Mîzah ve şakalaşmak insanoğlunun düşüncelerini çeşitli nüktelerle ifade etmesine bir vesiledir. İnsanların birbirini kırmadan ve üzmeden yaptıkları latîfeler aralarında güçlü kardeşlik bağlarının kurulmasını intâc eder. Ancak her konuda olduğu gibi bu konuda da şeriatın ölçülerine riâyet etmek esastır. Ölçüsüzce ve yalan söyleyerek yapılan şakalar ise tam tersine insanların arasına bir adâvet meydana gelmesine sebep olur. İnsanın şahsiyetini ve onurunu kıran sözler ve tavırlarla şaka yapılması bir kul hakkıdır.
Cenâb-ı Hakk’ın kendisi hakkında “Andolsun ki; elbette sizin için Allâh’a ve o son güne ümit bağlamakta bulunmuş olan ve Allâh’ı çokça zikretmiş kimseler için Allâh’ın Rasûl’ünde pek güzel ve uyulmayı gerektiren birçok haslet bulunmaktadır!”[1] buyurduğu Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbı, mîzah ve şakalaşmak konusunda da yegâne örneğimizdir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Ashâbına Yaptığı Latîfeler
Enes b. Mâlik (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfe göre bir adam bir gün Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den binmek için hayvan istemişti. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Peki, seni bir dişi deve yavrusuna bindirelim” buyurdu. Adam ise hayretle: “Yâ Rasûlallâh! Ben dişi deve yavrusunu ne yapayım, o beni nasıl taşır” diyerek şaşkınlığını ifâde edince Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Devenin küçüğü de büyüğü de muhakkak bir dişi deveden doğmamış mıdır?” diyerek mukâbelede bulunmuştur.
Şaka Yaparken Asla Yalan Söylemezdi
Başka bir rivâyet de ise acûze (ihtiyar) bir kadın Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek şöyle der: Yâ Rasûlallâh! Cennete girmem için Allah’a dua et! der. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ise: “Cennete yaşlı kadınlar giremez!” diye mukâbelede bulunur. Verilen cevabın nüktesini anlayamayan ihtiyar kadın üzülür ve ağlamaya başlar. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) durumu ona şöyle açıklar: “Yaşlı kadınlar cennete o hâlleriyle değil, genç ve güzel olarak girerler. Zîra Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de; “Biz (cennete giren kadınları) defterleri sağdan verilenler için yeniden yaratmışızdır; onları eşlerine düşkün ve yaşıt bâkireler kılmışızdır.”[2]
Hadîs-i şerîflerin de delâlet ettiği üzere Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ashâbıyla şakalaştığı zaman bile asla yalan söylememiş, latîf ve tebessüm ettirici bir üslup kullanmıştır. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bu hususta “Ben sadece doğruyu konuşurum, haktan başka bir şey söylemem”[3] buyurmuştur.
Yine Enes bin Mâlik anlatıyor; Çöl halkından Zâhir adında bir şahıs vardı. Bu zat Allah Rasûlü’ne her gelişinde çölde yetişen mahsüllerden hediyeler takdim ederdi. Döneceği zaman da Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz, ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldurur ve şöyle buyururdu: “Zâhir, bizim çölümüz biz de onun şehriyiz.” Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onu çok severdi. Görünüm itibâriyle fazla güzel biri değildi. Zâhir, bir gün elindekileri satmakla meşgul iken Efendimiz onu arkasından kucaklayıp, mübârek elleriyle gözlerini kapadı. Zâhir ise: Kimsin sen? Bırak beni, diyerek kurtulmaya çalıştı, ancak gözlerini tutan zâtın Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) olduğunu anlayınca rahatladı ve sırtını Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) göğsüne iyice yapıştırmaya başladı. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem): “Bu köle satılıktır, almak isteyen var mı?” diye seslendi: Zâhir boynu bükük ve hüzünlü bir edâ ile: Yâ Rasûlallâh! Benim gibi değersiz bir köleye, vallâhi kuruş veren olmaz, dedi. Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ise “Hayır, Yâ Zâhir! Sen Allah katında son derece kıymetli ve pahalısın!” buyurdu.[4]
Çocukları Güldürürdü
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ashâbının büyükleriyle şakalaştığı gibi çocuklarla da ilgilenir ve onları güldürürdü. Mesela sahâbeden Mahmud bin Rebî (Radıyallâhu Anh) “Ben beş yaşlarında iken Rasûlullah’ın, evimizdeki kovadan ağzına aldığı suyu yüzüme püskürttüğünü hatırlıyorum.” demiştir.[5]
