İslâmî ilimlere gönül vermiş âlimler ilmi, dünyanın içindeki her şeye üstün tutmuş, ilmin olduğu yerde yiyecek bir lokma bulamasa da doymuş, içecek bir damla su bulamasa da kanmıştır. Hocasının kapısının eşiğine başını koyan, ilim meclislerinde sabahlayan, ilim için eşini, çocuğunu, vatanını terk eden, geceleri uyumayan, ilim uğruna yokluğu ve fakirliği umursamayan, son nefesinde dahi öğrenmeyi dert edinen hatta ilim yolunda can veren peygamber vârisi ilim âşıklarının yaşadıkları hayatlardan ibret almak lazımdır. Bu büyük âlimlerden biri de meşhur muhaddislerden Bakî‘ bin Mahleed (Rahimehullah)tır.
Endülüs’ten Bağdata Yapılan Rıhle
Bakî b. Mahled (Rahimehullah), Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah)dan hadis dinleyip ilim öğrenmek için, yirmi yaşlarındayken Endülüs’ten kalkıp, Kuzey Afrika’ya geçmiş, oradan da Bağdat’a varmıştır. Devamını kendisi şöyle anlatır: Bağdat’a yaklaştığımda, Ahmed b. Hanbel’in başına gelen “mihne” olayından dolayı, etrafında toplanıp hadis dinlemenin yasaklandığını duydum. Bundan dolayı çok üzüldüm. Bir yerde konaklayıp hanlardan birinde kiraladığım odaya eşyamı indirdikten hemen sonra, hiçbir şeyle ilgilenmeden doğruca mescide, büyük camiye geldim. Ders halkalarına katılmak ve müzakere edilen dersleri dinlemek istiyordum.
Senden Başka Soru Soranlar da Var
Bunun üzerine özel bir halakaya götürüldüm. O sırada biri, halakaya katılanları kontrol ediyor, halakayı çoğaltıyor ve sıklaştırıyordu. Yanımdakine: “Bu kim?” diye sordum, “Yahyâ b. Ma‘în’dir” dedi. Yanına yaklaştım ve: “Ey Ebû Zekeriyya! Evinden uzak gurbette bir adamım, sormak istediğim şeyler var, ne olur beni küçümseme” dedim. Bana: “Söyle bakalım” deyince, hadis aldığım ehl-i hadisten bazı kimseleri ona sordum. Bazılarını tezkiye etti, bazılarını da cer hetti. Ben sormaya devam ederken halakadakiler: “Allah aşkına, bunlar sana yeter. Senden başka sorusu olanlar da var” diye seslendiler.
Her gün Dilenci Kılığında Gelmeme İzin Verirsen…
Daha sonra Ahmed b. Hanbel’in evini görmek isteyerek çıktım. Evini gösterdiklerinde kapısını çaldım. Kapıyı açtı ve şaşkınlıkla bana bakınca kendisine: “Ey Ebû Abdillâh! Ben, evinden gurbete çıkmış biriyim. Bu, benim bu şehre ilk gelişim. Ben, hadis talebesiyim ve sünnetle ilgili kayıt tutmaktayım. Sadece sizinle görüşmek için yolculuğa çıktım” dedim. Bunun üzerine bana: “Biraz girişe gel, kimse seni görmesin” dedi. Ardından memleketimi sordu. Ben de: “el-Mağribü’l-Aksâ” deyince, “Afrikalı mısın” diye sordu. Ben: “Oradan da uzakta, Endülüs’tenim. Memleketimden Afrika’ya deniz yoluyla geçiyorum” dedim. Bunun üzerine: “Gerçekten uzakmış. Benim için, senin gibi birinin isteğine en güzel şekilde yardımcı olmamdan daha iyi bir şey olamaz. Fakat belki duymuşsundur, şu anda göz hapsindeyim” dedi. Ben de: “Evet, bu beldeye yaklaşırken haberim oldu. Ey Ahmed b. Hanbel! Ben buraya ilk defa geldim. Aranızda tanınan biri değilim. Şayet her gün dilenci kılığında gelmeme izin verirsen, kapına gelir dilenir gibi yaparım, sen de buraya çıkar, bana her gün yalnızca bir hadis de öğretsen bu bana yeter” dedim. Ahmed b. Hanbel de: “O zaman diğer hadis ehline ve ders halakalarına bunu söylememen şartıyla tamam” dedi ve ben de: “Tamam” dedim.
