Eserden Müessire Geçeceğiz
Neler neler bilmemiz lâzım. İnsan cahil olunca neye benzer? Herhangi bir bahçede bulunan bir meyva ağacının dalındaki bir meyvanın içinde yaşayan bir böceğe benzer. O böceğin ne bahçeden haberi vardır ne bahçıvandan haberi vardır ne meyva ağacından haberi vardır ne meyvanın dalından haberi vardır ne meyvanın yaprağından haberi vardır ne de içinde bulunduğu meyvadan haberi vardır. Ancak içinde barındığı yuvacığı bilir. İnsana bunun gibi yaşamak yakışır mı?
Görüyorsunuz koca bir fezâ içindeyiz. Altımızda yer, üstümüzde güneş, ay ve yıldızlarla süslenmiş gökyüzü. Evvela bütün bunların yaratılışını bileceğiz. Eserden müessire geçeceğiz. Kâinatta bulunan her şey bir eserdir. Müessiri Mevla Teâlâ’dır. Eseri de müessiri de bilmemiz gerekir.
Görünmek istedi ol Zât-ı Yezdan,
Zuhûra geldi ol Sultân-ı Ekvân.
“Mevla Teâlâ görünmek istedi, kâinatın sultanı zuhura geldi.”
Zat-ı Yezdan: Mevlâ’nın zatı.
Zuhûr: Meydana gelmek.
Sultan-ı Ekvan: Kâinâtın sultanı.
Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Allah var idi, Allah ile beraber hiçbir şey yok idi.”[1]
Yerler, gökler, melekler, cinler, insanlar yok idi. Sadece Mevlâ vardı. Bir hadis-i kudsîde de:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi sevdim beni bilsinler için mahlûkatı yarattım”[2] buyruluyor.
Halk ve mahlûk her iki kelimede arapçadır.
Mahlûk kelimesi (ح) harfiyle söylendiğinde: “Tıraş olmuş” (خ) harfiyle söylendiğinde ise: “Yaratılmış” manasına gelir. O yaratılmışlardan birisi de bizleriz.
Mevlâ Teâlâ mahlûkatı: (لِيَعْرِفُونِي) “Beni bilsinler için yarattım” buyuruyor.
Eğer Allah’ı (Celle Celâlühü) bilmeye çalışmazsak biz ne için yaratılmış oluyoruz? Biz ne ile mükellef kılındığımızı zannediyoruz? Kulluk vazifeleri yapılmıyorsa, bu Mevlâ’ya aldırmamak demektir. Rabbimiz buna gücenmez mi? Öyleyse hemen vazifelerimizi yapmaya başlayalım.
İnsanın İlk Vazifesi
İnsanın ilk vazifesi nedir? Mevlâ’yı bilmek ve bulmaktır. Ders beytimiz bunu anlatıyor:
Görünmek istedi ol Zat-ı Yezdan
“Görünmek istedi” Türkçe, “Zât” Arapça, “Yezdân” Farsçadır.
Mısra’ın manası “Mevlâ Teâlâ görünmek istedi” demektir.
“Bil ki büyüğü ve küçüğü ile bütün âlem, Allah-u Teâlâ’nın isimlerinin ve sıfatlarının tecelligahı, şuûnatının ve zati kemâlatının aynalarıdır. Hakimiyeti yüce olan Allah (Celle Celâlühü) gizli bir hazine ve saklı bir sır idi. Allah Sübhânehû kemâlâtını saklı durumdan açığa çıkarmak, icmâlden tafsîle getirmek istedi. Bu yüzden zatı ve sıfatı ile zatını ve sıfatını gösterecek şekilde mahlukatı yarattı. Âlemin, O’nun tarafından yaratılmış olmak ve isimlerine ve şuûnlarına delil olmaktan öte Yaratıcısıyla asla bir münasebeti yoktur.”[3]
Bunları bize söylemeselerdi, biz bilemezdik. Bunlar çetin bir şey mi? Yok, hayır değil. Kimimizin yaşı altmış, kimimizin otuz, kimimizin yirmi. Bu ilimlerle meşgul olmasaydık bu kadar senelerimiz kim bilir nereye harcanacaktı. Günler geçiyor. Mevlâ az bir çalışmayla bizi nelerden haberdar etti. Bu müddet içerisinde yenildi, içildi, yatıldı, kalkıldı, çeşit çeşit işler görüldü, ilimle meşgul olmanın yanında bunlar da oldu.
Yâ Rabbi! Yememizi, içmemizi, yatmamızı, kalkmamızı, uykumuzu, hava almamızı, her şeyimizi ölçülü kıl. Bu yola çalışmamızda, amel etmemizde bize yardım buyur.
İslâm Nişânları Unutuluyor!
Sakalı olmayan, sarık takmayan, cübbe şalvar giymeyen bir hocayla karşılaştığımda ona sakalını uzatması, sarık takması, cübbe şalvar giymesi için dua ediyorum. İslâm kıyafeti o kadar unutulmuş ki hoca “Bu ne diyor?” diye hayretle yüzüme bakıyor. Bu duayı ona anası dahi etmez. Bizim medrese hocalarımıza da tembih ediyorum; Sakalları uzun, cübbeleri, şalvarları bol, sarıkları büyük olsun.
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “Cenâb-ı Hakk bana Bedir ve Huneyn savaşlarında sarıklı meleklerle yardım etti.”[4]
Kâfirlerin Üzerinde En Ufak Bir İslâm Nişânı Yoktur!
Sarık, ehl-i küfürle ehl-i İslâm arasında perdedir, İslâm nişanıdır. Sarık takmayana biz kâfir demiyoruz. İngiliz sarık takmıyor, Müslüman da takmıyor. İngiliz ceket, pantolon giyiyor, Müslüman da giyiyor. İkisinin arası ayırt edilmiyor.
Kâfir, üstünde İslâmiyetten en ufak bir nişan taşımaz. Şu hâlde Müslümanın üstünde de kâfirlikten en ufak bir alâmet bulunmamalıdır. Tâviz vermemeliyiz, İslamı hiç mi tutmak yok. Ne inançta ne zâhirde ne bâtında ne hareketlerde ne de giyimde onlara benzemeyeceğiz. Eğer böyle yaparsak ehl-i imandan çok dua alırız. Bu kâinatın direği oluruz. Kâinat dinin gelmesi için yaratıldı. Din giderse kâinat yıkılır.[5]
Dipnotlar
[1] Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 1.
[2] Suyûtî, ed-Dürerü’l-Müntesira, 125.
[3] Mektubât-ı Rabbânî, 1. Cilt 125. Mektûb-u Şerîf.
[4] İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 2/90-91.
[5] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, s.82-84.