Büyük Şeyh Efendi (Kuddise Sirruhû), Risâle-i Kudsiyye’de şöyle buyurmuştur:
»خُدَا اِسْمِ جَلاَلِيلَه چُو دَسْتُرْ«
“Hudâ İsm-i Celâliyle çû destur”
(Allâh’ın İsm-i Celâli ile müsaade istedim.) [1]
Bu, «بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ» diyerek yazmaya başladım demektir.[2]
Huda kelimesi Farsçadır. Allâh-u Te‘âlâ’nın ismine denir. İsm-i Celâl de Allâh-u Te‘âlâ’nın ismidir. Buna, lâfza-i Celâl, ism-i Zât, lâfzatullâh da denir.
Destur, müsaade demektir.
Bir işe başlanırken «بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ» ya da kısaca «بِسْمِ اللهِ» denir. Cebrâil (Aleyhisselâm), Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e vahiy getirdiği zaman ilk olarak
«بِسْمِ اللهِ» derdi.
Asr-ı Saâdeti yaşamış olan Sahâbe-i Kirâm (Rıdvânullâhi Te‘âlâ Aleyhim Ecma‘în) besmele inmediğinde bir sûrenin bitmediğini bilirlerdi. Besmele-i şerîf indiği zaman sûrelerin arasını ayırdığı için bir sûrenin bittiğini, diğer sûrenin başladığını anlarlardı.
Besmele okuyan için her harfine karşılık bir sevap yazılır, dört bin günah silinir ve kendisi dört bin derece yükseltilir.
«دِيلَه دِمْ بَدْءْ اِيدَمْ تَا اِيدَه مَنْصُورْ »
“Diledim bed idem tâ ede mensûr.”[3]
Nâsır: Yardım edici, Mevlâ Te‘âlâ.
Mensûr: Yardım olunmuş. Kimdir yardım olunan? Besmele ile başlayandır. Yani “Allâh-u Te‘âlâ’nın ismi ile başladım ki, yardım olunanlardan olayım.[4]
(…) Her işte Mevlâ Te‘âlâ Hazretleri’ne muhtaç olduğumuzu çok iyi bilmeliyiz. Her işe başlarken besmele çekmeliyiz. Meselâ; yemek yemeğe besmele çekerek başladığımızda; “Ağza alınışında, çiğnenişinde, yutuluşunda, yemek borusundan geçişinde, mideye faydalı olup zararlı olmayışında Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle başlıyorum.” demek istemiş oluruz.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in buyurduğu gibi, Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle başlarsak o zaman yardım olur:
«كُلُّ أَمْرٍ ذِي باَلٍ لاَ يُبْدَأُ فِهِ بِبِسْمِ اللهِ فَهُوَ اَبْتَرُ»
“Şerefli ve kıymetli herhangi bir işe Allâh’ın ismiyle başlanmaz ise o iş hayırsızdır.”[5]
İslâm’ın emrettiği, müsaade ettiği her iş şereflidir. Neûzübillâh kumar oynayan şerefli değildir, rezalet sahibidir. Keza gıybet etmek, söz taşımak, yalan söylemek, fesatlık koparmak için gezmek… Bunlar şerefsiz işlerdir. Şerefli iş, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenmek, öğretmek, Kur’ân-ı Kerîm’in emirleriyle amel etmek, ettirmek, ihlâsı kazanmak, kazandırmak, iyi niyet etmek, ettirmek… Böyle böyle tâ ki zikri kalbe yerleştirinceye kadar çalışmalıdır.
