İlk insan ve ilk peygamber Hazreti Âdem (Aleyhisselâm) ve Hazreti Havva (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizin yeryüzüne indikleri anda belirmiş olan fıtrî utanma duygusunun ifadesidir tesettür. Sözcüğün kökenine bakıldığında, iffet ve ar kelimeleriyle ciddi bir münasebetinin bulunduğu anlaşılır.[1] Buna bağlı olarak, cennetten indirildiklerinde utanan ilk çiftin, avret yerlerini kapatması maksadıyla bir elbisenin de hemen peşinden indirildiği bildirilir.[2]
Bakmayın siz, insanlığın atası bu ulu çiftin yozlaşmış torunlarının sonradan örtünme mevzuunu tartışmaya hatta inkâra yeltenmelerine. Allah (Celle Celâluhû)nun dinîne tâbi olan-olmayan tarih boyu bütün medeniyet ve devletlere mensup insanlar örtünmüş, kadınlar da başları açık bir vaziyette umuma açık yerlere çıkmamışlardır. Hürriyeti elinden alınmış olan ve bazı kötü yollara meyletmiş birtakım kadınlar müstesna. Bilinen tarihin hangi kesitini, hangi coğrafyayı dikkate alırsanız alın; bedeni, başıyla birlikte örtülü kadınların bulunduğu bölgelerden başka bir şeyle karşılaşabilmeniz mümkün olmayacaktır.[3]
Bu tarihi tecrübeye rağmen örtünme konusunu yalnızca ahlaki, örfi ve hukuki noktaya bağlayıp köken ve çıkış noktası olarak; dinî saikleri dışlamaya çalışanların yapmak istedikleri bu yönlendirmeler, vakıa ile örtüşmekten de son derece uzaktır. Bazı toplumlarda örtünme mefhumu her ne kadar dinî bağlamdan kopartılmışsa da, konunun genişçe değerlendirilmesi durumunda, işin hakikati ortaya çıkacaktır. Bugün maatteessüf işin ahlâkî boyutundan da eser kalmamıştır. Kadın adeta bir meta, bir reklam aracı, bir tür afiş nesnesi olarak kullanılmakta, yabancı erkeklerin göz hapsine maruz bırakılmaları ise geniş bir hürriyet olarak sunulmaktadır.
Bozulmanın Bu Topraklara Sirayet Süreci
Bu topraklarda yaşayan insanlar, İslamlaşmasının ardından dinîn sancağını yüksekte tutarak çok daha yukarılara taşıdılar ve mühim hizmetlerde bulundular. Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Beylikler döneminin ardından birliği yeniden sağlayan Osmanlı İmparatorluğu döneminde de İslâmî hassasiyetler, azamî ölçüde muhafaza edildi. İffet ve namusu koruma hususunda hayati önemi haiz tesettür anlayışı da, yine aynı hassasiyetle korundu. Tanzimat dönemi geldiğinde, batılılaşma konusunda ısrarcı olan kesimin baskıları sonucunda kıyafet tartışmaları başladı. Modernlik adı altında giyim-kuşam konusunda bir değişim başlamışsa da, bu aşamada kadınların kıyafeti herhangi bir şekilde tartışmaya açılmadı.
Batıdan belli alanlarda geri kalındığına yönelik tespit doğrultusunda, ilim ve bilim tahsili adına batıya gönderilenlerin döndüklerinde yaptıkları işler, son asrın en büyük yıkım operasyonlarından biriyle neticelendi. Bütün değerler ayaklar altına alınmaya çalışıldı, devleti, hanedanı ve yönetimi baskıcı olmakla suçlayanlar, kendileri her türlü baskıyı gerçekleştirerek darbeler yapmaktan, padişahlar başta olmak üzere, hanedan mensuplarını katletmekten dahi kaçınmadılar.
