Cumâ gününün fazîleti, ehemmiyyeti, sünnetleri ve Cumâ namazına müteallik konuları kapsayan Cumâ Arşivimize buradan erişim sağlayabilirsiniz.
Cumâ günü, fazîletleri ve ehemmiyetinin yanında, birçok hükmün taalluk ettiği, mü’minlerin büyük ecir ve mükâfatla müjdelendiği mukaddes bir bayramdır. Cumâ günü ile ilgili bilinmesi gereken hususlar, bugüne mahsus namaza ait hükümler, şartlar ve hutbeye dair konuların geniş malûmât ihtivâ etmesi sebebiyle büyük önem taşır.
Cumâ günü bazı işleri yapmak sünnet olduğu gibi bazı işlerin terki ve bazı işlerin ise yapılması tahrimen mekruh olur. Cumâ gününün fazîletlerinden istifâde edebilmek için bunları bilmekte büyük faydalar vardır.
Cumâ günü zeval vaktinden sonra Cumâ namazını eda etmeden sefere (yolculuğa) çıkmak mekruh görülmüş, zevalden önce veya Cumâ namazını edâ ettikten sonra çıkılmasında ise bir beis görülmemiştir.
Mahpusluk gibi durumlar sebebiyle Cumâ namazı kılmakla mükellef olmayan kimseler elbette ki öğle namazının farzını kılmakla mükelleftirler. Bununla beraber, onların, aynı şehirde ya da beldede ikamet edenler Cumâ namazını edâ etmeden evvel öğle namazının farzını cemaatle kılmaları mekruhtur. Zira mahpus durumda bulunanların Cumâ namazı kılınıncaya dek hürriyetlerine kavuşmaları gibi bir ihtimâl söz konusudur.
Cumâ namazı kılmakla mükellef olan bir kimsenin Cumâ namazını terk ederek öğle namazının farzını kılması durumunda namazı geçerli sayılmakla beraber, Cumâ namazını özürsüz şekilde terk etmiş olması sebebiyle günahkâr olacağına hükmedilmiştir.[1]
Cumâ Hutbesi Esnasında Konuşmak
Mezhebde fetva verilen görüş şudur: “İmam hutbe îrâd etmek için minbere çıktığında cemaatin konuşması, Kur’ân okuması, Cumânın ilk sünnetini tamamlamak dışında herhangi bir namaza durması mekruhtur.”
Allah Te‘âlâ şöyle buyurur: “Kur’ân okunduğu zaman hemen onu dinleyin ve susun, tâ ki siz (Allâh tarafından) acınasınız!”[2]
İmam Mâlik (Rahimehullâh) el-Muvattâ‘ nâm eserinde bu konuya dair Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anh)dan şu hadîsi nakletmiştir: “İmam, Cumâ günü hutbe îrâd ederken (yanındaki) arkadaşına “sus” dersen, sen de (onun gibi) lağv (boş iş) yapmış olursun.”[3]
Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Ömer (Radıyallâhu Anhum)dan bu konuya dair, imam Cumâ günü (minbere) çıktığında konuşmanın ve namaz kılmanın mekruh olduğu rivayet edilmiştir.”[4]
Sahâbe kavli bize göre hüccettir. Ayrıca gerek konuşmak, gerekse namaz kılmak, hutbenin dinlenmesine mani olan şeylerdir.[5]
Nuseyr ibni Yahya’dan, imamı işitmeyecek kadar uzakta olan kişinin sessizce Kur’ân okumasında; el-Hakem ibni Züheyr’den de, fıkıh mütalâa etmesinde bir sakınca olmadığı yönünde görüşler nakledilmiş ve gerekçe olarak da şöyle denilmiştir: “Hutbe esnasında susmanın vâcib olması, dinlemek içindir. Uzak olup dinlemek mümkün olmayınca, bir kimsenin kendisini Kur’ân okuma sevabı veya ilim mütalâa sevabı ile meşgul etmesinde bir sakınca yoktur.”[6]
Bununla beraber, hutbeyi işitemeyecek kadar uzak olan bir kimsenin, hutbeyi işitip de sükût ederek dinleyen kimsenin ecrine ortak olacağı da fıkıh kitaplarımızda nakledilen hususlardandır.
Hapşırana Duâ Etmek ve Selâm Almak
Hapşırana teşmitte bulunmak (yerhamukellâh demek) ve selâm almak da mekruhtur. Zira hutbe dinlerken teşmitte bulunma sünneti ve selâm almanın vücûbu kalkmıştır.
