Cereyanın, teller vasıtasıyla ulaşması gibi, Allah dostlarının feyizleri de elle tutulmayan, gözle görülmeyen bağlarla bize gelir. Mürşid ile mürid arasında âdetullah böyledir.
Allah Teâlâ Hazretleri bizlere: “Vasıta ile gelin” buyuruyor:
﴾…وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ…﴿
“…O’na (Allah’a) sizi ulaştıracak vesile (vasıta) arayın…”[1]
Mevlaya kavuşmak için vesileye gerek yok diyenler var. İnsanlar arasında Rasulullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) büyük var mı? Yok! Allah Teâlâ’ya Rasulullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) daha sevgili var mı? Yok! Rasulullah’tan (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah’a (Celle Celâlühü) daha yakın olan var mı? Yok! Böyle iken Allah Teâlâ araya Cebrâîl Aleyhisselâm’ı koyuyor. Âyet-i kerimelerde şöyle buyuruluyor:
“Muhakkak O (Kur’ân), âlemlerin Rabbi’nin indirdiğidir.
Onu Ruh’ul Emin (Cebrâîl (Aleyhisselâm)) korkutuculardan olasın
için senin kalbine indirmiştir”[2]
Cebrâîl Aleyhisselâm, Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)e ve diğer peygamberlere îlâhî vahyi tebliğ etmeye memur olan pek yüce bir melektir. Allah Teâlâ Hazretleri Kur’ân-ı Kerim’de meleklerden hiçbirini övmediği şekilde onu övmüştür.
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mevlâ Teâlâ Hazretleri’ne Cebrâîl Aleyhisselâm’dan da daha yakındır, daha sevgilidir. Böyle olmasına rağmen Cenâb-ı Hakk sevgili habibiyle kendi arasına Cebrâîl Aleyhisselâm’ı vasıta yaptı. Mevlâ Teâlâ dileseydi ilimleri vasıtasız olarak, doğrudan doğruya Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in kalbine akıtırdı. Demek âdetullah böyledir. Siz bunlara inanıyorsunuz. Ama kuvvet bulun da münkirlere cevap verin için söylüyorum Âyet-i kerime’de buyruluyor:
“Hiçbir insan yoktur ki Allah (Tealâ)ın onunla konuşması
şu üç şeklin dışında olsun; Ancak vahiy ile veya perde arkasından
yahut ta bir elçi göndererek kendi izniyle dilediğine vahyettirmesi
suretiyle olur. Şüphe yok ki O, pek yücedir ve çok hikmet sahibidir.”[3]
Mevlâ’nın (Celle Celâlühü) kulu ile konuşmasının çeşitlerinden birisi de kulunun kalbine ilham etmesidir. Musa Aleyhisselâm’ın annesinin kalbine ilham etmesi gibi. Âyet-i kerimede şöyle buyuruluyor:
“Mûsâ’nın annesine onu emzir diye vahyettik…”[4]
Firavun, Mûsâ Aleyhisselâm doğmadan önce rüyasında Kudüs tarafından bir kıvılcım parladığını ve onun köşkünü yaktığını gördü. Rüya tabir edenlere bunun manasını sordu
Dediler ki: “Benî İsrâîl’den biri çıkacak, senin tacını, tahtını yıkacak.” Firavun bundan korktu. Doğacak erkek çocukların öldürülmesini emretti. Yaklaşık yetmiş-seksen bin çocuk katledildi.
Bu arada Mûsâ (Aleyhisselâm)ın annesi hamile kaldı. Bir erkek çocuk dünyaya getirince çok korktu. İşte o zaman Mevlâ Teâlâ tarafından kalbine şöyle ilham olundu:
“… Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman onu suya bırak. Korkma, üzülme muhakkak Biz, onu sana döndüreceğiz ve peygamberlerden yapacağız”[5]
Mûsâ Aleyhisselâm’ın annesi bir sandık buldu. Çocuğunu onun içine koydu, sandığı Nil Irmağı’na salıverdi. Sular, sandığı alıp götürdü. Sandık, Firavun’un evinin önüne kadar geldi. Cariyeler, sandığı bulup, Firavun’un hanımına getirdiler. Sandığı açıp da içinde dünya güzeli bir çocuk görünce:
“Firavun’un hanımı (kocasına) dedi ki: ‘Benim de senin de gözün aydın olsun. Onu öldürmeyin. Olur ki, bize faydası dokunur yahut onu çocuk ediniriz.’ Onlar işin farkında değillerdi.”[6]
Firavun’dan kaçırılan çocuk, tam onun kucağına düşüyor! Bütün bunlar ne acayip değil mi? Bunları ancak Allah (Celle Celâlühü) yapar.
Kur’an’dan konuşmak, kişinin onu içine sindirmesiyle, zamanla olur. Bir keresinde Efendi Babam’a (Kuddise Sirruhu) dedim ki: “Şu âyet, şu âyete münasiptir.” O da: “Kur’ân’dan size kapı açıldı. Yürüyün” buyurdu.
Mevlâ Teâlâ demek ki kuluyla isterse ona melek göndermekle konuşur. İsterse perde arkasından kendini göstermeden konuşur. İsterse de kalbine vahiy ilkâ etmek sûretiyle konuşur. İnsan her şeyi anlamaz. Anlamadığımız manayı Allah’a (Celle Celâlühü) havale edeceğiz. Her şeyi bilmek Allah’a (Celle Celâlühü) mahsustur. Bilmemek bizlere mahsustur.
Bir adam, İmam Rabbanî Hazretleri’ne kendisini şikâyet ediyor. “Kur’ân-ı Kerim’den her manayı anlamıyorum” diyor. İmam-ı Rabbanî Hazretleri (Kuddise Sirruhu) o zaman buyuruyor ki: “Anlamayınca ‘ben âcizim bilmiyorum’ deyiniz.”
Ben yetmiş yaşıma yaklaşıyorum, daha anlamadığım şeyler var. Kur’an-ı Kerim’in başına senelerce otur kalk, otur kalk şimdi anlamaya başladım. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bir hurma dikti hemen yetişti. Mevlâ Teâlâ dilese hepimizi hemen anlayışlı kılardı ama bizlere teenniyi, acele etmemeyi öğretiyor.
İnsanın Allah’ın (Celle Celâlühü) kapısını tek başına kendisinin çalması olmuyor. Bir mürşit bulup onun vasıtasıyla Mevlâ’ya (Celle Celâlühü) vasıl olmak lazım. Mevlâ Teâlâ bulutsuz yağmur yağdıramaz mı? Yağdırır.
Âişe Validemiz (Radıyallahu Anhâ) bir gün: “Yâ Rasûlallah! Bulutsuz, yağmur yağdığını gördüm” dedi. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de: “Elhamdülillah! Allah gözünden sebepleri kaldırdı” buyurdu.
Dipnotlar
[1] Mâide Sûresi, 35.
[2] Şu‘arâ Sûresi, 192-193-194.
[3] Şûrâ Sûresi, 51.
[4] Kasas Sûresi, 7.
[5] Kasas Sûresi, 7.
[6] Kasas Sûresi, 9.