[3] Mevlânâ Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden gelen varidât nisbetini Mevlânâ Mahmud İncir Fağnevi (Kuddise Sirruhû) hazretlerine ulaştırdı.[4]
Mevlânâ Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) hakîkat ve marifette zamanının bir tanesiydi. Bütün ömrünü sünnet-i seniyyeyi yaymak, bidatleri ortadan kaldırmakla geçirdi. Silsile-i Meşâyıh’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) en büyüklerinden oldu. İlim, hilim, zühd, takvâ, riyâzet, mücâhede ve ibadette üstün derecelere ulaştı.[5]
Hâce Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) Hazretlerine İntisâbı
Küçük yaşta medrese öğrenimine başlayan Hâce Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) kısa zamanda birçok ilim kesbetti. İlim hayatına devam ederken Silsile-i Meşâyıh’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) onuncu halkası olan Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini tanıdı. Şeyhiyle tanışması sadedinde meşhur bir rivayet nakledilir: Arif Rîvegerî(Kuddise Sirruhû) bir gün çarşıda Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine rastladı. Kendisine yaklaşıp elinde bulunan torbaları alarak evine kadar ona yardım etmek istediğini söyledi. İsteğine müspet cevap alan Hâce Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) eve kadar Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine refâkat etti. Eve geldikten sonra Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) onu yemeğe davet etti ve bir saat sonra gelmesini istedi. Gönlünde Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerine karşı bir muhabbet ve hizmet aşkı hisseden Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) bir saat sonra eve gitti. Hâce Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden iltifat görerek evlatlığa kabul edildi. Bundan böyle manevî ilimler konusunda gönlünde büyük bir iştiyak meydana geldi.
Devamlı Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin sohbetlerine devam etmek isteyen Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû), medresede ilim tahsil ettiği hocasının, kendisini engellemek istemesiyle karşı karşıya kaldı. Hocası ona, ders halkasından ayrılmaması gerektiğini söylüyor, tasavvuf erbabının aleyhine konuşarak onu bu işten vazgeçirmeye çalışıyordu. Fakat bunlar onun şeyhine olan muhabbetini ve hizmet şevkini zerre kadar etkilemiyordu. Her an şeyhinin sohbetinde bulunmak istiyor, ömrünün sonuna kadar devam edecek olan bir muhabbetin ve ilâhî aşkın temellerini atıyordu.
Bir gece Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) rüyasında kendisini engellemeye çalışan hocasının haram bir işle meşgul olduğunu gördü. Uyandığında gerçeği aratmayan bu rüyanın etkisindeydi. Ertesi gün hocasıyla karşılaştığında hocası her zamanki gibi onu engellemeye ve ehl-i tasavvufa hakaret etmeye başladı. Bunun üstüne Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû): “Hocam! Hem dün gece şu şekilde haram işlediniz, hem de benim gibi bir garibi doğru yoldan engellemeye çalışıyorsunuz!” dedi. Gerçekten de söylediği haramı işleyen hocası bu olay karşısında taaccübe kapıldı ve Sûfiyye’nin mertebesinin yüceliğini yakînen müşahede etti. Bunun üzerine Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin huzuruna vararak ondan inâbe aldı ve onun ihlaslı müridlerinden oldu.[6]
Mevlânâ Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) şeyhi Hâce Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin dergâhında uzun yıllar hizmette bulundu. Bu hizmetleri sonucunda Abdulhâlık Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) ona irşad yetkisi verdi. İrşad yetkisiyle birlikte dört bir yandan insanlar, nuru tüm dünyaya yayılan Hâce Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini ziyaret etmek için Rîveger’e gelmeye başladı.
Şahsiyeti ve Hususiyetleri
Mevlânâ Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) insanlara çok yumuşak davranır, kimsenin kalbini kırmazdı. Şer’i Şerîf’in emrettiği şeyleri önemle yerine getirir, yasakladığı şeylerden şiddetle kaçınırdı. Silsile-i Meşâyıh’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) her biri gibi Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ittibayı çok büyük bir ganimet bilirdi. Nitekim Mevlânâ Şâh Ğulâm Alî Abdullah Dehlevî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Tarikat-ı Nakşibendiyye-i Aliyye’de iki şey çok önemlidir: Sünnete ittiba ve teveccüh. Tıpkı Sahâbe-i Kirâm’ın yolu gibi ki, onlar ümmetin evliyâsının hepsinden efdaldir.”[7]
Mevlânâ Arif Rîvegerî (Kuddise Sirruhû) hazretleri hicrî 649 senesinde âlem-i nâsûtu terk eylemiş, hayata gözlerini yummuştur.[8] Allah Te‘âlâ, Silsile-i Meşâyıh-ı Aliyye’yi (Kaddesallâhu Esrârahum ve Emeddenallâhu bimededihim) hayât-ı sermediyyede bizlere refîk eylesin…
﴾وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَالرَّسُولَ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَعَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيّ۪نَ وَالصِّدّ۪يق۪ينَ وَالشُّهَدَٓاءِ وَالصَّالِح۪ينَۚ وَحَسُنَ اُو۬لٰٓئِكَ رَف۪يقًاۜ﴿
“Her kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet ihsan ettiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle birliktedirler. Onlar ise ne güzel arkadaştır!”[9]
Dipnotlar
[1] el-Hânî, Abdülmecîd b. Muhammed, el-Hadâiku’l-Verdiyye, thk. Muhammed Hâlid el-Harse, Dâru’l-Beyrûtî, 1. Baskı, Dımaşk 1997, s. 372.
[2] en-Nakşibendî, Ahmed b. Süleyman, Şemâil-i Silsile-i Nakşibendiyye, M. Ü. İ. F. Kütüphanesi, nr. 770, vr. 24a.
[3] el-Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasen, İrğâmü’l-Merîd,el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1. Baskı, s. 42.
[4] el-Kazvînî, Muhammed b. Hüseyin, Silsilenâme-i Hâcegân-ı Nakşibend, Süleymaniye Ktp., Laleli, nr. 1381, vr. 6a; Dara Şükuh, Sefînetü’l-Evliyâ, s. 77; Safî, Mevlânâ Alî b. Hüseyin, Reşahât, İstanbul, s. 51; Câmî, Mevlânâ Abdurrahman, Nefahâtü’l-Üns, trc. Lâmi‘îÇelebî, s. 413; el-Fârûkî, Muhammed Fadlullah, Umdetü’l-Makâmât, Hakikat Kit., İstanbul 2014, s. 64.
[5] Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, İstanbul 1318, s. 28.
[6] en-Nebhânî, Câmi‘uKerâmâti’l-Evliyâ, s. 136.
[7] el-Müceddidî, RaûfAhmed, Dürru’l-Me‘ârif, Hakikat Kitabevi, İstanbul 1998, s. 29.
[8] el-Hüseynî, Muhammed ‘Îd Abdullah Ya‘kûb, es-Silsiletü’z-Zehebiyye fî Menâkıbi’s-Sâdeti’n-Nakşibendiyye, Dâru’l-Fârâbî, Dımaşk 2004, s. 135.
[9] en-Nisâ, 4/69; bkz. el-Hâzin, Ebu’l-Hasen Alâüddîn Ali b. Muhammed, Lübâbü’t-Te’vîl fî Me’âni’t-Tenzîl, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, Beyrut 1415, I/397.