Tesettürün Tartışılmaya Başlanması
Tartışmaya açılmış kutsal değerlere 1908 senesine gelindiğinde, tesettür de eklendi… Batı yanlısı bazı sözde aydınlar tarafından, modernleşme ve çağdaşlaşma adı altında tesettür, uygulama açısından olduğu gibi sübût açısından da sert bir tartışmanın odağı haline getirildi. Abdullah Cevdet, Selâhaddin Âsım, Kılıçzâde Hakkı ve Rızâ Tevfik’in batı gözüyle yazdıkları yazılara ve bir dönemliğine de olsa, lehlerine esen rüzgârı arkalarına alarak gerçekleştirdikleri taarruzlara karşı, dönemin İslâm müdâfii mecmuâlarından Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlü’r-Reşâd dergilerinde[4] karşı makaleler/reddiyeler kaleme alınarak bu saldırılar bertaraf edilmeye çalışıldı.
Tesettüre dair tartışmaların temelinde; anadilde ibadet sloganıyla ibadet şeklinin değiştirilmesi, itikâd esaslarının ve Kur’ân-ı Hakîm ve Sünnet-i Seniyye’nin anlaşılması konularını da havî, dinde reform gibi daha büyük bir proje yattığı asla unutulmamalıdır. Bugün her ne kadar bunu savunanlar, seslerini kısmış gibi görünseler de, bulabildikleri en küçük bir fırsatı değerlendirerek anayasada yer alan laiklik ilkesine yaslanmak suretiyle bu projeyi gündeme tekrar tekrar getirmektedirler.
Anayasada yer alan ‘tanımsız’ laiklik ilkesi, belli bir kesim tarafından bu memlekette irtica sloganlarıyla, terör saldırılarından, ekonomik buhranlardan her zaman daha öncelikli görülmüş, tanım ve şerh düşülmemiş olmasından yola çıkılarak, konjonktürel değerlendirmelerin bu tanıma yüklenmesiyle beraber, ülkede zaman zaman cadı avları başlatılarak insanların hakları ve dahi hürriyetleri ellerinden alınmış, mahkûmluk, mahpusluk süreçleri yaşatılmıştır.[5]
Güzellik Yarışmalarıyla İndirilen Darbeler
1926 yılında Beyoğlu’nda gerçekleştirilmiş olan, bu topraklardaki ilk güzellik yarışması, umuma açık bir şekilde tertip edilmek suretiyle indirilen darbelerden ilki olmuştur. Şiddet ve ağırlığını artıran darbeler, dönemin Cumhurbaşkanı’nın direktifiyle 1929’da; ancak iffetli, terbiyeli ve temiz kızların katılabileceği, bar kızları ve daha başka şaibeli kızların katılamayacağı şekilde düzenlenmiş olan bir başka güzellik yarışmasıyla devam etmiştir. Onu takip eden özellikle de 1932’de gerçekleştirilmiş olan bir başka güzellik yarışmasıyla devam eden süreç, insanların zihnindeki örtünme anlayışını yerle yeksan etmeye yönelik adeta bir anafora dönüşmüştür.
Yasaklara Doğru Adım Adım
1940 ların sonunda kadınlara çarşafı çıkarttırıp bunun yerine manto ve başörtüsü giydirilmeye çalışılmış, hatta o günün laik! Çağdaş! gazetelerinde manto ve başörtüsü giydirilen kadınlar reklam edilmeye, müslüman halkın tesettürü yozlaşma yoluyla bozulmaya çalışılmıştır. Bu hususta dört mezhebin Müftüsü, Efendi Babamız Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhu) şöyle buyurmuştur: “Manto bir eve girdi mi, küfür o eve burnunu sokmuş demektir.” Rabbani âlimlerimiz, bu yozlaştırma hareketini çok iyi görmüş ve buna müsaade etmemek için gayet göstermişlerdir. Fakat insanlar liderlerinin dinin üzeredir sözü, ne yazık ki bir kez daha tecelli etmiş ve bu sefer manto ve başörtüsü yayılmaya başlamıştır.
1970’lere doğru gidilirken başörtülü talebe sayısındaki artıştan olsa gerek, kurumların genelgelerine bağlı olarak aldıkları kararlarla, birtakım yasaklamalar söz konusu olmuş, ihtilalcilerin çıkardığı kanunla 1984 yılında kamuda başörtüsüyle çalışmak tamamen yasaklanmıştır.
