İbn Abbâs ve İbn Me’sûd (Radıyallâhu Anhümâ) şöyle anlatıyor: “İsrailoğullarında bir âbid vardı. İsmi, Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ idi. Mûsâ (Aleyhisselâm) o âbidin oturduğu şehri fethetmek istedi. O şehrin halkı kâfir idi. Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ, ism-i a‘zâm duasını biliyordu. O şehrin hükümdarı, Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ’dan, şehri fethetmemesi için Mûsâ (Aleyhisselâm)a bedduâ etmesini istedi. Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ onlara şöyle dedi:
– “Benim dinim ile Mûsâ (Aleyhisselâm)ın dini birdir. Sizin bu istediğiniz kesinlikle olmaz. Ben ona nasıl bedduâedebilirim; 0 Allah’ın peygamberidir, onunla birlikte melekler ve mü’minler vardır. Ben, Allah’ın bana bildirdiği bazı şeyleri biliyorum. Şöyle ki; eğer sizin bu dediğinizi yaparsam, benim dünyam da âhiretim de gider.”
O şehrin halkı, Bel‘am’ı, Mûsâ (Aleyhisselâm)a bedduâ etmeye iknâ etmek için ellerinden geleni yaptılar, ona mal ve hediyeler getirdiler. Sonunda onu kandırdılar.
Bir rivayete göre de, Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ’nın Mûsâ (Aleyhisselâm)a bedduâ etmesi için kandırılması şöyle olmuştur; Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ’nın bir hanımı vardı. Bel‘am onu çok sever ve onun bir dediğini iki etmezdi. Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ’nın kavmi, aralarında bir çok hediye topladılar ve Bel‘am’ın karısına hediye ettiler. Kadın onların hediyelerini kabul etti. Sonra kavmi, Bel‘am’ın hanımına şöyle dediler:
– “Başımıza gelenleri biliyorsun. Bel‘am’la bu konuda konuş. Onu ancak sen ikna edersin. Mûsâ’ya (Aleyhisselâm) beddua etmesi için onu ikna et.” Hanımı Bel‘am’a şöyle dedi:
– “Kavminin senin üzerinde hakları vardır. Üstelik onlar senin komşularındır. Başlarına musibet geldiği anda, senin gibi komşularını yalnız başına bırakan kimse yoktur. Kavminin sana birçok iyiliği vardır. Senin de buna karşılık onlara iyilik yapman ve onların işini görmen lazımdır.” Bel‘am şöyle dedi:
– Bu işin Allah katından olduğunu bilmeseydim, onların dediklerini yapardım.
Hanımı, Bel‘am’ı ikna edinceye kadar ısrar edip durdu. Sonunda Bel‘am fikrini değiştirdi ve Mûsâ (Aleyhisselâm)a beddua etmeye karar verdi. Bel‘am merkebine bindi ve Mûsâ (Aleyhisselâm)a beddua etmek için, dağa doğru gitmeye başladı. Çok az yol almışlardı ki merkep diz çöktü. Bel‘am indi ve merkebi bir güzel dövdü. Öyle ki neredeyse hayvanı öldürecekti. Hayvan ayağa kalktı. Bel‘am merkebe bindi. Merkep yine diz çöktü. Bel‘am hayvanı tekrar dövdü. Tam bu sırada merkep Allah’ın izniyle dile geldi ve şöyle konuştu:
– “Ey Bel‘am! Yazıklar olsun sana! Nereye gidiyorsun? Görmüyor musun önümde melekler var, beni geri çeviriyorlar. Ben, Allah’ın peygamberine ve mü’minlere beddua etmen için seni nasıl götürebilirim?
Bunun üzerine Bel‘am merkebi kendi haline bıraktı ve yürüyerek dağın tepesine çıktı. Duâ etmeye başladı. Bedduâ etmeye başladığı zaman, Allah Teâlâ dilini kavminin aleyhine çeviriyordu. Yani kavmine bedduâ ediyordu. Duâ etmeye başladığı zaman, Allah Teâlâ dilini Mûsâ (Aleyhisselâm)ın lehine çeviriyordu. Yani Mûsâ (Aleyhisselâm)a dua ediyordu. Bu durumu gören kavmi, Bel‘am’a şöyle dedi:
-“Ey Bel‘am! Sen bize bedduâ, Mûsâ’ya duâ ediyorsun? Sen ne yapıyorsun? Hâlbuki biz seni bunun tam tersini yapmak için çağırmıştık.
– Vallahi, dilimi Allah böyle konuşturuyor. Ben ne yapabilirim?
Daha sonra, Bel‘am’ın dili göğsüne kadar sarktı. Bel‘am kavmine şöyle dedi:
-“Vallahi, şimdi benim dünyam da âhiretim de gitti. Artık bundan sonra, hile yapmaktan başka çare kalmadı. Siz şimdi şu hileyi yapın; kadınlara en güzel elbiseleri giydirin, onları süsleyin, en güzel kokuları onlara verin. Sonra onları Mûsâ (Aleyhisselâm)ın askerlerinin arasına salın. Ayrıca onlara şunu sıkı sıkı tembihleyin: “Hiçbir kadın, kendisini isteyen askeri geri çevirmesin. Askerlerin içinden bir tane adamın zinâ etmesi, sizi onlara galip getirmeye yeter.” Kavmi Bel‘am’ın dediği gibi yaptı.
Kadınlar askerlerin içine girince, kadınlardan bir tanesi İsrailoğullarının ileri gelenlerinden bir adamın yanına gitti. Kadının güzelliği hoşuna gidince, adam ayağa kalktı ve kadının elinden tuttu. Sonra adam kadını Mûsâ (Aleyhisselâm)ın yanına götürdü ve Mûsâ (Aleyhisselâm)a şöyle dedi:
– “Zannediyorum ki, sen şimdi buna haram dersin.”
