“Kâfirler de birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz (emredildiğiniz gibi) yardımlaşmazsanız, yeryüzünde bir fitne (İslâm zafiyeti) ve büyük bir fesat (küfür hakimiyeti) olur.”[1]
Bu âyeti bilmeli. Eğer Müslümanlar birbirleriyle yardımlaşmazsa yeryüzünde fitne çıkar, İslâmiyet zayıflar, büyük fesat olur, kâfirler kuvvetlenir.
Bir şahıs namazını kılmasa, bir kadın çarşafını çıkarsa, bir erkek sakal bırakmasa, bir farz, bir sünnet, bir edep terk edilse yani şeriatın emirlerinden bir tanesi dahi yapılmasa İslâmiyet zayıflar, küfür kuvvet bulur.
Kâfirler, kâfir oldukları hâlde birbirlerini tutarlar. Müslümanlar, birbirlerini tutmasalar olur mu? İslâm kardeşliği olmayınca İslâmiyet zayıflar. İslâm’ın verdiği heybet ile Osmanlı Padişahları bütün kâfirleri korkudan titretiyorlardı.
Rum Kayseri tarafından Hz. Ömer’e (Radıyallahu Anh) bir elçi gönderildi. Elçi Medine-i Münevvere’ye geldi. Bindiği atın eğeri altından idi. Debdebeli bir yürüyüşle Medine-i Münevvere’ye girdi. Padişahların sarayı gibi bir saray arıyordu. Bir nene ile karşılaştı. Ona “kralınız nerede” diye sordu. Nene ona: “Bizim kralımız yok, emirimiz var. Beni takip et” dedi. Onu hurma ağacının altında yatan Hazret-i Ömer’in (Radıyallahu Anh) yanına götürdü.
Elçi, Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh)ı görünce titremeye başladı. “Ben nereye elçi olarak gönderildiysem, kral gibi kendimi azamet sahibi hissediyordum. Bu şahıs uykuda olduğu halde ben, ondan korkuyorum. Bu emir, adil yönetimi ile halkından emin bir şekilde uyuyor. Hâlbuki bizim kralımız, zalim yönetimi yüzünden sürekli uykusuz ve korku içindedir” dedi.
Maneviyat bambaşka bir şeydir. Onun karşısında durulamaz. Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) uyandı, elçiyi gördü, onunla konuştu ve ona İslâm’ı tebliğ etti sonunda elçi Müslüman oldu.
İsmimiz şeriatçı oldu. İsmimizin şeriatçı olması gibi kendimiz de tam şeriatçı olsaydık iş tamamdı. Amma tam değiliz. Allah Teâlâ tam etsin. Mevlâ Teâlâ Şeriatı tam manası ile yaşayan kimselerin arkasındadır. Rasûlüllah Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in şu hadis-i şerifi bu manaya işaret eder:
Câbir’den (Radıyallahu Anh) rivâyetle Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Benden önce kimseye verilmemiş olan beş şey bana verildi:
1.Bir aylık mesafeye korku salmakla yardım olundum
2.Yeryüzü bana mescid ve temizleyici kılındı. Ümmetimden
kim namaz (vaktine) ulaşırsa namaz kılsın.
3.Ganimet benden önce kimseye helâl olmamışken bana helâl kılındı.
4.Bana, şefaat (etme yetkisi) verildi.
5.Peygamberler hassaten yalnız kendi kavmine gönderildi. Ben ise, bütün insanlara gönderildim.”[2]
Hadis-i Şerifte geçen: (اُعْطِيتُ)ne kelimedir? İf‘al babından mazinin meçhulü, nefsi mütekellim vahdedir. (اَعْطَيتُ) İse malûmudur. Sarf ve nahiv kitaplarını okumasaydık bunu bilemezdik.
1.Bir aylık mesafe uzaklığında bulunan düşmanlar onun ismini duyduklarında korkarlardı.
2. Koca yeryüzü onun için mescid ve temizlik vasıtası kılındı. Evvelki ümmetlerin namazları ancak mescidde kılındığında kabul olunurdu. Efendimiz’e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ümmetine ise bütün yeryüzü mescid kılındı. Namaz vakti girdiğinde yolculuk veya başka bir sebepten dolayı mescide gidemiyorsak, temiz bir toprak
üzerinde namazımızı kılabiliriz. Şu da var ki cemaatle namaz kılmak sünnet-i müekkededir. Farz diyenler de vardır. Yeryüzü temizlik vasıtası kılındığından, su bulunmadığı zaman toprakla teyemmüm yapılır.
3.Evvelki peygamberler zamanında ganimet malı helal değildi. Harp sonucunda ele geçen mallar bir yere yığılır sonra gökten bir ateş inip onları yakardı. Eğer çalınmışsa, çalınan ganimet bulunup yerine konulmadığı müddetçe gökten ateş inmezdi. Ganimet malı bizlere helâl kılındı. Allah Teâlâ dilediğini yapar.[3]
Dipnotlar
[1] Enfâl Sûresi, 73.
[2] Buhârî, Teyemmüm, 1.
[3] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, 245.