İnsanoğlu çalışarak pek çok rütbe ve ünvanlar kesbeder. Bu rütbelerin başında hiç şüphe yok ki, şehitlik ve gâzilik gelir. Çünkü bu rütbeler hayat karşılığında elde edilmekte ve itikad sayesinde kazanılmaktadır. Hem Cenâb-ı Hakk indinde ve hem de mahlûkat yanında şehâdet mertebesine yükselmek, çok büyük bir mazhariyettir.
Şehid, Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda diri olarak hazır bulunup, rızıklandırılacağı ve cennete gireceğine şehâdet olunduğu için bu “şehîd” ismini almıştır.
Bir Kimse Şehîd Olmayı Gerçekten İsterse…
Gâzî ise, Allah yolunda ve vatan uğrunda savaştığı ve şehîd olmayı arzu ettiği halde ölmeyip, sağ kalan kimseye verilen addır. Gâzî de şehîd olmak ve bu mertebeye yükselmek için savaştığından dolayı o da şehitler derecesindedir. Hatta Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Bir kimse Allah yolunda şehit olmayı can-ı gönülden isterse, yatağında ölse dahi Allah onu şehitler derecesine ulaştırır” buyurmaktadır.[1]
Cihâda Denk Bir Amel Yoktur
İnsanın şehâdeti veya gaziliği istemesinin altında yatan sebep başka bir amel ve gayret ile bu rütbelerin elde edilemeyecek olmasıdır. Bu rütbeler sadece canı feda etme karşılığında elde edilir. Nitekim bu hususta rivâyet edilen şu hadîs-i şerîf bunu ifade etmektedir: “Bir adam Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e sordu: “Ey Allah’ın Rasûlü, bana, cihâda denk olan bir amel göster?” Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Buna denk bir amel bulamıyorum” buyurdu. Sonra da: “Mücâhid cihâda çıktığı zaman, camiye kapanır durmadan ve usanmadan namaz kılmaya ve ara vermeden oruç tutmaya gücünüz yeter mi?” buyurdu. Bunun üzerine adam: Buna kimin gücü yeter, ey Allah’ın Rasûlü? dedi.”[2]
Tevbe Sûresi 19. âyeti kerimede ise Cenâb-ı Hakk şöyle buyurmaktadır: “(Ey müşrikler!) Yoksa siz, hacılara su vermeyi ve Mescid-i Harâm’ın bakımını (üstlenmeyi), Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmiş olan ve Allâh(ın dîninin yücelmesi) yolunda (olanca gücünü sarf ederek) cihâd etmiş bulunan kimse(nin îmânı ve sâlih amelleri) gibi (faydalı bir şey) mi saydınız?! Bunlar Allâh katında eşit olamazlar.
Zâten Allâh (en büyük zulüm olan şirke bulaşmış) o zâlimler toplumuna (doğru yolu gösterse de kendileri o yola girmeyi istemedikleri sürece onlara) hidâyet vermez.”
Bu âyet-i kerîmenin nâzil olmasının sebebini Nu‘mân bin Beşîr (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Bir kere ben Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in minberinin yanında oturuyorken bir adam: ‘Ben İslâm’a girdikten sonra Mescid-i Harâm’ın bakımı dışında ne amel edersem edeyim önemsemem” dedi. Bir diğeri: ‘Allâh yolunda cihâd sizin söylediğiniz şeylerden daha fazîletlidir” dedi. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh) onları susturmak için: ‘Bu cumâ gününde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in minberinin yanında seslerinizi yükseltmeyin velâkin sen cumâyı kıldığın zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûruna girersin, ihtilâf ettiğiniz konuda ondan fetvâ sorarsın” deyince Allâh Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek, Allâh’a ve âhirete îmandan sonra Allâh yolunda cihattan daha fazîletli bir amel bulunmadığını, hacıları sulamanın ve Mescid-i Harâm’ın bakımıyla meşgul olmanın ise îmân ve cihâda denk olamayacağını beyân etti. Bu âyet-i kerîmenin, Abbâs (Radıyallâhu Anh)ın Bedir’de esir düştüğü gün Ali (Radıyallâhu Anh)a söylediği sözlere cevap mâhiyetinde indiği de rivâyetler arasındadır. Nitekim Ali (Radıyallâhu Anh) onu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile savaşması ve sıla-i rahmi kesmesi husûsunda kınayınca o: ‘Bizim kötülüklerimizi anıyorsun da iyiliklerimizi neden anlatmıyorsun?!’ dedi. O da: ‘Sizin iyiliğiniz de mi var?!’ deyince Abbâs: ‘Biz Mescid-i Harâm’ı mâmur ediyoruz, hacıları suvarıyoruz ve darda kalmışa yardım ediyoruz’ dedi. Abbâs bunlarla iftihâr edince Ali (Radıyallâhu Anh) da İslâm ve cihatla övündü. Bunun üzerine Ali (Radıyallâhu Anh)ı tasdik mâhiyetinde bu âyet-i celîle nâzil olarak; Mescid-i Harâm’ın bakımı ve hacılara su verilmesi gibi amellerin, şirkle birlikte yapılması durumunda kendilerine aslâ fayda vermeyeceğini, îmân ve iyi niyetle birlikte yapılan cihâdın ise onların hayır nâmına yaptıklarından daha fazîletli olduğunu beyân etti.[3]
Bizi Biz Yapan Şey Şehâdet Rûhudur
Ecdâdımızı zaferden zafere koşturan ve tarih sayfalarını kahramanlık destanları ile süsleten, Allah’ın hak olan vadine ermek ve O’nun şehitler için hazırladığı mükâfata mazhar olma arzu ve isteğidir.
