13 Ağustos 1956 tarihine gelindiğinde, Cumhuriyet Türkiye’sinde ilkokullarda zorunlu olan din dersi, ortaokullar için de zorunlu kılınmıştır. Geleceğimizin teminatı olan çocuklarımızın yetişmesi konusunda hayati önemi haiz bu konunun öncelikli bir konu olduğu göz ardı edilmemelidir.
İslâm toprakları üzerinde yaşıyoruz. Bu topraklar İslâm futuhâtının öncesinde de tarih boyunca hanîf Mü’minlerin ikametgâhı olmuştur. Zaman gelmiştir putperestlerin yahut Allah (Celle Celâluhû) indinde hiçbir kıymeti bulunmayan diğer inanışların egemenliği altına girmiştir. Ama bunlar hep geçici gelişmeler olmuştur. Bilhassa son bir buçuk asırdır yaşadığımız süreç gibi…
Ecdadımız Osmanlı döneminde, medrese usulünün resmî eğitim olarak tescilli olduğu, asr-ı saadetten itibaren o dönemi takip eden devletler zamanında zorunlu din dersinin olup olmaması gibi bir problem söz konusu değildi. Zira eğitim, küçük yaşlarda temel dinî eğitimle başlayıp, o minvalde ve her seviyede devam eden bir eğitimdi. Osmanlı’nın son döneminde Batılılaşma hareketleriyle birlikte mekteplerin ortaya çıkması, değişen eğitim-öğretim anlayışına bağlı olarak zorunlu bir din dersini mecburi kıldı. Bu ders o dönemde: ‘’Ulûm-u Dinîye’’ ve ‘’Ulûm-i Dinîye Ma’a Kur’ân-ı Kerîm’’ adlarıyla müfredatta yer almıştı.
Tevhîd-i Tedrisât Sonrası
3 Mart 1924’teki Tevhîd-i Tedrisât kanunu ile okul programlarında gerçekleştirilen yeni düzenlemelerde ilkokulda ‘’Kur’ân-ı Kerîm ve Din Dersleri’’ adı ile zorunlu dersler konulmuş, ilerleyen yıllarda benzer derslere Ortaokulların programında da zorunlu olarak yer verilmiştir.
Ülkemizde dinîmizin ve Müslümanların önüne adeta bir filtre olarak konulmuş olan laiklik söylemi, 1927 senesine gelindiğinde sonraki dönemlerde de tekrar edileceği üzere yine bir mani vesilesi kılınarak söz konusu din dersleri 1939 senesine kadar köy okulları da dâhil olmak üzere kademeli bir şekilde eğitim-öğretim programlarından çıkartılmıştır.
Din derslerinin eğitim-öğretim programlarından her seviyede çıkartılmış olduğu dönemde, Lozan Antlaşması gereğince gayri müslim azınlıkların kendi dinlerine uygun dinî eğitim alabilmeleri, Müslümanların, öz vatanında parya muamelesine duçar oldukları tuhaf bir durum yaşanmıştır. Din dersi alanındaki boşluk zamanla psikolojik ve sosyolojik buhranlara, ehil olmayan kimselerin gayr-i resmî yollardan din eğitimine soyunmasıyla birlikte çarpık inanışların ve dinîn özüne aykırı birtakım bid’at ve hurafelerin yaygınlaşmasına, dinî duyguların istismar edilmesine kapı açmıştır.
Halkın, söz konusu buhran üzerine din dersi taleplerinde bulunması vesilesiyle, 1946’da Fransa örnekliğinde ‘’Muhasebat-ı Ahlakiye’’ dersinin müfredata konulacağı yönünde karar alınmıştır. 1949’da ilkokulların 4. ve 5. sınıflarında veli ve öğrencilerin isteği doğrultusunda din derslerine imkân tanınmıştır. 1950’lere gelindiğinde, Demokrat Partinin iktidar olması vesilesiyle halk, dinî eğitim taleplerini iletebileceği bir muhatap bulmuş olmanın da verdiği gayretle söz konusu taleplerini artırmış, kabul noktasına kadar taşımıştır. Bunun üzerine din dersleri müfredata dâhil edilmiş ve kademeli olarak 1977 yılına kadar liselerin son sınıfları da olmak üzere her seviyede müfredata din dersi konulmuştur.
1982 Anayasası ile birlikte muhtelif seviyelere bağlı olarak, çeşitli haftalık ders saati şeklinde Lise son sınıfa kadar zorunlu din dersi konulmuş ve bu eğitimin sürekliliği günümüze kadar sağlanmıştır. Birkaç sene önce (2012) müfredata seçmeli olarak dâhil edilmiş olan Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer dersleri de resmî okullardaki din eğitiminin serencamında önemli bir yer tutmaktadır.
Din Eğitimi Seçmeli mi Olmalı Yoksa Zorunlu mu?
Günümüzde zorunlu din eğitimi tartışmaları bütün hızıyla aynen devam etmektedir. Tarihte din dersinin isteğe bağlı olduğu dönemde bu eğitimi tercih edenlerin oranının %99 seviyelerinde olması ve çocukların dini eğitiminin ailenin sorumluluğunda bulunması hasebiyle henüz çocuk yaşta bulunup bu konunun ehemmiyetini bihakkın idrak edebilecek seviyede olmayan çocukların insafına terk edilemeyecek kadar mühim olması bu konudaki tartışmaların son derece yersiz olduğunu göstermektedir.
Gelişmeler Yeterli mi?
Din eğitimi alanında yadsınamayacak gelişmeler söz konusu olmuşsa da, bunların yeterli olmadığı ve bilhassa hassasiyet sahibi kesimi tatmin etmekten son derece uzak olduğu aşikârdır. Öğretim programının, ders müfredatının ve kitap içeriklerinin değişmesinden öğretmenlerin yetişmesine kadar birçok köklü değişikliğin zaruri ihtiyaç olmasının yanı sıra karma eğitimden kız-erkek ayrı eğitime geçilmesi ve mümkün mertebe kız öğrencilere hanım, erkek öğrencilere erkek öğretmenler istihdam edilmesi gibi yapısal değişikliklere de mecbur bulunduğumuz son derece açıktır.
İmam-Hatip okullarının, tarihçe ve yetiştirdiği önemli isimler ve maruz kaldığı adaletsizliklerden günümüzdeki durumuna kadar serüveni; İlahiyat fakültelerinin ahvali, genişçe değerlendirilmeyi hak etmesi açısından müstakil bir makalenin konusu olmalıdır.