Mevlâ Te‘âlâ’dan yardım istemekte, O’nu unutmamak vardır. Unutmamak meselesi var ya, çok büyük bir meseledir. Şu âyet-i kerîmede Mevlâ Te‘âlâ Hazretleri kendisini unutanlar için şöyle buyuruyor:
«…نَسُوا اللّهَ فَنَسِيَهُمْ…»
“…Onlar Allâh(ın taatı n)ı unutmuşturlar, bu sebeple Allâh da (rahmetini ve fazlını taksim ederken) kendilerini terk etmiştir…”[6]
Bir şey ki Mevlâ Te‘âlâ’nın bizi unutmasına sebep oluyor, ondan daha kötü bir şey yoktur. Mevlâ Te‘âlâ’nın bizi unutması, rahmetinden ve fazl-ı kereminden taksim ederken bizi mahrum etmesi, bize vermemesi demektir. İşte Allâh-u Te‘âlâ’yı unutmamanın ilacı ise bu âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere:
«…فَاذْكُرُونِي أَذْكُرْكُم»
“Öyleyse siz(, taatlar, zikirler ve dualarla) Beni anın ki, Ben de(, sevaplar, övgüler ve kabullerle) sizi anayım!..”[7]
Her ibâdette, her işte huzûr-u kalb lâzımdır. Kimden yardım istediğini, kimi zikrettiğini, kime şükrettiğini, kim için kıyâmda durduğunu, kime eğildiğini, kime secde ettiğini bilmek lâzımdır…[8]
İş Bakımından Zarar Edenler Kimlerdir?
«قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالاً»
“(Habîbim!) De ki: “Biz size, (yaptıkları iyi işlerden hiçbir fayda göremeyecekleri için) ameller bakımından en çok zarar edenleri haber verelim mi?”[9]
İş bakımından kâr edenler vardır, zarar edenler vardır. Kâr eden kimler? Allah Te‘âlâ’ya îmân edenler. Zarar eden kimler? Allâh-u Te‘âlâ’dan başka ilâh ittihaz edenlerdir. Onlar da iş görüyorlar, çalışıyorlar, yoruluyorlar fakat faydası yok bunun, onlara zararı var.
Bir beyitte şöyle gelir:
«نَامَه كَشْ عُنْوَانُ نَه قَالَ الله با قَالَ النَبِيسْت
حَاصِلِ مَضْمُونِ اوُ خُسْرَانِ روُزِ مَحْشَرَسْت»
“Bir kitap ki başında Allâh(-u Te‘âlâ şöyle) dedi, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem şöyle) dedi (lafızları) yok. O kitabın içine aldığı şeyin hâsılı mahşer gününün hüsranıdır.”
Okuyorlar, okuyorlar okuduklarının içinde bir âyet, bir hâdis yok! O dergiyi, bu gazeteyi, şu mecmuayı okuyorsun da peki kahvaltında çeşitli nimetlerini, pamuk gibi yumuşacık ekmeklerini yediğin Allâh-u Te‘âlâ’nın buyurduklarını niye okumuyorsun?
(…)
İnsana sorulacak; yazdığın kitabın evveline benim ismimi niye koymadın? Yiyeceklerimi beğendin, yedin; sularımı beğendin içtin; giyeceklerimi beğendin, giydin. Bütün bunları yaparken niçin besmele çekmedin? Benim ismimi beğenmedin mi? Benim yarattığım kâinatı ve canlıları beğendin de Beni mi beğenmedin? Daha neler, neler denilecek…[10]
Dipnotlar
[1] Risâle-i Kudsiyye, Beyt-2’den.
[2] İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Risâle-i Kudsiyye Şerhi ve Îzâhı, Ahıska Yayınevi, İstanbul, 2014, c.1, s.19
[3] Risâle-i Kudsiyye, Beyt-2’den. (Sonraki mısra)
[4] İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Yayınevi, İstanbul, 2010, c.1, s.30-31
[5] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Yayınevi, İstanbul, 2010, c.1, s.99-100
[6] Tevbe Sûresi:67’den.
[7] Bakara Sûresi:152’den.
[8] İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Yayınevi, İstanbul, 2010, c.1, s.99-100
[9] Kehf Sûresi:103
[10] İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Yayınevi, İstanbul, 2010, c.1, s.64