Kulları arasında, kendisinden lâyığı ile korkanların âlimler olduğunu bildiren Allah Te‘âlâ Hazretlerine sonsuz hamd-ü senâlar olsun! Allah Te‘âlâ katında rütbelerin en yükseğinin ilim rütbesi olduğunu bildiren Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e nihâyetsiz sâlât ve selâmlar olsun!
Efendi Hazretlerimizin (Kuddise Sirruhû) benzetmesiyle, âlimlerin cemiyet içindeki durumu, etin kokmasını önleyecek tuz gibidir. Böyle olunca İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (Kuddise Sirruhû) da mektuplarında, âlimlerin sağlayacağı faydayı ve sebep olabilecekleri cemiyetin helâki ile ilgili hâllerini sırasıyla beyan ediyor.
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) ikinci cildin 13. mektubunda âlimleri üç sınıfa ayırarak şöyle buyurur:
“Zahirî ilim sahibi âlimlerin, akîdelerini ehl-i sünnete göre düzeltmelerinden sonra, dinden ve Peygamberlerin Efendisi (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e tâbi olmaktan nasipleri, şer‘î şerîfi bilmek ve onun hükümleriyle amel etmektir. Sofiyyenin nasibi ise zahirî ilim ehlinin sahip olduklarını elde ettikten sonra birtakım hâller, iç buluşlar, ilimler ve marifetlerdir. Peygamberlerin (Aleyhimüsselâm) vârisi olan râsih (dinde, din ilimlerinde kökleşmiş) âlimlerin nasibi ise zahirî âlimlerin elde ettiklerini ve sofiyeye ait olan kemalâtı kazandıktan sonra, Kur’ân-ı Kerîm’deki müteşâbih âyetlerde kendilerine işaret ve remz bulunulan incelikler ve sırlardır.
Bu sırlar, bu müteşâbih âyetlere te’vîl yolu üzere yerleştirilmiştir. Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e tâbi olmakta kâmil olanlar ve vâris olmanın hakikatine ulaşanlar bunlardır. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ait olan bu devlete (büyük nimet) ortaktırlar. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ait olan sırların mahremidirler. Şüphe yok ki ‘Benim ümmetimin âlimleri İsrailoğullarının peygamberleri (Aleyhimüsselâm) gibidir’ hadîs-i şerîfinin şerefi ile şereflenmişlerdir.”
Âlimler Peygamberlerin Vârisleridir
İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) açmış olduğu bu mevzuyu ikinci cildin 18. mektubunda tafsilâtıyla şu şekilde açıklar:
Rasûlüllâh Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” (Tirmizi; İlim,19; Ebû Dâvûd, İlim,1) sözü âlimleri övmek hususunda yeterlidir. Verâset ile elde edilecek ilim, şeriat ilmidir. Çünkü Peygamberlerden (Aleyhimüsselâm) miras olarak kalan, şeriat ilmidir. Şeriat ilminin bir sûreti, bir de hakikati vardır. Sûreti, zahirî ilim sahibi âlimlere aittir. [Allah (Celle Celâluhû) çalışmalarını kabul eylesin!]
Bu ilimler, kitap ve sünnetin ahkâm bildiren kısımları ile alâkalanır. Şeriat ilminin hakikati ise râsih âlimlerin nasibidir. [Allah (Celle Celâluhû) onlardan razı olsun!] Bu da kitap ve sünnetin müteşâbih kısmı ile alâkalıdır. Muhkem olan âyetler her ne kadar ümmü’l-kitâb (kitabın annesi) yerinde ise de meyveleri ve neticeleri kitabın maksatları olan müteşâbih âyetlerdir. Kitabın ana kaynakları olan ahkâm âyetleri, neticelerin meydana gelmesinin vesileleri olmaktan başka bir şey değildir. Müteşâbih âyetler kitabın özüdür. Muhkem âyetler, bu özün kabuğudur. Müteşâbih âyetler, aslı remzlerle ve işaretlerle açıklar. Bu muamelenin hakikatinin yüzünü bu müteşâbih âyetler açar. Râsih âlimler, kabuğu ve özü toplamış, şeriatin sûreti ve hakikatinin tamamını elde etmişlerdir.”