عُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ ف۪يهَا مَا نَشَٓاءُ لِمَنْ نُر۪يدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَۚ)
(يَصْلٰيهَا مَذْمُومًا مَدْحُورًا
“Her kim(in tüm hedefi dünyaya kilitlenip sadece) o (kazanılması da yitirilmesi de) çarçabuk olan (dünyay)ı istemekte bulunmuşsa, Biz orada ona, (herkese de değil) o dilediğimiz kimseye (peşinen vermeyi) dilediğimiz kadarını çabucak veririz, sonra da cehennemi ona tahsis ederiz ki, o oraya kınanmış ve kovulmuş bir hâlde girer.“[1]
Çok dikkatli dinleyelim! İnsan, âyetlerin manasını kolay kolay bilemiyor, anladığını zannediyor. Allah Te‘âlâ bu kadar cemaatin hürmetine anlatıyor. Kâinatı yaratan Allah Te‘âlâ’nın kelâmı aramızda duruyor. Biz onu bilmiyorsak vay bize vay! İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı biliyoruz, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen bizim Peygamberimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in lisanını bilmiyoruz, bu olur mu? Mevlâ Te‘âlâ’nın Kur’ân’ını bilen, Mevlâ Te‘âlâ’nın en sevgilisidir. Nereden biliyorum? Allâh-u Te‘âlâ, Dâvûd (Aleyhisselâm)a buyurdu ki: “Ey Dâvûd! Muhakkak Ben ziyade biliciyim ve her bileni severim.”[2]
İlim sıfatı, Allah Te‘âlâ’nın en çok sevdiği sıfattır. O ilmin en özü Kur’ân’dır. Sonra hadîs-i şerîflerdir.
Âyet-i celîle de geçen ( مَنْ ) lafzı, elfâz-ı umumdandır. Yani erkeğe de, kadına da, meleğe de, cinne de, bir taneye de, bin taneye de söylenir. (مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْعَاجِلَةَ) “Erkek, kadın, genç, ihtiyar, amir, memur her kim bu geçici dünyayı isterse…”
Ne ile dünyayı istiyor? Namazla, oruçla, okumakla, okutmakla, sadaka ile zekâtla vs. ile dünyayı istiyor. Halbuki insan bunlarla beraber Mevla’yı, rızasını, cennetini isteyecekti.
Büyüklerden birisi bir medreseye gitti. Talebelere: “Beni dinleyin” dedi ve şu beyiti okudu:
“Ey medresede oturanlar! Hâsıl ettiğiniz her şey vesvesedir.
Eğer Sizin fikriniz Sevgili olan Mevlâ’dan gayrısı olduysa, Sizin için âhiret hayatında nasib yoktur.”
Bir kimse din ilmini öğrenir, onunla devlet reisliği, başkanlık, valilik vs. gibi Allah Te‘âlâ’dan başkasını isterse Allah (Celle Celâluhû) ona verir. Ama âhirette onun nasibi yoktur.
Mansur ibni Ammâr (Radıyallâhu Anh) buyurdu ki: “Benim Allah Te‘âlâ yolunda bir kardeşim vardı, beni çok sever, rahat ve dar zamanımda beni ziyaret ederdi. Bu kişi ibadete, özellikle teheccüde çok devam eder ve çok ağlardı, sonra ben onu birkaç gün göremedim ve ne hâlde olduğunu sordum, hasta olduğunu söylediler, hemen evine gittim kapısını çaldığımda kızı açtı ve beni içeriye aldı, bir de baktım ki arkadaşım odanın ortasında yüzü kapkara, gözleri masmavi, dudakları şişmiş bir hâlde yatıyor. Ona: ‘Ey kardeşim! Lâ ilâhe illallâh sözünü çok tekrar et!’ dedim. Gözlerini açtı, yüzüme baktı: ‘Ey kardeşim! O bir kelimedir ki benimle onun arasına engel kondu, onu bana dedirtmiyorlar’ dedi. O zaman ben: ‘Peki ya onca kıldığın namazlar, tuttuğun oruçlar, teheccüdler vardı, onlara ne oldu?’ deyince, ‘Ey benim kardeşim! Onların hiçbiri Allah Te‘âlâ için değildi, ben bunları ancak desinler için yapmıştım, milletin gördüğü yerde yapıyor, tenhada yalnız başıma kaldığımda ise kapıları kapıyor, perdeleri çekiyor, Rabbime karşı açıkça günah işliyordum’ dedi.”
Bakın! Ne oldu sonunda? Kelime-i şehâdeti dedirtmiyorlar.
Ya Erhame’r-Rahimîn! Böyle olmaktan bizleri muhafaza eyle. Demek ki insanın yaptığı iyilikten, ibadetten kastı yalnızca Mevlâ’nın rızasını kazanmak olmalı. Dünyalık bir şey, bir hediye beklememeli. Din ilimlerinin yanında devlet reisliği hiçbir şey değildir. Bugün bu ilimlere çalışmak ufak bir şey gelmesin size. Bu ilimlerle Mevlâ kazanılıyor. Bu ilimler neredeyse kayboluyordu, siz yakaladınız. Ama sakın gururlanmayın, ben hiçbir şey olmadığım halde Kur’ân’a mana veriyorum diye sevinin.
Ya Rabbi! Bu ilmi bize sen verdin, amel ve ihlâsı da ver! Millet Fransızca, İngilizce biliyor. Ben bunu kıskanıyorum benim Rabbimin kitabı bilinmiyor. Bunu bilenler artsın. Bunu bilmeyenler âhirette ne kadar üzülecekler. Vay bana vay. Kâinatın en büyük kitabı Kur’ân-ı Kerîm’dir. En büyük insan, onu bilip amel edendir.
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, 8/297-299.
Dipnotlar