Hayâta bir mânâ üzere geldiğimizi; varlığımızın bir hikmeti ve sebebi olduğunu ifade eden Dîn-i Mübîn-i İslâm, bu mânâ ve hikmeti en güzel şekilde değerlendirmemizi bizden istemektedir. Kulluk vazifelerimizi eda ederken zamanımızı en güzel şekilde değerlendirmemiz gerektiği; aksi takdirde âhirette pişman olarak gidebileceğimiz bize anlatılmaktadır. İslâm’ı en ince şekliyle yaşayan Sûfiyye-i Kirâm bu hususta da dikkatli davranmış ve ömür mefhumunu boşa harcamamak için gerekli tedbir ve önlemlere bizleri irşat etmişlerdir.
Nimetler elden çıkınca ehemmiyeti anlaşılır. Bu mânâda ecdadımız, “Ağacın yeri kesilince belli olur, balık sudan çıkınca suyun kıymetini anlar.” demişlerdir. Bu dünya neşetinde elimizde bulunan zaman nimetinin iyi değerlendirilmesi için Sûfiyye-i Aliyye’nin başı olan Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“İki nimet vardır ki insanların çoğu bu iki nîmette aldanmışlardır. Bunlar sıhhat ve boş zamandır.”[1]
Muhaddis İbnü Ebi’d-Dünya, Kitâbu’z-Zühd isimli eserinde Ebu’d-Derdâ (Radıyallâhu Anh)den yaptığı rivâyette şöyle demiştir:
“Ey âdemoğlu! Sen günlerden oluşmaktasın. Bir gün geçince bir parçan geçmiş olur. Ey âdemoğlu! Annenin seni doğurduğundan beri ömrünü yıkmaya/bitirmeye devam ediyorsun.”[2]
Bu mevkuf rivâyetten anlaşılacağı üzere zaman nimetini boş yere harcamak mücerret bir aldanma değil, adeta ömür vücudunun tel tel dökülmesi, âhirete yavan/sermayesiz bir şekilde gitme anlamına gelmektedir.
Ömrümüzü Nerede Harcadığımızdan Sorulacağız
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ine başka bir hadîs-i şerîflerinde zamanın öneminin âhirette tam mânâsıyla zuhûr ettiği, kişinin ömrünün hesabını vermeden Allâh-u Te’âlâ’nın huzurundan asla ayrılamayacağını ifade sadedinde şöyle buyurmaktadır:
“Kişi ömrünü nerede harcadığından sorulmadan hiçbir yere ayakları kıpırdamayacaktır.”[3]
Nimetlerin hesabını verirken en önce zaman nimeti sorulacağından, zamanın ne kadar değerli olduğu ve ahirette hesabıyla karşılaşacağımız ifade edilmektedir.
Meşayihtan sûfî muhaddis olan İmâm-ı Şa‘rânî (Kuddise Sirruhû) ömrün değerlendirilip zamanın boşa harcanmaması ile alâkalı birçok nasihatler zikrettiği el-Bahru’l-Mevrûd isimli kitabında, “Hayırlı amellerin yapılacağı vakitlerimizi boşa harcadığımızdan dolayı istiğfar edip (dünyada iken) pişman olmamız gerektiğini” ifade etmektedir.[4]
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû)nun Beyânları
Kâinatın Sultânı (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in üzerine basa basa zikrettiği zamanı, bir müridin ne şekilde değerlendirmesi gerektiğini Meşâyıhımızdan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) sinirlenmek ve gülmekten kendini korumak, hatta her bir mâlâyaniden uzak durmak gibi hususlarla açıkladıktan sonra şöyle demiştir:
“Bu yapılanların tamamı (mâlâyani, kızma, gülme) cezâ gününde Allâh-u Te’âlâ’ya arz edileceğinden (kişi) hayâ etmelidir. (Allâh-u Te’âlâ’nın ‘ben seni ömrünü gülüp eğlenerek, olur olmaz her şeye kızarak harcayasın için mi, bana ibâdet etmen için mi yarattım?!!’ sualine muhâtap olunacağı unutulmamalıdır.) Çünkü ömür aziz (çok değerli), vakit cevher-i nefis (paha biçilmez bir mücevher), fursat ganimet (ele geçen imkan ve fırsatlar kaçırılmaması gereken birer âhiret kârı) ve Melîk-i Cabbar (sıfatıyla muttasıf olan Allâh-u Te’âlâ)dan mühlet adim olmakla (tekrar zaman verilmeyeceğinden) her bir lahzanın (vakti) ondan daha enfes olan (çok daha güzel ve zevk veren) zikrullâha ve hak ile huzura sarf edilmesi lazımdır.”[5]
Hadîs-i Şerîfte;
“Cennet ehli sadece Dünya’da Allâh-u Te’âlâ’yı zikretmeden geçen vakitlere pişman olacaklardır.”[6] buyurularak, cennet ehlinin bile pişman olacağı bir ameli, Ehlullâh bize dâima tembih ve ikâz ediyor. Geldiğin şu Dünyada neden âhirete boş gidesin?! Neden amellerin okunurken yüzün kızarıp kararsın? Neden nimetler bize hatırlatılırken kafamız öne eğilip dilimiz kıpırdamasın? Cennet ehli bile cennete girmelerine rağmen boş geçen, zikretmeden geçen zamanlarına pişman olacaksa ya ömrün birkaç ayını günah işlemeye tayin edip o zamanı boş bir şekilde geçirmeyi meşru görmek nasıl bir hatadır?! Bu olsa olsa dünyadayken âhirette çok pişman olmanın alâmeti ve habercisidir.