İmam Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)dan şöyle rivâyet edilmiştir:
“Hutbeyi dinlemek, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ismi zikredildiğinde ona salât getirmekten daha fazîletlidir.
İmam Ebû Yûsuf (Rahimehullâh)dan, böyle bir durumda bir kimsenin içinden salât getirmesinin gerekli olduğu nakledilmiştir. Zira bu, böyle bir kimseyi, hutbeyi dinlemekten alıkoymaz. Böylece iki fazîlet de elde edilmiş olur. Sahîh görüşlere göre, hapşıranın kendisi, içinden hamd eder.”
İmam hutbeye çıkarken, yani ikinci ezan okunurken veya hutbeyi bitirip Cumâ namazı için kamet edilirken yukarıda geçen şeylerin yapılması İmam Ebû Hanîfe (Rahimehullâh)a göre mekruhtur. Ancak kamet bittikten sonra mekruh olmaz. İmam Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed (Rahimehümellâh)a göre, namaz kılmak mekruh, konuşmak ise mekruh değildir.[7]
İmam hutbede iken bir şey yemek ve içmek de uygun görülmeyen davranışlardandır.[8]
Hatibin Duâsına Âmîn Demenin Hükmü
Hutbenin şartları, mezheblere göre farklılık arz etmektedir. Buna binaen hatibler hutbelerini, müctehidlerin görüşlerini kapsayacak şekilde, yani ihtilâflardan uzak duracak şekilde îrâd etmelidirler.
Hatibin minberde açıktan duâ etmesi, bazı müctehidlere göre hutbenin şartlarından sayılmıştır. Ayrıca imamın minberde bulunduğu vakit, duâların müstecâb olduğu bildirilen vakitlerdendir. Dolayısıyla minberde bulunan hatibin duâyı terk etmesi de doğru karşılanmamaktadır.
Hatibin açıktan yaptığı duâya cemaatin sesli bir şekilde “Âmîn” diyerek mukabelede bulunması ise, başından beri anlatageldiğimiz hususlara aykırılık arz etmekte ve bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hutbe, namaz hükmündedir ve hutbe esnasında, konuşmak gibi namazı bozucu hâllerden kaçınmak gerekmektedir. Belirtmiş olduğumuz “Âmîn” şeklindeki mukabele, daha önce nakletmiş olduğumuz hadîs-i şerîflerin hükmünün taalluk ettiği “konuşma yasağı” kapsamına girdiğinden, uzak durulması gereken bir davranış olmaktadır.
Cemaatin böyle bir duruma düşmesini engellemek için hatibin: “Ben şimdi duâ edeceğim, siz içinizden âmîn deyin; ama sesli bir şekilde âmîn demeyin!” şeklinde cemaati uyarması, yerinde bir davranış olacaktır. Bu uyarılar sürdürüldüğü takdirde cemaat de bunu zamanla öğrenecektir. Hazreti Osman (Radıyallâhu Anh)ın da minbere çıktığında cemaate hitab etmeden evvel konuşmamaları yönünde ikazlarda bulunduğu fıkıh kitaplarımızda kayıtlı bulunan hususlardandır.
Başta da belirtmiş olduğumuz gibi bütün bu esas ve edeblere riayet etmek, Cumâ gününün fazîletlerinden âzamî istifade etme konusunda vazgeçmememiz gereken bir yaklaşım olarak görülmelidir. Aksi takdirde, bizlere küçük gibi gelen birtakım şeyler, Cumâ gününün ve namazının fazîletlerinden mahrum kalmamıza sebep olabilecektir.
Dipnotlar
[1] Detaylı malûmat için bkz. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihâli, s.221-222
[2] A’râf Sûresi:204
[3] el-Muvatta‘, No:232
[4] Ebû Bekir ibni Ebî Şeybe, el-Musannef:5340
[5] Zeynuddîn ibnü Nüceym, el-Bahru’r-Râik
[6] Alâuddîn Ebû Bekr el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi fî Tertibi’ş-Şerâi
[7] Alâuddîn Ebû Bekr el-Kâsânî, Bedâyiu’s-Sanâyi fî Tertibi’ş-Şerâi
[8] Burhânuddîn Ebu’l-Hasen el-Merğinânî, et-Tecnis ve’l-Mezid
Detaylı malûmat için bkz. İsmailağa Fıkıh Kurulu, Sualli Cevaplı İslâm Fıkhı-3, Beyzâde Prodüksiyon, 2. Baskı, İstanbul, 2016, s.122-124