28 Şubat Vetiresi
28 Şubat 1997 tarihine, başörtüsü-türban ayrımı ve kamusal alan tartışmalarıyla gelindi. Görüşlerini hükümete dayatmış olan cuntacılar, bir dizi yasaklama ve kısıtlamalar getirdiler. Gerçekleştirilen tartışmalar, birçok açıdan ele alındıysa da Allah (Celle Celâluhû)nun konuyla ilgili hükmü dikkate alınmadığı gibi, yine aynı anayasaya bağlı olan Diyanet İşleri Başkanlığının görüşleri de dikkate alınmadı.[6] Maksatlarına uygun hocalar, rektörler ve dekanlar türettiler. İlahiyat alanında akademisyen bulamadıklarında, başka alanlardan ilahiyatçı devşirdiler. Onlara istedikleri fetva ve görüşleri yazdırıp yayınlattılar. Mecmualarda ve kitaplarda büyük bir dezenformasyona imza attılar. Buna mukabil gelen bazı iyi niyetli hükümetlerin yapmak istedikleri birtakım düzenlemeler, ya ilgili dönemin Cumhurbaşkanı tarafından veto edildi ya da Anayasa Mahkemesi üyeleri tarafından iptal edildi.
Sokaktaki İnsanların Hor Görülmesi ve Dışlanması
Kamusal alan, Üniversiteler etrafında yürütülen tartışmalar, medya üzerinden gerçekleştirilen algı operasyonlarıyla giyim-kuşam yönüyle sünnete ittibâdan başka bir niyeti olmayan insanların üzerine yönlendirildi. Tek partili dönemin her alandaki baskıcı anlayışında dahi örneklerini bulabilmenin mümkün olmadığı bir dışlama hareketi başlatıldı. Örtüsü ve giyim tarzı sebebiyle hakaretlere, tepkilere maruz bırakılmak suretiyle gerçekleştirilen hak gaspı, hesap gününde sahiplerini elbette bulacaktır.
Yasaklamakla Olmayacağını Anlayanlar Bozmayı Yeğlediler
Yasaklamalarla ve kökten değişikliklerle bu işin sonunu getiremeyeceklerini anlayanlar, batıda Hristiyanlık üzerine tecrübe edilmiş bir reform hareketini bu toprakların insanlarına tatbik etmeyi denediler. Kimsenin kıyafetine karışılmayacak, dileyen dilediği gibi giyinebilecekti artık. Buna tesettürlüler de dâhildi. Artık inkâr yok, farizanın Allah (Azze ve Celle)nin muradına uygun olan şeklini bozmak vardı. Modaya dönüştürülen tesettürle akla havsalaya sığmayacak tarzlar ortaya çıktı. Örtünerek dikkatleri çekmemeyi gaye edinenler, örtüleriyle dikkat çekebilmek, hemcinslerinin ve karşı cinslerinin alakasını çekebilmek için örtünür oldular. Henüz birkaç yıl öncesine kadar ferace dahi satılmayan, çarşafın birinci dereceden örtünme biçimi olduğu semtler de bu savaşta cephe kaybettiler.
Hiçbir Şey İçin Geç Kalmış Sayılmayız
Ümitvâr olmak, îmânımızın gereğidir. Her türlü imkânlar kullanılarak gerçekleştirilen salvolara yalnızca cemaat yapısı ya da sivil toplum kuruluşları ile karşı koyabilmek pek kolay görünmemektedir. Son darbe kalkışmasını gerçekleştirmiş olan ve kendisini cemaat olarak tanıtan yapının, gerek tesettürün ehemmiyetinin buharlaştırılmasına, gerekse de biçiminin değiştirilmesine yönelik operasyonlarının hep merkez üssü olduğu gerçeği ve arkasındaki beynelmilel güçlerin varlığı da göz önüne alınıp, tesettürün Allah Teâlâ’nın istediği gibi olması için adeta bir seferberlik başlatılmalıdır.
Bu seferberlik kapsamında, ülke çapında istisnasız herkese ulaşılmalı, akide başta olmak üzere, mükellef kimselerin giyim-kuşam da dâhil bütün mükellefiyetlere dair malumat, her bir seviyeye uygun bir şekilde aktarılmalıdır.
