Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri bizim Mevlâmızdır. Daima bizim için faydalı olana yol göstermekte zararlarımızı bizlere haber vermekte ve her çeşit kötülüklerden bizi kaçındırmaktadır. Hazreti Ali Efendimiz (Radıyallahu Anh) buyuruyor ki:
“İnsanlar uykudadır. Ne zaman ölecekler o zaman uyanacaklar.”[1] Hâlbuki öldükten sonra uyanmanın ne faydası var.
Ancak, biz kendimizi öyle bir uyandıralım ki, bize menfaatli olsun. O da nedir? Nefsi öldürmek, sevgili Allahımızda (Celle Celâlühü) fani ve baki olmaktır, işte bu ölüm ölmeden evvel olan ölümdür. Bununla uyanırsak zararlarımızı telâfi etmiş oluruz. Yapacağımız ticaretimizde muvaffak oluruz.
Bugünkü ders bizleri düşmana karşı uyarıyor. Düşmanın arzuları bizim için son derece büyük tehlikedir. Hâlbuki bunlar kendileri için de tehlikedir. Ancak buyurulduğu üzere: “…Onlar hayvanlar gibidir. Belki daha da aşağıdır…”[2]
Hayvan ne anlar tehlikeyi, zararı. Biz bile zor anlıyoruz. Güzel düşünelim ki anlayalım. Şimdi âyetimize başlayalım: “Onlar (o düşmanlar, kâfirler) Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler, Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz. Velev ki kâfirler hoşlanmasınlar.”[3]
Kimler bu kâfirler? Onlar öyle kimseler ki, bilâ istisna hepsi murâd ediyorlar, arzu ediyorlar, canlarını, mallarını bâtıl yol için sarfediyorlar. Biz hak yol için ufacık bir paramızı sarf edemiyoruz, bizim halimiz nice olur?
Mevlâ Teâlâ Hazretleri bu âyet-i celîlede gerek kitap ehlinden gerekse müşriklerden olan bütün kâfirlerin bu düşmanlıklarına, bu arzu ve isteklerine rağmen “Hâlbuki Allah Teâlâ, nurunu mutlaka tamamlayacaktır, isterse kâfirler hoşlanmasınlar.” buyurarak: “Ey müşrikler! Hâlâ nefsinizin hevası uğrunda bu büyük zararı görmemeye devam edecek misiniz?” diye kâfirleri ikaz ediyor.
Bu âyet-i tekid eden çok âyetler vardır. Bunlardan birisi şu âyet-i kerimedir: “Onlar arzu etmişlerdir (sevmişlerdir) ki kendilerinin küfrettikleri gibi siz de küfredip onlar ile müsavi olasınız…”[4]
İşte kâfirlerin sevdikleri budur. Az mı nail oldular bu arzularına? Az mı bu milleti dinden uzaklaştırdılar? Küfür bulaşıkları hemen hemen bütün İslâm memleketlerini istilâ etti.
Bir de Sûre-i Bakara’dan okuyacağım size. Ama gözü açmadıktan sonra okumak neye yarar? Hâlâ Avrupa’nın modası peşindeyiz. Bu modaları icat edenler Allah’a (Celle Celâlühü) inanmayanlardır.
Allah’a (Celle Celâlühü) inanmayanlara uymak insanın başına büyük belâ getirir. Yarın ahirette Allah’ın (Celle Celâlühü) huzurunda insanı rüsvay eder. Görüyorsunuz milletin hâlini. İşte Yunanistan’ın hâli. Dost gibi görünmeye çalışır fakat düşmandır.
“Onlar muktedir olabilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaştan geri durmazlar. Sizden ise her kim dininden dönüp de kâfir olarak ölürse, artık onların bütün amelleri dünyada da ahirette de mahvolur. Ve onlar artık cehennem ehlidirler. Onlar orada ebedi olarak kalacaklardır.”[5]
Mevlâ Teâlâ buyuruyor ki: “Niçin düşmanlarınıza uydunuz da onların düşmanlığını anlamadınız? Kötülüklerini sezmediniz, avlanan balıkçının kancasına yakalanan bir balık gibi, sizler de onların kancalarına takıldınız.” Mevlâ Teâlâ Hazretleri bizleri uyarıyor ama uyanan kimdir, dostun tenbihinden anlayan kimdir?
