Tasavvuf ve tarîkat, şerîata bağlı ve muvafık olduğu müddetçe müstakim ve makbuldür. Nitekim tasavvuf büyükleri, tarîkat ve hakîkatin, şerîatın iki hizmetçisi olduğunu söylemişlerdir.[1] Buna göre tarîkat ve hakîkat, şerîata merbut bir şekilde hareket eden iki kavramdır. Ondan bağımsız olmaları düşünülemez. Şerîatın da iki ana kaynağı vardır. Bunlar Kur’ân ve sünnettir. Dinin esas dairelerini belirleyen bu iki kaynak, İslâm ile taallûk eden her türlü olay, mesele, yol, düstur ve menhecde aslî kıstas, değişmez ölçüdür.
Tarîkat, şerîatı daha iyi yaşayabilmek, şer‘-î şerife ait ne varsa daha iyi tatbik edebilmek için var olan bir müessesedir. Bu nedenle bazı büyükler tarîkatın işlevini “itikadda yakîn ve amelde yüsr/kolaylık” şeklinde iki başlıkta özetlemişlerdir. Tarîkat, “Şayet gözlerimden perde kaldırılsa yakînim artmaz.”[2] buyuran Hazreti Ali (Radıyallâhu Anh) gibi bir imana sahip olabilmek ve namazla ferahlayan bir maneviyatı elde edebilmek için var olan bir uygulama, bir müessesedir. Şu hâlde tarîkat, yukarıda naklettiğimiz gibi şerîatın yardımcısı ve muhafızı konumundadır. Tasavvuf ve tarîkattaki tüm uygulamalar bu amaca matuftur.
Şerîat ile Tarîkat Arasındaki Hassas Ölçüler
Şerîat ile tarîkat arasındaki bu muvazeneyi, bu dengeyi kavradığımızda, herhangi bir yolun ve meşrebin doğru olup olmadığını idrak etmemiz zor olmayacaktır. Zira Büyük Şeyh Efendi Mevlânâ Mustafa İsmet Ğarîbullâh Hazretlerinin o veciz, “Şerîat fark eder bir bî irtiyâb”[3] ifadesinden de anladığımız üzere, doğru tarîkat ile batıl tarîkatın arasını ayıracak olan yegâne ölçü şerîattır. Meselenin bu noktasında hemen belirtelim ki, buradaki şerîatın temsilcisi de fıkıhtır. Yoksa şerîat, Kur’ân ve sünnet gibi kavramları kullanarak bir takım türedi tiplerin nevzuhur fetvaları demek değildir.
Buna göre, tarîkat namına yapılan birtakım işler ve insanlara öncülük etme makamındaki kişilerin fiilleri, dört mezheb fıkhının haricinde kalıyorsa bu batıldır. Bu gibi kabahatlerin manevî hâller, hikmet, havas ilmi vs. gibi kılıflarla örtbas edilebilmesi de mümkün değildir. Ebu Sa‘îd el-Harrâz hazretlerinin o güzel ifadesiyle “Zahire muhalif olan her bir batın batıldır.”[4] Zırvanın te’vil götürmeyeceği gerçeğinden hareketle söylemeliyiz ki, bu tarz fiillerde hikmet aramak cehaletin ürünüdür.
Hazreti Musa ve Hazreti Hızır (Aleyhimesselâm) Kıssası
Ayrıca şunu da unutmamalıyız ki, Hızır (Aleyhisselâm) ile Musa (Aleyhisselâm) kıssası bir yönüyle bu konuya ışık tutmaktadır. Zira bu kıssa şerîatı tam tatbik eden mürşide zahiren yanlış gibi görünen fakat iç yüzüne bakıldığında şerîata uygun olan birtakım işlerde ittibaya, işareten delâlet etmekteyse de, bir başka yönüyle şerîatı savunmayı öğütlemektedir. Zira kıssaya baktığımızda şunu görmekteyiz: Musa (Aleyhisselam), karşısında bütün işlerini Allah (Celle Celaluhû)dan aldığı ilhamla yapan bir zat olduğunu bilmektedir.[5] Buna rağmen zahiren şerîata muhalif görünen işlerde dayanamayıp hamiyyet-i imaniyye gereği itiraz etmektedir. Bugün tarîkat veya cemaat adı altında her türlü şerîatsızlığı mubahlaştırmaya çalışanların fiillerinde hikmet arayanlara sormak gerekir: Bu kimselerin her hareketini Allah (Celle Celâluhû)dan aldıkları ilhamla yaptıklarına dair elinizde bir delil mi var? Kellâ… Musa (Aleyhisselâm)ın bu davranışının size öğüt olduğu hiçbir yanı yok mudur? Musa (Aleyhisselâm) ilhamla hareket ettiği bir zata karşı dahi şerîat hamiyyeti gereği sabredemezken, sizdeki bu rahatlığın, boş vermişliğin ve aymazlığın nedeni ne ola ki?
Fıkha Muhalif İşler ve İlme Değer Vermeme
Bir tarîkatın bozuk olduğunu fıkha muhalif işlere olur vermesinden anlayabileceğimiz gibi buna paralel olarak ilme barikat olmasından da anlayabiliriz. Yani herhangi bir meşreb, medreseye, okumaya, öğrenmeye, âlim yetiştirmeye teşvik etmiyorsa aksine bunları engelliyorsa o meşreb bozuktur. Bozuktur, zira kendi açıklarının ortaya çıkmasını istemiyordur. Nitekim okuyan, öğrenen, gelişen insanlar ilim mertebelerinde mesafe kat ettikçe doğru ile yanlışı ayırt etme imkânına sahip olurlar. Siz böyle insanlara zırvaları “hikmet” diye yutturamazsınız. Bu yüzden de sahte tarîkatların gözümüze çarpan bariz bir özelliği de “cahillere hitap etmek istemesidir.”
Son cümlemiz de şu olsun: Bizlere şerîatı bütün vücûhâtıyla tatbik etme nimetine sahip olan, “Son nefesim kalsa size okuyun derim.” buyuran, ulemanın kendisine mürîd olmakla kendilerini müşerref saydıkları bir şeyh bahşeden Rabbimize hamd ü senâlar olsun. Rabbim ona sıhhat ve afiyetler bahşeyleyip hayırlı uzun ömürlerle muammer eylesin. Bizleri de ona kâmil manada ittiba ile nasiplendirsin!
Dipnotlar
[1] İmâm-ı Rabbânî Ahmed el-Farûkî es-Sirhindî, el-Mektûbât, I/50.
[2] İbrahim ibni Ömer ibni Hasen el-Bikâ‘î, Nazmu’d-Dürer fî Tenâsübi’l-Âyâti ve’s-Süver, Daru’l-Kitâbi’l-İslâmî, Kahire, 2/136; Ebüssuûd, Muhammed ibni Muhammed, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut, 1/56.
[3] Mevlânâ Mustafa İsmet Ğarîbullâh Hazretleri, Risâle-i Kudsiyye, s. 24.
[4] Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzî, Telbîsu İblîs, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1421, Baskı: 1, s. 287.
[5] Kehf Sûresi, 65-66.