İnsan niçin şehit olmak ister? Çünkü Cenâb-ı Hakk, şehitlerin ölü değil, diri olduklarını ve O’nun tarafından rızıklandırıldıklarını bildiriyor. İnsan, ancak ölmekle bu mertebeye yükseldiği halde Cenâb-ı Hak onların ölü değil, bizim anlayamayacağımız bir hayat ile diri olduklarını bildiriyor, şöyle buyuruyor: “Allâh(ın dînini yüceltme) yolunda öldürülen (şehit) kimseler için: “(Bunlar) ölüler(dir)” demeyin. Doğrusu, (onlar) dirilerdir velâkin (yaşantıları cismânî olmadığından) siz (onların hayatlarını hissetmek bir yana, vahye dayanmayan şu yetersiz akıllarınızla, onların ne mânâda diri olduklarını bile) anlayamazsınız.”[4]
Yine Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şehitliğin nasıl yüce bir mertebe oluşuyla alakalı olarak şöyle buyurmuştur: “Hiç kimse cennete girdikten sonra bütün dünyaya sahip olsa bile tekrar dünyaya dönmek istemez. Yalnız şehitler, kerâmet (ve erdikleri nimetler) sebebiyle dünyaya dönüp on defa şehit olmayı arzu ederler.”[5]
Bizzat Peygamberimiz, bir defa değil birkaç defa şehit olmayı istemiş ve şöyle buyurmuştur: “Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmemi, sonra tekrar dirilip savaşarak tekrar öldürülmemi, yine dirilip savaşta öldürülmemi arzu ederim.”[6]
Vatan, bir Müslümanın her şeyidir. Çünkü din, namus, şeref ve bağımsızlık gibi mukaddes değerler ancak vatan sayesinde korunabilir. Bunun için ecdâdımız vatanımız için her fedakarlıkta bulunmuşlar, kanlarını akıtarak onu düşmana teslim etmemişlerdir.
Cenâb-ı Hakk İslâm uğruna savaşıp şehîd düşmüş tüm şehitlerimizin derecesini âlî eyleyip bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Gâzilerimize ecrini kat kat versin. Bizleri de şehâdet aşkı ve şuurunda Müslümanlar eyleyip bu aşla nesil yetiştiren kimselerden eylesin. Âmîn Yâ Mucibe’s-Sâilîn…
Mahmud Efendi Hazretlerimizin Vatan ve Şehâdet Hakkında Kıymetli Sözleri
- Vatan bizim canımızdır, medresemizdir, evimizdir, her şeyimizdir. Vatanımızı düşmana kaptırırsak mâlik olduğumuz her şeyi de ona kaptırmış oluruz.
- Kâfirlere tenezzül eden adamın şerefi yoktur, vatanı da yoktur, aklı da yoktur, hiçbir şeyi yoktur.
- Askere gidenler illa Allâh rızası için gitsinler ve giderken de şöyle niyet etsinler. Ben askere nice canları, namusları korumak için vatanımı, İslâmiyeti müdafaa etmek için gidiyorum.
- Türkiye bizim vatanımız, onun muhafazası da size bırakılmıştır. Bizler şeriatı muhafaza ettiğimizde vatanımızı da muhafaza etmiş oluruz.
- Allâh’ın dininden, İslâm’dan ayrılmayın. Öldürseler de şehit oluruz.
- Şimdi biz İslâm’ı tam yaşayarak ölürsek şehit oluruz ama İslâm’ı tam yaşayamayarak, taviz vererek ölürsek cehennemi boylarız.
- Kardeş olarak size vasiyet ediyorum Kurân’ı okuyun, tecvid üzere inşâalla Kur’ân’a çalışalım, ilim yolunda ölen şehittir, ilim yolunda çalışan cennet yolundadır. Ondan sonra Nasara-Yensuru okuyalım, manasını anlayalım.
Dipnotlar
[1] Müslim, İmâre, 46.
[2] Buhârî, Cihad, 1.
[3] Mahmud Ustaosmanoğlu, Kur’ân-ı Mecîd, s. 188. el-Hâzin, en-Nesefî.
[4] Bakara Sûresi, 154.
[5] Buhârî, Cihad, 6; Müslim, İmâre, 29.
[6] Buhârî, Cihad, 7; Müslim, İmâre, 28.