25 Mart mîlâdî tarihi, mürşidimiz Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimizin Çorum vekili olarak hizmet etmiş olan Bekir Efendi’nin vefâtının sene-i devriyesidir. Bu vesileyle kendisini rahmet ve minnetle hatırlıyor, hayırla yâd ediyoruz.
Çorum vekili Bekir Efendi 07.03.1934’de Alaca’nın Sultan köyünde doğdu. Zâhirî ilimleri hocası Hacı Dursun Efendi’den okudu. Bir ziyaretinde Dursun Efendi kendisine: “Evlâdım Bekir, Allah (Celle Celâluhû) mânevî rızkımızı talebemiz Mahmud’a verdi.” dedi. Bunun üzerine talebeleri ile birlikte Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerimize intisap etti.
Merhûm Bekir Efendi, Çorum’un Ortaköy ilçesinde, daha sonra Çorum merkezdeki Kulaksız Camii, Baltalı Camii, son olarak da Tepecik Camii’nde, kırk sene imam olarak görev yaptı.
Mahmud Efendi (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinden almış olduğu himmet ve kendisine verilen vekâlet ile Çorum ve çevresinde birçok ihvânın yetişmesine vesile olan Bekir Efendi, hastalanarak 25 Mart 2000 tarihinde vefât etti. Mevlâ Te‘âlâ rahmet eylesin!
Mektûbât-ı Mahmûdiyye’den 51. Mektup
Bekir Efendi’ye gönderilmiştir. Sohbetin önemi, emr-i bi’l-ma‘rûfun ve sünnete ittibânın ehemmiyeti, Allah (Celle Celâluhû)yu hatırda tutarak zikretmenin gerekliliği hakkındadır.[1]
ب ح ص س[2]
السلام عليكم ورحمة اللّٰه تعالى وبركاته و على من لديكم
Ahî fillâhım Bekir Efendi,
Sohbet, sünnet-i müekkededir. Bu sebeple ashâb-ı kirâm (Rıdvânullâhi Aleyhim Ecma‘în) birbirlerini gördükleri zaman [3](تَعَالَ نُؤْمِنْ سَاعَةً) yani “Gel bir saat îman edelim” derlerdi.
Dîn-i Mübîn-i İslâm ve manevî yol hususunda konuşmak, îmanı kuvvetleştirdiği için îman etmek oldu. Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye’nin reisi Muhammed Bahauddin (Kuddise Sirruhû) Hazretleri de buyurmuşlardır ki: “Bu manevî yolun sâlikleri, birbirlerini çok severek birbirlerinde fani olmak şartıyla sohbete devam ederlerse, az zamanda îmanları sûretten hakikate ulaşır. Sûret olan îmanları hakiki îmana döner.”
[4](…يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اٰمِنُوا)
Âyet-i celîlesinde istenen, bu îmandır. Yani “Ey (sûretâ) îman edenler! (Hakikaten) îman ediniz.” demektir. Her vakit bir araya gelinemediği zaman bu işi telâfi etmek için mektup yazmak icap eder.
Zira “اَلْمُرَاسَلَةُ نِصْفُ الْمُوَاصَلَةِ” Yani “Mektuplaşmak, görüşmenin yarısıdır.” Bu sebeple, yazmaya gayret edelim. Birbirimizi Hakk’a davet edelim.
Zira Allâh-u Te‘âlâ Hazretleri, Kur’ân-ı Kerîm’inde:
[5](وَمَنْ اَحْسَنُ قَوْلًا مِمَّنْ دَعَٓا اِلَى اللّٰهِ وَعَمِلَ صَالِحًا وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ)
buyurdu. Yani bu âyet-i celîlede, Hak yolunda yürümek isteyenlere ne güzel yol göstermek vardır.
Evvelâ bu âyet-i celîlede dikkat edilecek üç mesele vardır: Birincisi; kulları Allâh-u Te‘âlâ Hazretleri’ne davet, yani emr-i bi’l-ma‘rûf ve nehy-i ani’l-münker. Daha açıkçası îmana, namaza, oruca, hac ve zekâta, anaya, babaya itaate, büyüklere tazim ve hürmete ve küçüklere şefkat ve merhamete ve vatanı muhafazaya devam etmek, birlik ve beraberlik, sünnet-i seniyye-i nebeviyyeye ittibâ ve âdâba dikkat etmelerini onlara söylemek ve küfürden ve şirkten ve içki ve kumar ve çıplaklıktan, söz gezdirmekten, gıybet ve bühtan ve iftiradan ve bütün kötülüklerden men etmek demektir. Ve zikrullâha devam etmelerini çok tavsiye lâzımdır. Zikrullâhı unutan kimse ölü gibidir. Onda ne kendine hayır var, ne de başkasına!
