“O (hâlis akıl sâhibi) kimseler ki; ayakta duranlar, oturanlar ve yanları üzere (yaslanmış) bulunanlar hâlinde Allâh’ı sürekli zikrederler ve (bu zikir netîcesinde kalpleri uyanır da) göklerle yerin yaratılışı hakkında iyice düşünürler (sonra bu tefekkür sâyesinde Allâh Te‘âlâ ile aralarından perdeler kalkarak şu münâcâtlarda bulunurlar): “Ey Rabbimiz! Sen işte bun(ca mahlûk)u (onlar sâyesinde mükellefler Seni bilip kulluk ederek ebedî hayatta birçok nîmetlere nâil olsunlar diye halkettin, yoksa boş yere, gâyesiz ve) bâtıl bir şey olarak yaratmadın. (Boş yere bir şey yaratmaktan ve abesle iştigalden) tenzîh Sana! Öyleyse (mahlûkâtın hakkında tefekkürü bırakmamız ve emirlerini terk etmemiz durumunda hak edeceğimiz) o (cehennem) ateşin(in) azâbından bizi koru.”[1]
Şimdi Müslümanlar televizyon seyretmekten, gazeteleri okumaktan, Cenâb-ı Hakk’ı zikretmeye, kâinatın yaratılışı hususunda tefekkür etmeye fırsat bulamıyorlar.
Göze yakın olan gönle yakın olur denilir. Televizyona, gazetelerde yalan yanlış din aleyhine yazılmış yazılara bakanlar onlara yakın olur. Bunların işlerinde hayır kalır mı? Hak ile bâtılı ayırabilecek basîretleri olur mu?
Aç dura dura açlıktan ölme durumuna gelen bir kimseye yemek verilse, alıştığından açlığını anlamaz. “Karnım tok” der. Onda açlık hissi kaybolmuştur. Rûhu gıdâlanmayan insan da böyledir. Rûha gıdasını vermeye vermeye onun rûhu artık namaz açlığı, oruç açlığı, zikir açlığı hissetmez olur. Rûhlarımızı komadan çıkarmanın yolu Kur’ân’a sarılmaktır, ibâdete sarılmaktır, menhiyyâttan uzaklaşmaktır.
Yâ Rabbi bizleri bu basîretsizlikten kurtar. Ömürlerimizi televizyon başında tüketmeyelim.
Dînî film olsa dahi seyretmeyelim. Televizyon seyredenin hâli şu adamın durumuna benzer: Bir adam evinde değilken hasımları geliyor, bir teneke benzin döküp onun evini ateşe veriyor. O da bunu haber alıyor, koşup geliyor. Bakıyor ki evi cayır cayır yanıyor. Yan tarafta da evi ateşe verenler horon tepiyor. Evin sahibi: “Aaa! Ne kadar güzel horon tepiyorlar!” diye onları seyre dalıyor.
Adam alev alev yanan evini kurtarması gerekiyorken, o oynayanları seyrediyor.
Bu dünyada evin yakılsa, yıkılsa belki telafi edersin. Bir başka eve taşınır orada barınırsın.
Ama bu din düşmanları var ya, bu televizyonlar ile müminlerin cennetlerini yıkıyor, ebedilik yurtlarından onları mahrûm ediyorlar. Hem de orada hiçbir şekilde telâfisi mümkün olmamak üzere.
Bunun telafisi ancak bu dünyada mümkündür. O da nedir? Îmân ve amel-i sâlih. Kehf Sûresi’nde buyruluyor ki: “Şüphesiz o kimseler ki (inanılması gereken şeylere) îmân etmişlerdir ve (namaz, oruç hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemişlerdir; gerçekten de Firdevs cennetleri onlar için (ilm-i ezelîde) bir konak olmuştur.
Orada ebedî kalıcılar olarak! Onlar (sâhip oldukları nîmetlerden çok memnun oldukları için) oradan (başka hiçbir yere) geçiş (de) istemeyeceklerdir.”[2] [3]
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 191.
[2] Kehf Sûresi, 107-108.
[3] Mahmûd Efendi Hazretleri, Sohbetler, s.292.