Evliyâullah bir işe eûzu besmele, hamdele ve salvele ile başlardı. Büyük Şeyh Efendi Mustafa İsmet Garibullah Hazretleri de (Kuddise Sirruhu) Risâle-i Kudsiyyesi’ne böyle başlamıştır.
Sığındım Zât-ı Hakk’a gel gidelim,
Hemân seyr-i ilellah gel idelim.
“Hak Teâlâ’nın Zatı’na sığındım gel gidelim. Hemen seyri ilellah gel edelim.” “Sığındım” kelimesi Türkçedir. Arapçası (عُدْتُ) dür. Masdarı (عَوْذًا) ve (عٍيَاذًا) gelir. Bu masdarlar iltica etmek, korunmak, ecir talep etmek, yardım istemek manalarında kullanılır.
Sığınmak iki şekilde olur: Biri yaratılanlara sığınmaktır. Meselâ, çocuklar oynarken içlerinden bir tanesi, diğerlerini kızdırıp sonra korkudan anne veya babasının yanına koşsa bu bir sığınmadır. Ya da bir kimse, bir ağacın arkasına saklansa veya evine girip kapısını kilitlese bunla r da bir sığınmadır.
Bir de Cenâb-ı Hakk’a sığınmak vardır. “Sığındım Zat-ı Hakk’a” demek, Allah Teâlâ Hazretleri’nin Zâtı’na sığındım, demektir. “Sığındım” kelimesinde fiil fail bir aradadır.
“Zat-ı Hak” da mefuldür. Bu şekilde yanyana gelen kelimelere nahiv ilminde terkîb-i izafî denir. Birinci kelime muzaf, ikincisi muzafun ileyh’tir. Zat-ı Hakk’a diye okunan bu terkip Türk çede: “Hakk’ın Zâtı’na” diye okunur. Beytullah, Abdullah, İbn-ü Ahmed gibi terkipler de bundandır.
Dil ilimleri her lisanda vardır. Bu ilimleri de Allah Teâlâ Hazretleri yaratmıştır. Dil ilimleri Arapçada, Sarf ve Nahiv adı altında toplanmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de, Sarf ve Nahiv ilimlerindeki bütün kurallar en güzel ve en iyi şekilde kullanılmıştır. Nahiv ilminin kâidelerini ilk defa Hazret-i Ali’nin emriyle Ebu Esved ed-Düelî tesbit etmiştir. İlk dönemlerde Nahiv ilmiyle iç içe ve ondan bir cüz olan sarf ilmini müstakilleştiren Muaz Bin El- Harracî’dir. Sarf ve Nahiv ilmi, dini ilimleri öğrenmeye vesile olduğundan çok kıymet lidir.
Telefon ve telgrafla ilgili bilgiler de dil ilimleri gibidir. Bunların ilmini de Allah Teâlâ yaratmıştır. Sonra bir bir kullarına buldurmuştur. Elektrik ilmi de böyledir. Daha ne ilimler varsa hepsini Allah Teâlâ yaratmıştır. Kullar bunları kendilerine mal etmesin, edebi terk etmesinler.
Anlatılır ki, bir medrese talebesi vefat etti, gömüldü, kendisine telkin verildi ve onu gömen cemaat geri döndü. Münker-Nekîr melekleri gelip talebeye: (مَنْ رَبُّكَ) “Rabbin kimdir?” diye sordular. Talebe de: (مَنْ) “Mukaddem haber” (رَبُّكَ) “Muahhar mübteda” diye cevap verdi.
Melekler, Alîm olan Allah Teâlâ Hazretleri’ne sordular: “Ya Rabbi! Bu ne diyor?” Allah Teâlâ Hazretleri: “Benim kullarım kelâmımı anlamak için birtakım kâideler tertiplediler, bu da onlardandır, söylediği doğrudur, ona dokunmayın” buyurdu. Bakınız! Talebenin iki kelimeden birinin mübteda, diğerinin haber olduğunu söylemesi “Rabbim Allah’tır” demek yerine geçti.
Melekler, Alîm olan Allah Teâlâ Hazretleri’ne sordular: “Ya Rabbi! Bu ne diyor?” Allah Teâlâ Hazretleri: “Benim kullarım kelâmımı anlamak için birtakım kâideler tertiplediler, bu da onlardandır, söylediği doğrudur, ona dokunmayın” buyurdu. Bakınız! Talebenin iki kelimeden birinin mübteda, diğerinin haber olduğunu söylemesi “Rabbim Allah’tır” demek yerine geçti.