[6]“مَثَلُ الَّذِى يَذْكُرُ رَبَّهُ وَالَّذِى لَا يَذْكُرُهُ مَثَلُ الْحَىِّ وَالْمَيِّتِ”
Yani “Rabbini zikreden diri, zikretmeyen ölü gibidir” demektir. Daha buna benzer neler vardır… Sonra zikir, sadece isim okumak faide vermez. O ismin sahibini hatırlamak lâzımdır. Bu da bidayette râbıta ile mümkündür. Risâle-i Kudsiyye sahibi İsmet Ğarîbullâh (Kuddise Sirruhû) –ki Ali Haydar Efendi (Kaddesallâhu Sirrahû), ona “Büyük Şeyh Efendi” deyin, buyurmuştur- buyurmuştur ki;
Eğer bin yıl dese Allâh bir sâlik Muradı olmasa Allâh-u Mâlik
Sevap asla verilmez belki hâlik İsim maksûd değildir belki Mâlik
Murâd kıl zât-ı Hakk’ı gel gidelim Cemâl-i ba kemale seyr idelim.[7]
Yani Allâh İsm-i Celâli’ni lisan okurken kalbin gözü o ism-i şerîfin sahibine bakmalı, bu ise bidâyette râbıta ile mümkündür.
Âyet-i celîlede ikinci dikkat edilecek mesele (وَعَمِلَ صَالِحًا) Yani amel-i sâlih işlemek. Farzları icra ettikten sonra sünnetleri, edepleri yerine getirmeye canla çalışmak lâzımdır. Sadece: “Ey kullar! Siz yapınız…” deyip, kendisi yapmamak ne kadar ayıp şeydir!
Gece namazları, kuşluk, işrâk, evvâbîn ve manevî vazifeleri icra, sonra eğlencelere yanaşmamak bu yolun şartlarındandır.
Üçüncü mesele,
[8](وَقَالَ اِنَّن۪ي مِنَ الْمُسْلِم۪ينَ…)
“Ben Müslümanlardanım” demek lâzımdır. Sadece sözle değil, şekle de itibar etmek şarttır.
Mesela sakal bırakmayan insan, çarşaf giymeyen hatun, sokakta ve çarşı pazarda Müslüman olduğunu demekten ve göstermekten korkuyor demektir. İnsan diğer Müslümanlara riya için değil, Müslümanlara hem kendinin Müslüman olduğunu ve hem de siz de olun demek istediğini anlatmak ve Müslümanlara cesaret vermek için İslâm’ın şekline de değer vermesi lâzımdır. Vesselâmü aleyküm ve rahmetüllâhi te‘âlâ.
Kardeşiniz Mahmud Ustaosmanoğlu
Dipnotlar
[1] Mahmud Efendi Hazretleri, “51. Mektup”, Mektûbât-ı Mahmûdiyye, Ahıska Yayınevi, 2012, s. 117.
[2] Kâğıt yere atılır endişesiyle mektuplarda ve sair yazılarda Allah Te‘âlâ’yı “هو” zamiri; besmele-i şerîfeyi “ب”, hamdeleyi “ح”, Efendimiz’e Salâtı “ص” ve selâmı “س” harfi ile remzetmek ulemânın hassasiyetlerindendir.
[3] İbni Ebî Şeybe, el-Musannef, No. 31065.
[4] Nisâ Sûresi:136
[5] “Söz bakımından o kimseden daha güzel kim olabilir ki; Allah’a davet etmiştir, kendisi de sâlih bir amel işlemiştir ve: ‘Şüphesiz ki ben Müslümanlardanım!’ demiştir.” Fussilet Sûresi:33
[6] Buhârî, Dea‘vât, 66, No. 6044.
[7] Risâle-i Kudsiyye, s. 11.
[8] Fussilet Sûresi:33’ten.