Allah-u Teâlâ (Celle Celâlühû) niçin savaş için kuvvet hazırlamamızı emrediyor? Çünkü düşmanlar Müminlerin savaşa hazırlandıklarını ve hazırlıklı bulunduklarını bilirlerse onlar bu hazırlıktan korkarlar da Müminlere karşı savaşa girmeye asla cesaret edemezler, diye. Hazır kuvvetimiz olmazsa hemen ezilir bükülür gideriz ne canımız ne namusumuz kalır.
Kâfirleri de Allah-u Teâlâ yarattı. Peki neden bizlere onlara karşı kuvvet hazırlamamızı emrediyor? Zira onlar Allah-u Teâlâ’ya inanmıyorlar, Kur’ân-ı Kerime de inanmıyorlar hatta kendi kitaplarına inanmıyorlar. İsa Aleyhisselam’a da inanmıyorlar, kendi kafalarında bir İsa tahayyül ediyorlar, ona inanıyorlar. Zira Allah-u Teâlâ asıl İsa Aleyhisselam’ın şöyle söylediğini buyuruyor: “Bir vakit Meryem’in oğlu İsa dedi ki: Ey İsrailoğulları! Şüphe yok ki ben, benden önce olan Tevrat’ı tasdik edici ve benden sonra Ahmed isminde gelecek bir Peygamber ile müjdeleyici olarak sizlere Allah’ın Rasulüyüm.”[1] İşte Hristiyanlar, Hazreti İsa Aleyhisselam‘a hakikaten inanmış olsalardı, Peygamber Efendimize (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve diğer bütün Peygamberlere de inanacaklardı, Kur’ân-ı Kerimi de tasdik edeceklerdi. Biraz önce söylediğimiz gibi, kendi kafalarından bir Hazreti İsa çıkardılar. Bazı kere ona Allah derler, bazı kere de Allah’ın oğlu derler. Bütün hakikatler, Kitabullah’da yazıyor, onu okumak, ondan öğrenmek lâzım. Ders âyetimize dönelim: Düşmanlarımıza güvenmeyelim. Harp için savaş silahlarını onlardan alırız demeyelim. Bugün bize silah verirler, yarın da bunları Yunan’a atmayın, derler. Yani düşmanlar bizimle oynuyorlar, bizi avanak buldular. Yunan düşmanımızdır, bütün kâfirler bizim düşmanımızdır. Onlar fırsat buldular mı, bizleri ezerler. Fakat Kur’ân-ı Kerim’e tabi olursak yenilmeyiz.
Kıbrıslı Rumlar bizlere neler etmişlerdi neler… Onları biliyordunuz ama unutuyorsunuz, siz unutuyorsunuz ama düşman hiçbir şeyi unutmuyor. O zaman Müslüman Türkler çok zor durumlara düşürülmüş idi. Kıbrıs’ta Rumlar ile uzun seneler beraber yaşamış birisi anlatmıştı: Kıbrıs’ta hiçbirimiz tek başımıza sokağa çıkamıyorduk. Bahçelerimize, tarlamıza gidemiyorduk. Bahçelere, tarlalara gidileceği zaman otobüs tutuluyor hep birden gidiyorduk. Hatta bazen otobüsümüzü Rum askerleri durduruyor, aramızda bulunan hanımlardan beğendiklerini alıp götürebiliyorlardı. Camilere gitmemize ise hiç izin vermiyorlardı. Dua ederiz de onların başlarına bir şey gelir diye korkuyorlardı. İşte bütün bunlardan sonra görüldü ki olacak gibi değil Rumlar ile harp edilmeye karar verildi. Kıbrıs harbine iştirak etmiş olanlardan biri de şöyle anlatmıştı: Savaş için Türk donanması karaya yaklaştığında gemiden her inen askerimizi kıyıda istihkâmlara yerleştirilmiş Rum askerleri vuruyor, şehid ediyorlardı. Karaya çıkan bir kişi dahi ilerleyemiyordu. Kumların üzeri askerlerimizin cesetleri ile dolmuştu. Bunun üzerine Türk kumandan bizlere gemiden inerken Allah, Allah diyerek inmemizi emretti. Emre uyup Allah Allah diyerek inmeye başladık. Rum askerleri yine silah atıyorlardı lâkin mermiler sağımızdan, solumuzdan, üstümüzden geçiyor bize isabet etmiyordu. Çok şehit vermekle beraber Kıbrıs’ı aldık.
Ey cemaat-i müslimîn! İşte kâfirler böyle bir millettir. Siz istediğiniz kadar onları dost bilin, müttefik bilin, ne bilirseniz bilin, onlar hayvanlar gibidirler. Nasıl hayvan dostluk bilmez kızdığında saldırırsa bu kâfirler de böyledir. Onlarla ittifak edilse de fırsat bulduğunda her türlü kötülüğü yaparlar.
Dipnotlar
[1] Saff Sûresi, 6.