Elime bir dal parçası alarak, başıma bir çaput bağlıyordum. Kâğıdımı ve hokkamı da elbisemin yenine sokuyor, sonra da Ahmed b. Hanbel’in kapısına gelerek: “Allah rızası için bir sadaka” diye sesleniyordum. Ahmed b. Hanbel de çıkıyor, evin kapısını kapatıyor ve iki, üç ya da daha fazla hadis rivayet ediyordu. Böyle böyle bende üç yüze yakın hadis toplandı.
İşte İlim Tâlibi Sıfatı Tam da Buna Uyuyor
Ahmed b. Hanbel’i göz hapsine aldıran kişi ölünceye kadar böyle devam ettim. Ondan sonra ehl-i sünnet biri idareye geçince Ahmed b. Hanbel artık rahatça dışarı çıkabildi. İnsanlar arasında değeri daha da çok arttı, çok büyük imam oldu. Beni de çok sabırlı olmamla biliyordu. Nitekim dersine geldiğimde benim için halakayı genişletmiş ve beni kendisine doğru yaklaştırarak hadis ehline benim için: “İşte ilim tâlibi sıfatı, tam da buna uyuyor” demişti ve ardından aramızda geçen olayı anlattı. Artık dersleri o bana okuyor, ben de ona okuyordum.
Bir ara hastalığa yakalandım. Bu hastalık beni ders halakasına katılmaktan uzak tutunca, Ahmed b. Hanbel beni sormuş ve hastalığımı öğrenmiş. Hemen kalkıp yanındakilerle beraber beni ziyarete gelmişti. Ben de keçem altında, elbisem üzerimde kitaplarım başucumda kiraladığım odada uzanmış yatıyordum. Birden handa bir hareketlilik ve insanların: “Bu o, dikkat ediniz, “İmâmü’l-Müslimîn buraya gelmiş” dediklerini duydum. Han sahibi birden koşarak yanıma geldi ve: “Ey Bakî‘! Bu, ‘İmâmü’l-Müslimîn’ Ahmed b. Hanbel, seni ziyarete geldi” dedi. Ardından Ahmed b. Hanbel içeri girdi ve başucuma oturdu. Odanın içi, beraberindekilerle doldu, hepsini almadı, bir kısmı da kalemleriyle birlikte ayakta duruyorlardı. Harfi harfine bana şunları söyledi: “Ey Bakî‘! Allah sana mükâfatını versin. Sıhhatli günlerde hastalık yoktur. Hasta iken de sıhhat yoktur. Allah sana âfiyet ve şifâ versin!” Bu esnada kalemlerin, denilenleri yazmakta olduğunu gördüm.
Sonra Ahmed b. Hanbel yanımdan çıkınca, handakiler yanıma gelip bana iltifatta bulunuyorlar, dini gaye ve vazife ile bana hizmet ediyorlardı. Biri döşek, diğeri örtü getirirken, bir başkası da en güzel yemeklerden getiriyordu. Salih bir zâtın ziyareti sebebiyle insanlar hastalığımla, âilemden bile daha çok ilgileniyorlardı.[1]
Bakî‘ b. Mahled, Mısır, Şam, Hicaz ve Bağdat olmak üzere iki kere ilim yolculuğu yapmış, birincisi dört yıl, ikincisi ise yirmi yıl sürmüştür. Kendisi şöyle demiştir: “Kimden ders almaya gittiysem yaya olarak gittim. Şehirlerde hangi âlimin adını duymuşsam ona yürüyerek gittim.”[2]
[1] Zehebî, Siyer, c. 13, s. 292.
[2] Sezgin, Târihü’t-Turâsi’l-Arabî, c. 1, s. 238.