Dünyada iken arzu ve istekleri Dîn-i Mübîn-i İslâm’ı ortadan kaldırmak olan kâfirlerin ahirette temennileri değişecek: “Ah ne olaydı! Biz de Müslüman olsaydık.” diyecekler. Fakat Müslüman olma zamanı geçtiğinden temennileri fayda vermeyecektir.
Mevlâ Teâlâ Hazretleri kâfirlerin “Müslüman olsaydık” arzusunu âyetinde beyan buyurmaktadır.
“Kâfirler çok kere arzu edeceklerdir ki keşke Müslüman olmuş olsaydılar.”[6]
Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “Kıyamet gününde kâfirlerin hepsi ve Müslümanların günahkârları Cehenneme girip orada toplandıkları zaman kâfirler Müslümanlara: “Siz Müslüman değil miydiniz?” diye sorarlar.
Müslümanlar: “Evet, Müslüman idik” derler. Kâfirler: “Gördünüz mü? Sizin Müslümanlığınız size bir kâr sağlamadı, siz de bizimle Cehennemdesiniz.” derler.
Müslümanlar ise: “Hayır! Öyle değil. Biz dünyadayken işlediğimiz birtakım günahlar sebebiyle buradayız.” derler.
Bu konuşmaları dinleyen Mevlâ Teâlâ kâfirlere gazab eder ve fazl-ı keremiyle Cehennemde bulunan bütün Müslümanların çıkarılmasını emreder ve Müslümanlar cehennemden çıkarlar o zaman kâfirler “Ah! Keşke biz de Müslüman olsaydık şimdi Müslümanlar çıkarıldığı gibi biz de çıkardık.” diye hasret çekerler.
Yani ya müebbed, ya da muvakkat olmak üzere yanmak var. Bazı günahkâr Müslümanlar onlarla beraber yanacaklar. Ancak maalesef düşünüp de ibret alan çok az insan var. Küçük bir kız dahi bakıyoruz ki çeşitli arzu ve isteklerin içerisinde: “Ben şu olacağım, bu olacağım.” diyor, Cehennem hiç hatırına gelmiyor. Din, iman umurunda değil. Çünkü ana baba bozuk. Başlarına bir belâ geldi mi de pişmanlık içerisinde ağlarlar.
Kul Allah’ı (Celle Celâlühü) bilirse Allah da (Celle Celâlühü) ona düşmanlarını tanıttırır. Kul Allah’tan (Celle Celâlühü) korkarsa Allah da (Celle Celâlühü) düşmanlarını ondan korkutur. Ne gibi? Peygamber Efendimiz’den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) müşriklerin korktukları gibi. Zira Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “Bir aylık mesafeden (düşmanın kalbine) korku atılmakla yardım olundum.”[7]
Şimdi zararın neresinden dönersek kârdır. Sorarım size, Türkiye’deki insanların kaçı doğru yoldadır. Muhakkak ki bunun gerçek cevabı verilse Mümin olanlar çok üzülecektir. Kur’an-ı Azimüşşân başımızın üzerinde güneş gibi parladığı, açık bir lisanla beyân buyrulduğu halde bu duruma gelindi.
Hiç olmazsa biz bu kadar hakikatleri konuşuyoruz, dinliyoruz, biz doğru yolda olalım. Keyifleri bırakalım. Şu zalim nefis keyfe çok düşkündür. Dünya yansa onun umurunda olmaz. Düşman istilâsına uğradığı zamanda dayanamaz inim inim inler. Ya Erhamerrahimîn! Bizi kendi başımıza bırakma. Âmin!
Bakın düşman silahlanalım diyor. İlk hedefi Türkiye’yi almak. Tarihe baktığımızda birçok defalar Türkiye’nin düşman saldırılarına maruz kaldığını görürüz. Neyimize güveniyoruz. Mevlâ (Celle Celâlühü) bizden yardımı keserse onlara yeniliriz. Onun için dikkatli olalım. Şimdi bize çok uyanık olmak düşüyor.[8]
Dipnotlar
[1] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2/312.
[2] A‘râf Sûresi, 179.
[3] Tevbe Sûresi, 32.
[4] Nisâ Sûresi, 89.
[5] Bakara Sûresi, 217.
[6] Hicr Sûresi, 2.
[7] Buhârî, Teyemmüm, 1.
[8] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, c.1 s. 201.