Otuz cüz Kur’ân bitti de burası mı kaldı?
Efendi Babam (Kuddise Sirruhû), Hatm-i Hâcegân’dan sonra bir aşr-ı şerîf okuturdu. Sonra Kur’ân-ı Kerîm’i eline alır, okuyana nereden okuduğunu sorardı. O da işte şu sûrenin, şurasından okudum deyince “Niçin oradan okudun da başka yerden okumadın. Otuz cüz Kur’ân bitti de burası mı kaldı?” diye sorardı.
Okuyan da: “Mevlâ Teâlâ orayı hatırlattı bana, onun için oradan okudum” derdi. O zaman Ali Haydar Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû): “Ben de senden bu cevabı bekliyordum. Şu mübarek mekânda Cenâb-ı Hakk, bu mübarek âyetleri okuttu. Şimdi ben de bunları açıklayacağım, sanki şimdi yeniden nâzil olmuş gibi dinleyelim” buyururlardı.
Biz de Hatmi Hoca’dan sonra, bir aşr-ı şerîf okuyoruz. Neresi okunuyorsa, pazar ve pazartesi günkü sohbette âcizane orasını açıklıyoruz. Bu hafta Bakara Sûresi’nin yüz yetmiş yedinci âyet-i kerimesi okundu.
Kıblenin Mescid-i Harâm’a Döndürülmesi
Ne zaman ki kıble Mescid-i Aksâ idi. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) gelinceye kadar ve geldikten epey sonraya kadar namaz o tarafa doğru kılınıyordu. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) arzu ediyordu ki, kıble Beytullâh’a dönsün. Tabii ki bunu Cenâb-ı Hakk hatırına getirmişti. Çünkü Kâbe-i Muazzama, ceddi İbrâhim (Aleyhisselam)ın kıblesi ve iki kıblenin en eskisiydi.
Kâbe-i Muazzama, Arapların iftihar vesilesi, emniyet, ziyaret ve tavâf yerleri olduğu için Kâbe-i Muazzama’ya dönmek Arapları îmâna davet hususunda daha teşvik ediciydi.
Aynı zamanda Kâbe-i Muazzama’ya dönmekte, Yahûdilere muhalefet de vardı. Zira Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onların kıblesi olan Mescid-i Aksâ’ya doğru kıldığında: “O, bizim dinimize muhalefet ediyor sonra kıblemize tâbi oluyor. Biz olmasak nereye döneceğini de bilmeyecek” diyorlardı.
O zaman Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mescid-i Aksâ’ya doğru yönelmeyi istemedi ve Rabbi’nin O’nu Kâbe-i Muazzama’ya doğru döndürmesine dair kalbinde bir arzu vuku buldu. Bu hu susta bir vahiy beklediğinden çok kere yüzünü semaya çevirirdi. Bunun üzerine Mevlâ Teâlâ Hazretleri, şu âyet-i celileyi inzâl buyurdu: “(Ey Habibim!) Biz senin yüzünün (vahiy bekleyerek sık sık) semâya doğru çevrildiğini muhakkak görüyoruz. Vallâhi elbette şimdi biz, seni razı (hoşnut) olacağın bir kıbleye muhakkak çeviriyoruz. Artık sen (namazda) yüzünü Mescid-i Harâm tarafına (Kâbe-i Muazzama’ya doğru) çevir.”[1]
Bu defa ehl-i kitap mücadeleye başladılar. “Nasıl olur da kıble yerinden dönermiş. Böyle şey olur mu?” O vakit Cenâb-ı Hakk şu âyet-i celîleyi inzâl buyurdu. “İnsanlardan (Yahûdi ve müşriklerden) bir takım sefih (cahil)ler yakında: ‘Onları (Muhammed ve ümmetini, namaz da kıble edinip) üzerinde bulundukları (eski) kıblelerinden (Beyt-i Makdis’ten) çeviren (sebep) nedir?’ diyecekler. (Yâ Muhammed!) Sen o süfehâya (akılsızlara) de ki: ‘Meşrik (doğu) ve Mağrib (batısıyla bütün Kürre-i Arz) Allah’ındır. O, dilediğini dosdoğru bir yola hidâyet eder.”[2]
Cenâb-ı Hakk kıble için mücadele verenleri sefihlikle andı, onlara ahmak dedi. Siz Allah (Celle Celâlühü)nün işine ne karışıyorsunuz. Allah Teâlâ Hazretleri bilmiyor mu ki, kıble neden döndü, neden dönmedi. İşte bugün okunan aşr-ı şerîf de buna tam cevap olarak indirildi.[3]
Dipnotlar
[1] Bakara Sûresi, 144.
[2] Bakara Sûresi, 142.
[3] Mahmûd Efendi Hazretleri, Sohbetler, 1. Cild, s. 23-24.