Diğer ilimler okunurken, Şeriat ilmi gereği gibi alınamıyor, ondan yoksun kalmıyor. Olmaz! Olamaz azizim! Bu din ufacık bir engel kabul etmez. On yedi sene başka ilimler okuyacaksınız sonra da din hocası olacaksınız, nerede!
Boğaz Köprüsü’nü bir marangoz yapabilir miydi? Hayır! Onu, bu işlerden anlayan mühendisler yapabildiler. Şeriat da bir köprüdür. O kadar muazzam bir köprüdür ki, kâinat oradan geçecek, bunu hiç küçük hocalar becerebilir mi?
Büyük âlimler yetiştirebilmek için büyük imkânlar lazımdır. İstanbul’da, Usul-ü Fıkıh kitabını okutabilecek birkaç hoca zor bulunur. Bu ve buna benzer kıymetli kitapları yazan aslanlar, âhirete intikal ettiler. Yazmış oldukları eserler de yavaş yavaş unutuluyor, nitekim Rasulullah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:
“Allah (-u Tealâ), kullarından ilmi çekip almaz; lakin âlimlerin canını almakla ilmi alır. Bir tek âlim kalmayıncaya kadar âlimleri çekince, insanlar kendilerine bir takım cahil reisler edinirler. Bütün müşkiller o cahil kimselere sorulur, onlar da bilgisiz fetva verirler böylece hem kendileri saparlar hem de başkalarını saptırırlar.”
Denizlerin suyu çekilse, balıklar ortada kalır, onları yemek için kargalar toplaşırlar. Mevlâ Tealâ, iman edip amel-i salih işleyenleri dünyada halife kılacağını vadetmişti. Bu ne demektir?
Mevlâ Tealâ, dünyada zâtı ile aşikâr olsaydı ne yapardı? Zina işleyenleri recmettirir, hırsızlık yapanın kolunu kestirir, adam öldürene kısas uygulardı. İşte bu, hükümlerin icrasını iman edip, salih amel işleyen kullarına bıraktı demektir. İkinci olarak iç ve dış korkulardan emin kılacağını vaad buyurdu. Demek ki, eğer iman ve amel-i salih herkeste olacak olsa, Amerika’dan, Avrupa’dan, Rusya’dan korkmayacağız”, iç düşmanlardan, hırsızdan korkmayacağız, evlerimizde emniyet içerisinde yatabileceğiz ve dinimizi de rahatlıkla yaşayabileceğiz. Peki iman ve amel-i salih bizlerde yok mu? Var, ama sûreti.
Seneler önce İstanbul’a ilk geldiğimizde, Efendi Babamın (Kuddise Sirruhu) yanında dört-beş kişi ile Hatm-i Hace okurduk. Bunu kendi camimizde yapamazdık. Arapça okutmak için çok zorluklar çektim. Hemen şikâyet ediyorlardı. İzin vermiyorlar, ders vermemi kabul etmiyorlardı. O zamanlar bir çarşaflı kadın görüldüğünü gazeteciler haber alsa, çarşafı alaya alırlar, gazetelerde çarşaflı kadın karikatürleri yaparlardı. Sakal uzatanlara: “Keçi sakallı” derler, onlarla istihza ederlerdi. Efendi Babam, ikide bir emniyete çağrılırdı.
Günümüzde dini inançlarımızı icra imkânı eskiye nazaran daha geniş. Hanımlar çarşaflarını rahatlıkla giyebiliyor, erkekler sakal uzatabiliyor, sarık sarabiliyor, cübbe şalvar giyebiliyor. Toplanıp ilmî müzakereler yapabiliyoruz. Bu neye işarettir? Sûreta olan imanımızın hakikate doğru ilerlediğine. Öyleyse imanımızı, amelimizi bir an önce hakikate ulaştırmak için çok çalışmalıyız.
İman, amel-i salih neden sûrettir? Bir kimse kalben iman etmiş olsa, zahiren de Şeriatı tatbik edici bulunsa, nefsinde bulunan dört kötü hasletten (inkâr, tuğyan, iba, münazaa) kurtulmadıkça, imanı ve amel-i salihi sûrette olur.
Bir mürşide intisab ederek, tarikat dersleri alan bir kimse, zikir, rabıta, murakabe ile kalp aynasının yüzünde bulunan masiva çalı çırpılarını, tozlarını silmeye çalışır, eğer onları atabilirse bu onun tarikatte ilerlediğine işarettir. Masiva kalpten tamamen çıkarıldığında, bahsettiğimiz dört haslet izale edilmiş (giderilmiş) olur, o kalbe Mevlâ Tealâ’nın cemali parlar, buna “hakikat” denir.