– “Evet, o kadınla beraber olman haramdır. Ona yaklaşma.”
– “Vallâhi, bu konuda biz sana itaat etmeyeceğiz.”
Adam daha sonra kadını bir kulübeye götürdü ve onunla beraber oldu. Allah Teâlâ, o anda İsrailoğullarına tâûn hastalığını verdi. Fehaz ibni Ayzer Mûsâ (Aleyhisselâm)ın emir eri idi. Bu zat iri yapılı ve kuvvetli bir kimseydi. Diğer adam zinâ ettiği zaman, Fehaz ibni Ayzer ordunun içinde/ orada yoktu. O sırada Tâûn İsrailoğulları arasında alıp yürümüştü. Fehaz ibni Ayzer geldiği zaman, durumu kendisine haber verdiler. Fehaz ibni Ayzer mızrağını eline aldı. Mızrağı tamamen demirden yapılmıştı. Sonra kulübeye girdi. O sırada adam ile kadın yatakta idi. Mızrağı ikisine birden sapladı. Sonra ikisi de mızrağa geçirilmiş olduğu halde dışarı çıktı. Fehaz onları mızrağına geçirmiş, dirseklerine dayanmış ve mızrağı sakalına yaslamıştı. Onları o şekilde havaya kaldırdı ve şöyle dedi:
– “Allah’ım! Sana isyân edeni biz böyle yaparız.”
O zaman kendilerinden Tâûn hastalığı kaldırıldı. Adamın zinâ etmesiyle, Fehaz’ın onları öldürmesi arasında geçen zaman içerisinde, İsrail oğullarından Tâûn hastalığından ölenlerin sayısı 70.000 kişi idi.
Sonra Mûsâ (Aleyhisselâm) o şehrin halkıyla savaşması için Yûşâ ibni Nûn’a emir verdi. Yûşâ (Aleyhisselâm) onları yendi; kimisini öldürdü, kimisini esir aldı. Bel‘am’da esirler arasındaydı. Onu da öldürdüler. Daha önce Bel‘am’a verilen birçok hediye de getirildi ve ganimetlerin arasına konuldu.[1]
Cenâbı Hakk Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ ve onun gibiler hakkında şöyle buyurmaktadır:
“(Habîbim!) O (Yahûdîlere ve diğer insa)nlara o (mânevî değerleri menfaat karşılığı zâyi eden Bel‘am ibni Bâ‘ûrâ isimli) şahsın önemli haberini sürekli oku ki; Biz ona âyetlerimiz(le alâkalı bâzı ilimler)i verdik, fakat o (Bizim âyetlerimizi inkâr ederek, yılanın derisinden sıyrılması gibi) onlardan sıyrılıp çıktı, bu sebeple de (îmanlıyken takibinden âciz kalan) şeytan kendisine kavuştu ve sonunda o, azgınlardan oldu.
Biz (ezelde onun hidâyeti tercih edeceğini bilseydik de bu yüzden onu, kendisine verilen âyetlerden istifâdeye muvaffak kılmayı) dileseydik, elbette onlar(a inanıp amel etmesi) sebebiyle kendisini (takvâ sahibi âlimlerin derecelerine) yükseltirdik. Lâkin o (Bel‘am), o (âdî dünyâ) toprağ(ın)a meyletti de (kabilesinin hoşnutluğunu kazanma uğruna nefsinin) kötü arzusunun peşine düştü. Artık onun durumu köpeğin (en âdî) hâli gibidir ki; (onu kovalamak için) üzerine hamle yapsan da nefes nefese kalarak dilini çıkarır yâhut onu (kendi hâlinde) bırakacak olursan yine soluk soluğa dilini çıkarır. (İşte dünyâya düşkün olana vaaz etsen de tesir etmez, hâli üzere bıraksan da huyundan vazgeçmez. Zîrâ ondaki hırs, köpeğin soluması gibi onun ayrılmaz bir vasfı olmuştur.) İşte sana! (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in vasıflarını Tevrât’ta okuduktan sonra, bile bile) âyetlerimizi yalanlamış olan o (Yahûdî) kavmin(in) ibretlik hâli budur. Öyleyse bu kıssayı sürekli anlat, tâ ki onlar iyice düşünsünler (de bu kişinin durumuna düşmesinler).”[2]
Alınacak Hisse:
Demek ki insan hiçbir şeyine ve hiçbir ameline güvenmemelidir. Kimsenin sonunu ne olacağı belli değildir. Bu yüzden, Allah’a çok yalvarmalı, son nefese kadar İslâm’ı yaşayıp, son nefeste îmân ile gitmek için çok duâ etmelidir. Allah Teâlâ’ya isyan noktasında hiç kimseyi dinlememek lazımdır. Zira yarın onlar bizi Allah’ın azabından kurtarabilecek değildir.
Allah Teâlâ, bir noktaya kadar kuluna mühlet vermektedir. Görüldüğü gibi, Bel‘am, Mûsâ (Aleyhisselâm)a bedduâ etmek için yola çıkmasına rağmen, Allah Teâlâ onu hemen helak etmemiştir. Hatta belki yanlışından döner diye, merkebini yürütmemiş ve dile getirerek konuşturmuştur. Öyleyse insan, başına gelenlerden ve gördüğü olaylardan ibret almalı ve pişmanlığın fayda etmeyeceği an gelmeden önce yanlışlarından vazgeçerek Rabbine yönelmelidir.
Dipnotlar
[1] İsmâil Hakkı Bursevî, Rûhu’l Beyan, 3/276.
[2] A‘râf Sûresi, 175-176.