Şeref, gece-gündüz seferber olarak Kur’ân’a hizmet edenlerindir. Bu kişi hammal veya hammal kızı, süpürgeci veya süpürgeci kızı olsa dahi durum değişmez. İnsan Kur’ân ehli olmadıkça hiçbir değeri yoktur. Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu hakkında Cenâb-ı Hakk buyurdu ki: “(Allâh Te‘âlâ) buyurdu ki: “Ey Nûh! Şu muhakkak ki o (oğlun), senin (dîninin) ehlinden değildir. Şüphesiz ki o(nun tüm işleri), sâlih olmayan (şeyler olduğundan, artık büsbütün kendisi bozuk) bir amel (hâline gelmiş)dir.”[1]
Cenâb-ı Hak Celle ve Alâ, salih amel sahibi olmayan oğlunu Nuh Aleyhisselâm’ın ehlinden saymadı.
Bu dersteki âyetimizin tefsirinde, Rûhü’l-Beyân’da şöyle bir kıssa vardır: “Fudayl bin İyâd Hazretleri’nin (Rahimehullah) bir talebesi vardı. Çok bilgili ve beğendiği bir talebe idi. Fudayl bin İyâd Hazretleri (Rahimehullah) birgün bu talebesinin ölmek üzere bulunduğunun haberini aldı.
Hemen yanına gidip başucuna oturdu ve Yâsin okumaya başladı. Talebesi: ‘Yâ Üstad! Okuma’ dedi. Fudayl Hazretleri sustu. Bu sefer telkin getirmek için ‘Lâ ilâhe illallah’ dedi. Talebesi yine: ‘Lâ ilâhe illallah’ deme. Zira ben, bu kelime-i şehâdetten beriyim’ deyip o hal üzere öldü. Fudayl bin İyâd Hazretleri evine döndü. Kırk gün evinden dışarı çıkmadı ve ağladı. Sonra rüyasında gördü ki o talebesi cehenneme atılıyor. Ona sordu: ‘Hangi şey bu marifetin senden soyulmasına sebep oldu? Oysa ben seni en iyi talebem bilirdim.’ Talebesi: “Üç kabahatim vardı;
Birincisi: Nemmâmlık ederdim. Sana dediğimin hilâfını arkadaşlarıma derdim.
İkincisi: Arkadaşlarıma hasedlik (çekememezlik) ederdim.
Üçüncüsü de: Bende bir hastalık vardı. Doktora gittim. Hastalığımdan sordum. O da bana her sene bir kadeh şarap içmemi, eğer içmezsem bu hastalığın bende bâki kalacağını söyledi. Ben de bu illet için içtim. Bu üç kabahat benden îmânın çıkmasına sebep oldu” dedi.
Neûzübillah. Hocaların, âlimlerin muhalefetleri ufak olmaz. Ufak zannedilir ama değildir. Kur’ân-ı Kerim ilmi ile uğraşan hocalarımıza tenbih ediyorum: Onlar hiçbir kötü hareket yapmış olmamalı ve kötü söz söyledikleri duyulmamalıdır. Nefse muhalefet lâzımdır. Nefse muvafakat ettin mi heybetten düşersin.
Efendimiz’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) ümmetinden olduğumuza göre ona ittiba etmemiz lâzımdır. Bir aylık yoldan ismini duyanlar ondan korkuyorlardı. Ümmet kâmil olursa, kâfirler ondan da korkarlar. Eğer Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bugünkü ümmetinden korkmuyorlarsa anlayınız ki, ittiba da noksanlık vardır.
Karanlıkta, mecliste, tenhâda, meydanda Mevlâ’ya (Celle Celâlühü) muhalefet etmeyeceğiz. Ben, Allah (Celle Celâlühü)nün ehliyim. O’nun hatırını sayacağım. Bu Kitab’ı muhafaza edeceğim demeli. Bunu hem yaşayacağım hem yaşatacağım hem seveceğim hem sevdireceğim hem öğreneceğim hem öğreteceğim demeliyiz.
Her talebe böyle karar vermeli. Kız olsun, erkek olsun. Zayıf olsun, kuvvetli olsun. Nefis bir fenalık emredince hemen hatıra gelmelidir ki, biz Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)i, temsil ediyoruz. “Bu iş bana yakışmaz” demeli nefsin bu isteğini defetmeli.
Nefis her nerede bir farz, vacip, sünnet, müstehap, edep terkedilmesini isterse, olmaz! “Ben kendim küçüğüm, büyük değilim ama büyük yerde bulunuyorum. İslâm’ın yüz karası olmamalıyım” demeli. Hemen nefsin bu kararından dönmeli. Ya Rabbi! Bütün talebelerimizi, hocalarımızı bu şerefe nail eyle. Âmin.
Nefisten bir muhalefet geldiğinde, muhalefet kapısını hemen kapamalı. Her bir Müslüman böyle düşünmeli. “Evet! Ben aciz bir erkeğim veya kadınım amma benim temsil ettiğim Müslümanlık büyüktür” diyerek daima İslam’ın şanını yükseltecek işlerde ve yerlerde bulunmalı.
Dipnotlar
[1] Hûd Sûresi, 46.