Şehid Bayram Ali Öztürk hocamızı, şehadetinin sene-i devriyesinde rahmet ve minnetle anıyoruz…
‘’Şüphe yok ki iman ğarib başlamıştır, başladığı gibi ğârîb hale dönecektir. Ne mutlu o günde insanlar bozulduklarında (sağlam kalanlara) ve sünnetimden bozduklarını ıslah edecek olan ğarîblere.’’[1] hadîs-i şerîfiyle başlardı sohbetlerine. Daima dertli olmaktan, büyüklerin çektiği çilelerden bahseder, çile çekmenin felsefesi var derdi. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’nin, dava uğruna çile çekmeye dair mektubunu okurken, davaya sevdalı olmanın aynı zamanda çileye talip olmak olduğunu haykırırdı.
Henüz muhabbetle sevilen ve hiç unutulmayan, asla da unutulmayacak olan Hızır Ali Muratoğlu hoca efendinin şehadetinin yüreklere düşürmüş olduğu kor sönmeden, kurşun yaraları sarılamamışken bu sefer bir de hançer saplanmıştı aşkın, sevginin ve karşılıksız muhabbetin sinesine…
Hızır Ali Muratoğlu Hocamızın Şehâdeti
Hoca efendi, imam-hatiplik vazifesini ifa ettikleri Çukurbostan Camiinde, mutat derslerinin ve cemaatle hasbihalinin ardından İsmailağa Camiine geçmiş ve orada bulunmaktayken 1’i karaciğerine, 6’sı göğsüne isabet eden kurşunlara hedefi olarak şehâdet mertebesine erişmiştir. Saldırı ve suikast dahi kendisinden utandığı bir sabahı yaşamış, kurşunlar yalnızca hoca efendinin sinesini değil, milyonlarca insanın gönül dünyasını tahrip etmiştir.
Şehit Olacağını Daima Söylerdi
Suikasti derinden hissedip yaşayanlardan biri olmuştur Bayram Ali Öztürk hoca efendi. ”Bana göre Muhammed Mustafa (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) vurulmuştur” sözleriyle, bu acıyı ne kadar derinden yaşadığını ve ne seviyede hissettiğini ve planın asıl maksadını böylece deklare etmiştir.
‘’Hızır Efendi şehit edildi ama asıl hedef bendim. O dönemin gazeteleri de bunu açıkça yazmışlardı’’ der, çelik yelek giydiğini ifade eder ve: ‘’bana bir şey olsa hakkımı-hukukumu kim müdafaa eder’’ diyerek hayıflanırdı; şehâdetinden sonraki durumu seneler öncesinden ifşa edercesine. İfşa edilmiş olan vakit, takvimler 3 Eylül 2006 Pazar günü sabahında, tekke sohbetine vasıl olunduğunda gelip çatmıştır. Ancak dizi ya da film senaryolarının sahnelendiği görüntülerde şahit olunabilecek bir şekilde, bir kâtil ve katl hadisesi gerçekleştikten sonra katili infaz etmekle görevlendirilmiş bir grubu da içeren sinsi plan sahneye konulmuş ve hoca efendi bıçak darbelerinin hedefi olmuştur. Ecel gelmiş, doktorlar da çare olamamış, kaldırıldığı hastanede tüm müdahalelere rağmen hemen her sohbetinde özlemle andığı şehâdet şerbetini içmiştir.
Bu saldırıların İsmailağa Camiinde gerçekleştirilmiş olması, Hızır Ali ve Bayram Ali Öztürk efendilerin (Rahmetullâhi Aleyhimâ) şahsından ziyade, direkt olarak bu tarikat-i âliyyenin, bu tekkenin hedef alındığını göstermesi açısından ayrıca önem taşımaktadır.
Neden Bayram Hoca?