Ya‘la İbnu Mürre (Radıyallâhu Anh)ın anlattığına göre: “Ashâbtan bir grup, Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) birlikte bir davet yemeğine gittiler. Yolda, Hüseyin’e rastladılar, çocuklarla oynuyordu. Ya‘la der ki: “Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ilerleyip cemaatin önüne geçip (onu tutmak için) ellerini açtı. Çocuk ise sağa sola kaçmaya başladı. Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de onu taklîden sağa sola koşarak, tutuncaya kadar peşinde koştu. Yakalayınca ellerinden birini çenesinin altına diğerini de ensesine koyup öptü ve:“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim! Kim Hüseyin’i severse Allah da onu sevsin. Hüseyin sıbt’lardan bir sıbttır (torun)!” buyurdu.”[6]
Sahabenin En Şakacısı: Nuaymân (Radıyallâhu Anh)
Asr-ı Saadette şaka denilince akla gelen ilk sahâbî şüphesiz ki Nuaymân (Radıyallâhu Anh)dır. Yaptığı şakalarla hem Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e tebessüm ettirmiş hem de ashâb-ı kirâmı güldürmüştür. Nuaymân (Radıyallâhu Anh) bir gün Medîne’ye taze meyve ve sebze geldiğini görünce hemen onlardan alarak Rasûlullah’a takdim eder: Yâ Rasûlallah! bunu senin için satın aldım, sana hediye ediyorum, der. Bir müddet sonra satıcı Nuayman’dan malının parasını istediğinde, onu Rasûlullah’a getirip: Ey Allâh’ın Rasûlü! Şu adamcağızın ücretini versene, der. Efendimiz ise: “Ey Nuaymân, sen onu bize hediye etmedin mi?” diye sorar. Nuaymân (Radıyallâhu Anh) da: Yâ Rasûlallah, alırken param yoktu, senin ondan yemeni de istiyordum. Bu sebeple aldım, der. Bunun üzerine Efendimiz güler ve meyvelerin ücretini öder.[7]
Yine Nuaymân (Radıyallâhu Anh)ın Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in vefâtından bir yıl önce yaptığı diğer bir şaka Hazret-i Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i ashâbını ziyâdesiyle güldürmüştür. O yıl Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) Busrâ’ya bir ticaret seferi düzenlemiş, Nuaymân (Radıyallâhu Anh) ile Bedir gazisi Süveybıt bin Harmele (Radıyallâhu Anh)ı da beraberinde götürmüştü. Nuaymân (Radıyallâhu Anh) yemek işlerinden sorumlu olan Süveybıt (Radıyallâhu Anh)dan yiyecek bir şeyler istemiş, o da Hazret-i Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) gelmeden yemek veremeyeceğini söylemişti. Kâfile bir yerde konaklayınca Nuaymân (Radıyallâhu Anh) rastladığı deve tüccârlarına satılık bir kölesi olduğunu ve onun kendini hür zannetmekten başka bir kusuru bulunmadığını söyleyerek Süveybıt (Radıyallâhu Anh)ı on deve karşılığında sattı. Süveybıt (Radıyallâhu Anh)ı satın alanlar onun itirazlarına aldırmadan kendisini götürdüler. Daha sonra durumu öğrenen Ebûbekir (Radıyallâhu Anh) tâcirlere paralarını iade ederek Süveybıt (Radıyallâhu Anh)ı kurtardı.[8]
Nüktedân bir mizaca sahip olan Suheyb-i Rûmî (Radıyallâhu Anh) da Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ile arasında geçen hâdiseyi nakletmektedir: “Allâh Rasûlü’ne uğradığımda sofrasında ekmek ve hurma vardı. Bana: “Buyur ye!” dedi. O sırada göz ağrısı çekiyordum. Hemen sofraya oturup yemeye başladım. Efendimiz bana takıldı ve: “Hem gözün ağrıyor hem de hurma yiyorsun ha!” dedi. Ben de: Ağrımayan tarafıyla çiğniyorum Yâ Rasûlallah! dedim. Bu cevâbım üzerine Efendimiz azı dişleri görününceye kadar güldü.” [9]
Rasûlüllah’ın (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) Gülüşü Kahkaha Değil Tebessümdü
Her hâli ve tavrı mü’minler için örnek olan Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in gülmesi de son derece îtidal üzereydi. Onun gülüşü kesinlikle kahkaha ile değil tatlı bir tebessüm şeklindeydi. Bu hususta mü’minlerin annesi Âişe (Radıyallâhu Anhâ) şöyle demiştir: “Allah Rasûlü’nün küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O (ekseriyetle) tebessüm ederdi.” [10] Cerîr bin Abdullah (Radıyallâhu Anh)dan gelen diğer bir rivâyete göre ise “Hazret-i Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) müslüman olduğum günden beri beni huzuruna girmekten men etmez ve her gördüğünde de tebessüm ederdi.”[11]
Dipnotlar
[1] Ahzâb Sûresi, 21.
[2] Tirmizî, Şemâil, s. 91-92.
[3] Tirmizî, Birr, 57.
[4] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/161.
[5] Buhârî, Kitâbü’l-İlm, 18.
[6] İbn Mâce, Sünen, 6025.
[7] İbn Hacer el-Askalânî, el-İsâbe, 570.
[8] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 316.
[9] İbn Mâce, Tıbb, 3.
[10] Buhâri, Tefsîr, 46.
[11] Buhâri, Edeb, 68