“Andolsun ki, siz onun (Allah Tealâ’nın) izniyle onları (düşmanlarınızı kolayca) öldürürken, Allah size olan vaadini (Uhud muharebesinde sizi galip kılacağına dair sözünü) tâ ki siz (düşmana karşı) korkaklık (yılgınlık) gösterip (peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in verdiği) emir (hususun) da çekişerek (Allah-u Tealâ) size sevdiğiniz (galibiyet ve ganimet) i gösterdikten sonra, isyan et(menize kadar düşmanlarınızı kolayca katlet) tiniz.
İçinizden kimi dünyayı (ganimeti) istiyor, kimi de ahireti (n sevabını) diliyordu. Sonra (Allah Tealâ) sizi imtihan etmek (samimi olanlarla olmayanları meydana çıkarmak) için sizi onlardan (düşmanlarınızdan geri) çevirdi (de onlara karşı bozguna uğramış bir duruma düştünüz) Andolsun ki yine de sizi bağışladı ve (zaten) Allah müminlere büyük fazl sahibidir.”[1]
Şu ayet-i kerime de bunu tekid eder:
(Cihâda çıkmak ve düşmana karşı sebât etmek gibi tüm emirlerinde) Allâh’a ve Rasûlü’ne itâat edin. (Bedir’e çıkış hakkında yaptığınız gibi görüş ayrılığına düşerek) çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız ve (kuvvetinizi temin etmek üzere arkanızdan esen) rüzgârınız (kaybolup) gider. (Kâfirlerle muhârebede bozguna uğramamak için) sabredin. Şüphesiz ki Allâh sabredenlerle berâberdir.”[2]
Burada çok büyük ibret vardır. Şöyle ki: Bu muharebenin başkumandanı Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), erkânı hulefâ-i râşidîn, efrâdı sahabe-i kiramdı. Bunların hiçbirinde kabahat yok. Ancak okçulardan kırk üç kişi kötü bir niyetle değilse de bir zelle işlediler. Bu muhalefetleri küçük tutulmayarak, olan oldu.
Yani Allah Teâlâ Hazretleri Rasûlüllah da (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sadakat, erkânda sadakat, efrâdda sadakat görmesine rağmen: “Kâinatta en sevdiğim Peygamberim, onun hulefâsı ve ashâbı kırk üç kişinin yanlışından sebep mağlup edilmez.” buyurmadı. Ya ne oldu? Cenâb-ı Hakk kıyamet kopuncaya kadar bütün ümmete ibret olmak üzere lâzım geleni yaptı.
İşte biz de ibret alalım. Demeyelim ki bu kadar Müslümanlar benim sünneti terk etmemden, muhalefetimden dolayı zarar görmez. Cenâb-ı Hakk bir kişi içinde, bin kişi içinde böyle dersler verir. İnsan muvaffakiyeti, muvâfakâtta aramalı. Düşünün ki Rasûlüllah’ın (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Burda durun” buyurmasına rağmen yapılan bu muhalefet, az kaldı İslam’ın ortadan kalkmasına sebep oluyordu.
Bu kadarcık muhalefet böyle yaptığı vakitte ya: “Namaz kılın, oruç tutun, hacca gidin, zekât verin” emirlerine karşı yapılan bu günkü muhalefetler Müslümanları ne büyük felâketlere sevk eder.
Peki: “Sakal bırakın” emri ile: “Burda durun” emri arasında ne fark vardır? İşte Cenâb-ı Hakk, Rasûlüllah’a (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) muhalefet etmeyen Müslümanların her işinin yüzde yüz rast geleceğini ve asla zarar görmeyeceğini bize anlatıyor. İnce anlayışlı olalım.
Yâ Rabbi! Bu dersten ders almayı hepimize nasip eyle! Âmin. Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın emirlerinden ne farz ne vacip ne sünnet ne müstahab ve ne de edep terkedilemez. Edersek zararını gördük ve görüyoruz. Takvâ ehli olmak istiyorsak işte kitap, sünnet, icmâ-ı ümmet, kıyas-ı fukahâ elimizdedir.
Ecdâdımızı Viyana kapılarına kadar ulaştıran Kur’an-ı Kerim, bizim de elimizdedir. Ancak tatbikine iş kalmıştır. Bunu tatbik ettiğimiz takdirde bütün milleti karanlıklardan nura kavuşturmuş oluruz.
Himmetimizi âlî tutalım. Dünyaya meyletmeyelim. Bizim işimiz büyüktür. Boş şeylerle uğraşmaya vaktimiz yoktur. Bir kişi dahi olsa uyandırmaya gayret edelim.
Şimdi burada yapılan açıklamadan sakın Sahabe-i Kirâm’ı ayıplamaya kalkmayalım. Onlar eritilmiş, süzülmüş altın gibidir. Cenâb-ı Hakk onlardan râzıdır. Mevlâ Teâlâ onlar gibi etsin bizi. Âmin.
Fakat Cenâb-ı Hakk kıyamet kopuncaya kadar gelecek ümmete tedbirli olmalarını ikaz için böyle işler vukua gelmiştir. Hiçbiri kasıtla Rasûlüllah’a (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) karşı gelmemiştir. Kulun kusursuz olmayacağını düşünerek, onlara tazimden başka bir şey bize yakışmaz.
Onları sevmek Rasûlüllah’ı (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sevmektendir. Onlara buğz etmek Rasûlüllah’a (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buğzdandır. Onları severiz ve Rabbimizden bu sevgide tam muvaffak etmesini isteriz.[3]
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 152.
[2] Enfâl Sûresi, 46.
[3] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, s. 100-102.