Büyük ölçüde erozyona uğramış tesettür anlayışı, sahîh kaynaklara başvurularak tashîh edilmeli, kadınla erkek arasında iffeti koruma ve gözleri sakındırma hususunda herhangi bir fark bulunmadığı mevzuu ve bilhassa gözleri sakındırma ve karşı cinsten korunma noktasında erkeklerin de kadınlar kadar sorumlu olduğu konusu, temel anlayış olarak öne çıkartılmalıdır. Kur’ân-ı Âzzîmüşşân’daki cilbâb emri ve bunun en uygun karşılığı olan çarşafın önemi,[7] hakkıyla vurgulanmalıdır.
Biz inanıyoruz ki bu necip millet, maruz kaldığı operasyonlar sebebiyle bir tür bilinç buhranı yaşamaktadır. Fakat mayası ve özü sağlamdır. Kuvvetli bir bilinçle uzanacak olan ihyâ eli vesilesiyle, inancından iffeti muhafazaya, her alanda Âlemlerin Rabbi’nin murâdına uygun hayat tarzına yani aslına rücû edecektir.
Dipnotlar
[1] H. Yunus Apaydın, ‘’Tesettür’’, Dia, c.XL, s.541.
[2] Konuyla ilgili geniş malumata; el-A‘râf Sûresi’nin tefsirinin yer aldığı Ruhû’l-Furkân Tefsirinin 15. cildinden erişilebilmek mümkündür.
[3] M.Ö. 5000 senesinden başlayarak Akad tarihi incelense ya da elde bulunan tarihi veriler kronolojik olarak coğrafyalar esas alınarak değerlendirilse; Asurlulardan Babil’e, Mezopotamya’dan Hitit, Frigya, İyonya ve Urartu gibi Anadolu uygarlıklarına, Orta Asya’da Türkler’e ve Yahudilik ve Hristiyanlığın tarihine uzanılsa, kadınların başlarını da örtmek suretiyle bedenlerini setreyledikleri, bazı tarihi kesitlerde bunun müeyyidelere bağlı birer zorunluluk olduğu kolayca tespit edilebilecektir. Tarihçeye dair malumat için bkz. Cihan Aktaş, Kılık Kıyafet ve İktidar, Nehir Yayınları, İstanbul 1991.
[4] Kanaat-i âcizemize göre bu dergilerin adı anıldığında, onların ehemmiyetini ifade sadedinde bir pasaj açmak, her şeyden evvel teslim edilmesi gereken bir haktır. Bu mecmualar, İslâm’a karşı her türlü saldırının gerçekleştiği son derece kritik dönemlerde, Dinî Mübîn-i İslâm’ı müdafaa konusunda çok mühim hizmetlerde bulunmuşlardı.
[5] 1923’te Cumhuriyeti ilan eden yeni devletin anayasasında devletin dinîni tanımlama noktasında ”İslâm” ibaresi yer almaktayken, 1927 senesinde bu ibare çıkartılmış, 1937’de ise ”Laiklik” ibaresi monte edilmiştir.[5] Birçok kısıtlama ve yasaklamalara hatta ezanın asıl diliyle okunmaktan uzaklaşılmasına rağmen -şapka meselesi dışında- kıyafete dair bir tartışma yaşanmamış, kamuda da başörtüsüne müdahale edilmemiştir. Buna mukabil, kadınların açılmasının meşru kılınmasına yönelik faaliyetlerden de geri durulmamıştır.
[6] Gerek Diyânet İşleri Başkanlığı yapmış gerekse de bu kurumda başka vazifelerde bulunmuş kimselerden başörtüsü konusunda farklı görüşler serdedenler olmuşsa da, danışıldığında Din İşleri Yüksek Kurulu bu konuda hiçbir zaman taviz vermemiştir. Özellikle bu konuya ilişkin 1980 ve 1993 sayılı kararlarda kadınların başlarını örtmelerinin farz-ı ayn olduğu vurgulanmış, aksi görüşlerin bir kıymeti olmadığı ehemmiyetle vurgulanmıştır.
[7] Çarşaf giymenin lüzumuna ve İslâm’a göre giyim ve kuşama dair: İsmailağa Fıkıh Kurulu (Hüsameddin Vanlıoğlu, Abdullah Hiçdönmez, Fatih Kalender, Emin Ali Yüksel), İslâmda Giyim Kuşam ve Tesettür, Aktaş Yayıncılık, İstanbul 2016 kitabından ve ayrıca Said Nursi merhumun Tesettür Risalesi adlı eserinden detaylı malumata erişilebilir.