Alışılmış hocaların dışındaydı. Şuur ve kültür seviyesi açısından müthiş bir uyanışın öncüsü olmuş, söz konusu uyanış çığ misali, hızla artmakta ve yayılmaktaydı. Bünyeye adeta bir serum tesiri yapıyor, kalplerin olduğu gibi zihinlerin gözeneklerini de açıyor, İslâmî şuurun yanında, dil, tarih, sanat ve daha birçok alanda büyük bir bilgi hareketi başlatıyordu. Beynelmilel şer odaklarının plan ve projelerini haber veriyor, memleketimizin başına belâ olan birçok hadise hakkında uyarılarda bulunuyordu.[2] Muhtemeldir ki, bu uyarılar ve uyanış hareketi hoca efendiyi, derin güçlerin hedefi haline getirmişti.
Medyanın İkiyüzlülüğü
‘’Bana bir şey olsa hakkımı-hukukumu kim müdafaa eder’’ demişti. Dediği gibi de oldu. Şehâdetinden sonra bilhassa ikiyüzlü medyada çok şeyler yazılıp çizildi. Programlarda hoca efendinin şehadetinin arkasında kimler olduğuna ve cinayetin aydınlatılmasına yönelik taleplerin gündeme taşınması yerine, ironilerle, kurgularla hoca karşıtlığı hatta İslâm karşıtlığı sergileniyordu. Bu durum hâlâ değişmedi. Hoca efendinin şehâdeti her gelişmede yeniden gündeme getirilmekteyse de, hakiki faillerin bulunması noktasında gereken özveri gösterilmemektedir.
Hakkıyla Tanınmış Olsaydı
Hakkıyla tanınabilmiş olsaydı diyerek hayıflanıyor insan, bu büyük değeri yitirmiş olmanın ardından… Entellektüel kesimden; farklı dünya görüşleri ve ideolojilere sahip olmalarına karşın, hakkaniyetli olmayı şiar edinmiş, kültür birikimi ve fikirlere değer verenler onu tanısaydı, ilminin ve derinliğinin farkına varabilselerdi, onları İslâm ve İslâmî İlimlerin mükemmelliği ile buluşturabilecek geniş bir gönül yolu açılabilirdi.
Sohbetlerinde İslâmî İlimlerin hemen her alanında önemli âlimlerin sözlerini ve örnekliğini aktaran, birçok kitabın ismini zikredip bunlardan nakillerde bulunan; yeri geldiğinde binlerce yıl evvel yaşamış, felsefenin hem temelini hem de çatısını oluşturmuş olan kadîm filozoflardan, felsefenin en çaplı ayrıntılarından hatta cahiliye Araplarının şairlerinden ve şiirlerinden bahseden; klasikleşmiş edebiyat ürünlerine her fırsatta değinip kadîm ve yakın dönem edebiyatçılardan sıkça bahseden, tam sırası geldiğinde onların kitaplarından nakillerde bulunmayı ihmal etmeyen; din, tarih, edebiyat-dil, felsefe ve genel kültür, en mühimi de bu zamanın belki en büyük eksiği literatür bilgisi noktasında muazzam bir birikime sahip olan Bayram Ali Öztürk hoca efendi, kendisini rahat bir şekilde ifade edebileceği imkânlara sahip olsaydı ve bu vesileyle yeteri kadar tanınmış olsaydı, önemli bir irşâd köprüsü olurdu.
Katı ve kara kalbinde kin, nefret, garez barındırıp da onu ilgiyle besleyenler dışında kalan herkes, hoca efendinin görüşlerine değer verirdi. O, şüphesiz hak ettiği değeri göremedi insanlardan; tanınmadı-tanınamadı, hakkı teslim edilemedi tıpkı kendisinden evvel gelip geçmiş ulemâ gibi. En acısı da vefatının müsebbibi o sinsi tezgâh hala aydınlatılamadı…
[1] Müslim, İman 232 ; Tirmîzî, Îman 13 ; İbn-i Mâce, Fiten 15 ; Dârimi, Rikak 42 ; Ahmed B. Hanbel c.l, s.184, 398, c.2, s.222, 389, c.3, s.73
[2] Dinler Arası Diyalog ve Cizvitler bağlantısından bahsedişi, masonlar ve tapınak şövalyeleri gibi konular.