Bütün kâinat Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in nurundan yaratıldı. Kâfirler de Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in nurundandır. Ama onlar o nuru söndürdüler. Eğer aynı nurdan yaratılmasaydılar ayrıcalık olurdu. O nuru kâfirler kaybetti. Müslümanlar muhafaza etti. Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyuruyor ki: “İlk yaratılan benim nurumdur. Ben Allah’ın nurundan yaratıldım. Müminler de benim nurumdan yaratıldı.”[1]
Allah Teâlâ Rûhu Nefse Âşık Etti
İnsanın ruhu bedenle birleşmeden önce terakki edemez, ilerleyemezdi. Kendine mahsus makamda, derecede bağlı ve mahbus idi. Fakat bu bedene indikten sonra yükselebilmek hassası ve kuvveti ona verilmiştir. Ruh ve beden her bakımdan birbirinin zıddı ve aksi olduğundan bunların bir arada kalabilmesi için Allah Teâlâ ruhu nefse âşık etti. Bu sevgi bunların bir arada kalmasına sebep oldu.
Mevlâ Teâlâ Hazretleri bunu bize şöyle haber veriyor: “Andolsun; elbette Biz insanı muhakkak en güzel bir biçim verme içerisinde yarattık. Sonra (bu şekilde güzel yaratılış nîmetine şükretmediği için) onu (cehennem ehlinden yaparak, görüntü bakımından) alçakların en alçağı olan (bir durum)a çevirdik.”[2]
Nefs-i Emmâre ve İlacı
Ruhun bu dereceye düşürülmesi, bu aşka tutulması, kötülemeye benzeyen bir medihtir. Ruh, nefse olan bu sevgisi sebebiyle kendisini nefis âlemine attı ve nefse esir oldu. Hatta kendinden geçti, kendini unuttu. Nefs-i emmâre hâlini aldı. Sanki nefsi emmâre oldu. Ruh her şeyden daha lâtif olduğundan, madde olmadığından her ne ile birleşirse onun hâline şekline ve rengine girer. Kendini unuttuğu için evvelâ kendi âleminde, kendi derecesinde iken Allah Teâlâ’ya olan bilgisini de unuttu. Câhil ve gâfil oldu. Nefis gibi cehalet karanlığıyla karardı.
Allah Teâlâ çok merhametli olduğu, çok acıdığı için peygamberler gönderip, onlar vasıtasıyla ruhu kendine çağırdı ve sevdiği nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emretti. Ruh bu emri dinleyip nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise felâketten kurtulur, yok eğer nefisle beraber kalmak isterse yolunu şaşırır.
Allah Teâlâ Hazretleri bizi makam olarak daha yükseklere çıkarmak için indirdi. Rahmeten lil âlemini gönderdi. Bu hususta Mevlâ Teâlâ Hazretleri şöyle buyuruyor: “O’dur ancak O Zât ki; Rasûl’ünü hidâyet (rehberi olan Kur’ân) ve hak din (olan İslâm) ile göndermiştir…”[3]
Şeriatla, tarikatla gönderdi. “Ahsen-i Takvîm” üzere yaratılan herkese gönderdi. Tin Sûresi dördüncü âyette geçen: (اَلْاِنْسَان) kelimesinde ki: اَلْ)) istiğrak içindir. Bütün insanları içine almaktadır. Bunun için Müslümanlar da kâfirler de âyet-i kerimede geçen, “Fî ahsen-i takvîm” içerisine girmişlerdir.
Hazret-i Peygamber Ebû Cehil’e de Gönderilmişti
Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa’yı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hazret-i Ebu Bekr (Radıyallahu Anh)a gönderdiği gibi Ebu Cehil’e de gönderdi. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh)a gönderdiği gibi Ebu Leheb’e de gönderdi. Hepimizi Mevlâ yaratmadı mı? Onlara ve hepimize aynı muallimi göndermedi mi? Evet. O hâlde Rahmeten lilâlemin olan Efendimize (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tam manasıyla itaat edelim.
Hepimiz Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in nurundan yaratıldık. Hakikatte imkân âleminde sadece O vardır. Bizler O’nun nurundan parlıyoruz. O hâlde, ben ben dememelidir.[4]
Dipnotlar
[1] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, no:827, 1/265.
[2] Tîn Sûresi, 4-5.
[3] Fetih Sûresi, 28.
[4] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, c.1 s.90.