Rabbim Allah Deyip İstikâmet Edenler…
“O kimseler ki: “Rabbimiz ancak Allah’tır de(mek sûretiyle tüm îmân şartlarına şüphesiz inançlarını ifâde et)mişlerdir, sonra da (şirke dönmeyip bu ikrarda sebât etmişler ve farzları ihlâs üzere edâ ederek) istikâmet göstermişlerdir; şüphesiz melekler (dünyâda ve âhirette karşılaşacakları tüm tehlikeli geçitlerde, özellikle korku ve üzüntüye kapıldıklarında, ölüm ânında, kabirde ve dirilme sırasında) sürekli onlar üzerine in(erek şöyle de)mektedir ki: “(Geleceğinizle alâkalı herhangi bir şeyden) korkmayın ve (geride bıraktıklarınıza da hiç) üzülmeyin, bir de siz (peygamberler vâsıtasıyla dünyâda) sürekli vaad olunmakta bulunmuş olduğunuz o cennetle müjdelenin!”[1]
Bu derste Allah Teâlâ çok büyük bir matluptan haber veriyor. İnsan anlamak için dinlemeli, anladığı ile amel etmeli, hem de ihlas üzere olmalı. Rabbisinden haberdar olarak yaşamalı. Gafil veya gözü bağlı gibi hareket etmemelidir.
Bu âyat-ı beyyinât bir insanın nasıl yaşayacağını haber vermektedir. Bu âyat-ı beyyinâtta büyük dersler vardır. Lâkin ders anlayan lâzım.
Allah Teâlâ: “Rabbimiz Allah’tır” deyip de sonra sebat edenleri davalarına göre çalışanları ve bu davalarını isbat edenleri müjdeliyor. Bir şeyi iddia eder ama isbat edemezsen kıymeti yoktur.
Bâtını Çürük Olanın Zâhiri Kıymetsizdir
Âyet-i celîlede geçen: “istekâmû” cümlesi din-i mübin-i İslam’ın itikat kısmını, amel kısmını zâhir (dış) ve bâtın (iç) kısmını kaplamış bir cümledir. Çünkü bir insanın itikadında eğrilik olursa onun aleyhinde hayır yoktur. Yani batını çürük olursa zahirinin kıymeti yoktur.
İstikamet üzere olmak en büyük meseledir. İstikamet kerametten de üstündür. En mühim şey olduğundan sebeptir ki Allah Teâlâ namazların her rekâtında bizlere istikameti istettiriyor. Bir Müslüman kıldığı namazın her rekâtında Fatihâ-ı şerîfi okuyor. Cemaatle kılan müstesna idiyse de o da imamın okumasıyla okumuş oluyor. Cenâb-ı Hakk’a Sûre-i Fâtiha’daki: “Ancak Sana ibâdet (ve kulluk) ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz”[2] âyet-i kerimesiyle hitap ettiğimizde Mevlâ Teâlâ bu hitaba cevâben sanki: “Size ne şekilde yardım edeyim” buyuruyor.
Bir rivâyette Cenab-ı Hakk: “Kulum eğer Benim kelamıma dayanabilseydi ona lebbeyk derdim. Fakat o bu mânevî ağırlığı kaldıramaz”[3] buyurmuştur.
Sırât-ı Müstakîm…
Sonra Mevlâ Teâlâ biliyor ki isteyeceğimiz şeylerin seçimi bize bırakılsaydı, çok ucuz şeyler talep ederdik. Meselâ; bize bir daire ver, bir evlat ver, bir çiftlik ver, bir fabrika ver, bir yazlık ver, rütbe riyâset ver derdik. Yani fâni şeyler isterdik. Bundan dolayı Cenâb-ı Hakk bize ne isteyeceğimizi kendisi bildiriyor ve buyuruyor ki: “Bizi o dosdoğru yola hidâyet et…”[4] Sırât-ı müstakîmi daha iyi beyân etmek üzere: “Kendilerine in‘âmda (ve ikrâmda) bulunduğun o (peygamberlerin, sıddîkların, şehitlerin ve sâlih) kimselerin yoluna.”[5]
Allah Rasûlü’ne İttibâ
Mevlâ’nın bizi o sırat-ı müstakîme yani o dostlarının yollarına hidâyet etmesi için bir yol vardır. Onu da Nisâ sûresinin şu âyet-i celîlesi beyan ediyor: “Her kim Allâh’a ve o Rasûl’e itâat ederse, işte sana! Onlar Allâh’ın kendilerine in‘âm (ve ikram)da bulunmuş olduğu; o peygamberler, sıddîklar, şehitler ve (iyi amel sâhibi olan) sâlihlerle berâberdirler. İşte sana! Arkadaş olarak ne de güzel olmuştur onlar.”[6]
Demek ki Allah ve Rasûlü’ne ittiba edenler peygamberlerden, sıddıklardan, şehidlerden ve salihlerden olan bir cemaatle beraber ebedî yaşayacaklardır. “Kişi sevdiği ile beraberdir”[7] hadis-i şerifi de buna delildir.
Peki Efendimize ittiba edenler kimlerdir? İman ettikten sonra, farzları, vacipleri, sünnetleri, müstehapları, edepleri işleyenler, bir de haramları, mekruhları terk edenler Efendimize ittiba edenlerdir. Sûre-i Âl-i İmran’da da şöyle buyrulur: (Habîbim! Ehl-i Kitap, müşrik veyâ Müslüman; Allâh’ı sevdiğini iddiâ eden herkese) de ki: “Eğer siz Allâh’ı seviyor olduysanız, bana hakkıyla uyun ki Allâh da sizi sevsin (sizden râzı olup sevap versin) ve sizin için günahlarınızı örtsün. Allâh (Kendisini sevenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr, (Habîb’ine uyarak sevgisini kazananlara da çok acıyan bir) Rahîm’dir.”[8]
Bu âyet-i celîleden de anlaşılıyor ki, Peygamber Efendimize ittibâ eden ancak Allah Teâlâ Hazretlerini sever. Allah da onu sever. Allah’ı sevmek şart, ittibâ meşruttur. Şart olmazsa meşrut olmaz. Yani ittibâ Allah Teâlâ Hazretlerini sevdiriyor. Allah Teâlâ’yı sevmekte ittibâyı icap ettiriyor.
Allah Teâlâ’yı sevmenin ilacı Peygamber Efendimize tâbi olmaktır. (yuhbibkümüallâh) Cümle-i şerifesi bunun sadık (doğru) şahididir. Hulâsa bu din-i mübin-i İslam’a farzlarıyla, vacipleriyle, sünnetleriyle devam edip haramlarından mekruhlarından sakınmakla: (İstekâmû) cümlesinin gösterdiği vazife tamamlanmış oluyor. İstikamet deyip de geçmeyelim.[9]
Dipnotlar
[1] Fussilet Sûresi, 30.
[2] Fâtihâ Sûresi, 3.
[3] Rûhu’l-Beyân, c. 6.
[4] Fâtihâ Sûresi, 6.
[5] Fâtihâ Sûresi, 7.
[6] Nisâ Sûresi, 69.
[7] Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165.
[8] Âl-i İmran Sûresi, 31.
[9] Mahmûd Efendi Hazretleri, Sohbetler, s. 107.