Aldanıp Sonunda Pişmanlık Yaşayanlardan Olmayalım
Evet, insan çoğu kere aldanır. Bu aldanmalar farklı farklı cihetlerde olabilmektedir. Uyanması mukadder olan kimselere bin beş yüz yıl evvelden şu Hadîs-i Şerîfle tembih ve îkaz edilmektedir:
“Beş şeyden önce beş şeyi ganimet bil! Yaşlılığından önce gençliğini, hastalanmandan önce sıhhatini, muhtaçlığından önce ihtiyaçsızlığını, meşgûliyetinden önce boş zamanını, ölümünden önce hayâtını ganîmet bil!”[7]
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) zamânın değerlendirilmesi ve yarına bırakılmaması ile alâkalı şöyle buyurmaktadır:
“Amel vakti sâdece gençlik vaktidir. Akıllı kişi de bu vakti zayî etmez. Fırsatı değerlendirir. Çünkü iş (gelecekteki durumumuz) kapalıdır. Belki de yaşlılık vaktimize kadar kalmayacağız. Kalsak bile iç huzur (kalp huzuru) elimize geçmeyecek. Ele geçse bile (o huzur hali ile) yaşlılığın ve zayıflığın her tarafımızı kapladığı bir dönemde amel etmeye güç yetirebilir miyiz?!”[8]
Evet, kişinin, sıhhat, sıla-ı rahim, emr-i bi’l-marûf gibi meşrû sebeplerle istirahat etmesi, seyahat etmesi yadırganmaz ve kınanmaz. Ancak meşrû dairenin dışına çıkılarak yanlış işler yapmak akıl kârı değildir. Nefsin kişiyi felaketlere sürükleyeceği âşikârken “nefsime uydum” diyerek kendimize sunî mazeretler üretmek bizi hesap vermekten ve mesûliyetten kurtaramayacaktır. Unutmamak lazımdır ki her anımız çok değerlidir ve her anımızı daha değerli yapacak çok kıymetli zikrullah, râbıta, murâkabe ve tefekkür etme gibi ameller bulunmaktadır. Mürîd kendinin hassas Müslüman olduğunu ve hedefinde Allâh-u Te’âlâ’nın Zât-ı Pâk-ı Sübhâniyesine kavuşmak gibi büyük bir gayenin bulunduğunu aslâ unutmamalıdır.
Dipnotlar
[1] Buhârî, “Sahîh”, Kitabu’r-Rikâk, Rakam: 6412
[2] İbnü Ebi’d-Dünya, Kitâbu’z-Zühd No: 476, s.187.
[3] Tirmizî, Sünen, Kitâbu Sıfati’l-Kıyâme, Rakam: 2417
[4] İmâm-ı Şa‘rânî, el-Bahru’l-Mevrûd, s.232.
[5] Risâle-i Hâlidiyye Tercümesi s. 33.
[6] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, Rakam:5828
[7] Hâkim, el-Müstedrek, Kitabu’r-Rikâk, Rakam: 7648
[8] Mektûbât, c.1, 73. Mektub