“(Kâfirlikten ve günahlardan sakınan) o müttakî kimselere vaad edilmiş olan o cennetin (tanıtılmaya değer) sıfatı (şöyledir) ki; (köşklerinin ve ağaçlarının) zemininden ırmaklar akmaktadır. Yemişi de süreklidir, gölgesi de! (Oranın hiçbir nimeti kesintiye uğramayacaktır.) İşte (şirkten ve masiyetten) hakkıyla sakınmış olan kimselerin (övülmeye değer) âkıbeti budur! Kâfirlerin âkıbetiyse sadece o (sonsuz) ateştir!”[1]
Allâh-u Te‘âlâ buyurmak diliyor ki: “Kullarım! Kazık gibi çakılmayın dünyaya. Ben sizlere âhirette her şeyiyle mükemmel bir saadethâne hazırladım.”
Dünya: “Ben varım, başkası yok” der. Dünya yankesicidir, insanı yandan keser. 50 milyondan 49 milyon insanı kandırdı, 1 milyonun da yarısını sallıyor.
Saadethânede yani cennette ölüm yok, hastalanmak yok, üşümek yok, terlemek yok, ağır lâf işitmek yok, çamaşır yıkamak yok, ekin ekmek yok, çalışmak yok, süpürmek yok… Siz dünyada avanak gibi ütü ile meşgul olun durmadan. Bu sözümü %95’i kabul etmiyor, %5’i de yazar bozar tahtası misali. Hakikati bir düşünsek böyle yapmayız.
Mevlâ Te‘âlâ cenneti gözümüzün önüne seriyor. Öyle cennet ki, müttâkîlere vaad olundu. Müttakîler ise Allah Te‘âlâ’ya karşı saygı gösterenler, edebi muhafaza edenler, emir tutanlar, yasaklardan korkanlardır. Bir gün Efendi Babam zamanında Duhân Sûresi’nin 51. Âyet-i kerîmesinden itibaren sonuna kadar olan bölüm okunmuştu. Aşr-ı Şerîf:
“اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي مَقَامٍ اَم۪ينٍ”
“Muhakkak ki (Cehennemliklerin bu feci âkıbetine nazaran) o takvâ sahipleri ise, şüphesiz(, istenmedik her şeyden emin olacakları) pek güvenilir bir makamdadırlar.”[2] âyet-i celîlesiyle başlar. Devamındaki âyet-i kerîmeler cennet ehlinin hâlini ve onların nâil olacakları nimetleri beyan eder. Efendi Babam dedi ki: “Biz bu aşr-ı şerîften istifade ettik mi; ettik, neresinden ettik? “…اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ”den istifade ettik.”
Müttakî Olmanın Üç Basamağı Vardır
Müttakî olmanın üç basamağı vardır; “ ﻻَإِلٰهَ إِﻻَّاللّٰهُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ ” diyen, birinci basamağa ulaşmıştır. Birinci basamağa nâil olan, Mevlâ Te‘âlâ dilerse günahları nispetinde cehennemde kalacaksa da sonunda oradan çıkacak ve cennete girecektir. Ama insan neden birinci basamakta kalsın? İkinci basamak amel basamağı, üçüncü basamak da hep Mevlâ Te‘âlâ ile olmak basamağıdır. İnsan, üçüncü basamağa vasıl olmaya çalışmalıdır.
Cennette ince ve kalın ipek kumaştan elbiseler giyilecek, yani orada ipeğin her çeşidi var. Dünyada bir kimse bir dostunu ziyarete gitse onunla sakin olarak ancak yarım saat kadar oturur. Sonra ev sahibinin ya kalkıp kahve yapması icap eder ya çocuk ağlar ya kapı çalar ya telefon gelir… Ama cennette öyle değildir. Karşılıklı, dilediğiniz kadar oturur, muhabbet edersiniz. Zil yok ki çalsın da açmak için kalkılsın, kahve pişirme derdi de yok çünkü bütün işleri gılmanlar yapacak.
Bağlanmayalım şu dünyaya kardeşlerim. Asıl yerimize hazırlanalım, burada oyalanıp durmayalım. Bir hadîs-i şerîfte Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır:
“Cenneti gördüm, bir üzüm salkımını tutarak koparmak istedim, eğer onu koparıp getirseydim dünya durdukça yeseydiniz bitmezdi. Bir de cehennemi gördüm, onu bugünkü kadar dehşetli ve korkunç görmemiştim. Gördüm ki içindekilerin çoğu kadındı.”
“Sahâbe: ‘Neden dolayı yâ Rasûlellâh’ dediler. Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): ‘Küfür ettiklerinden’ diye buyurdu. Sahâbe-i Kirâm: ‘Allâh’ı mı inkâr ederler’ deyince Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ise: ‘Dostlukları, iyilikleri inkâr ederler, birine bütün zaman iyilik etsen de sonra senden bir eksiklik görse ben senden hiçbir hayır görmedim der’ buyurdular.[3]
Cennetin ağaçlarının yaprakları solmaz, dökülmez. Onun için cennetin gölgeleri hiç bitmez. Ağaçlar baharda yeşil elbise giymişti, şimdi hep sarardı, kurudu. Bir rüzgâr geldi, o ağaç oldu kuru bir odun; kuru bir kafa gibi!
Ama cennet böyle değil. İşte o cennet var ya Mevlâ Te‘âlâ’nın cemâline de oradan bakılır. Mevlâ Te‘âlâ’nın cemâline âşıksan cennette göreceksin. Ama sakın cenneti kazanmak için yapma ibadeti. Cehennemden kurtulmak için de yapma. İbadet, O Mevlâ’nın hatırı için olsun. Biz kuluz; bize ibadet etmek gerekir.
İbadeti firar eder (kaçar) gibi yapmayalım. Bizim hanım çocukları yıkarken, gözlerine sabun kaçardı. Onlar da firar etmek isterlerdi. İşte bizim namazımız da gözümüze sabun kaçmış gibi olmasın. Yanınızda bir adam çalıştırıyor olsanız o adam devamlı aman şu işi bitirsem de hemen gitsem diye isteksiz isteksiz çalışsa siz hiç onu sever misiniz; sevmezsiniz.
Dün birisine dedim ki: “Şu elbiselerini senin sırtından alsak, sonra seni şu bahçeye koysak bu soğukta ne kadar yaşarsın?” “Üç dört gün” diye cevap verdi. Hâlbuki belki iki gün bile yaşayamaz. Âhirette insanın evi yok, elbisesi yok, kaldı ortada! Efendi Babam derdi ki: “Oğlum! Cennet kupkuru bir arsadır, orda bir ot bile yok; sen buradan götüreceksin.”
Mevlâ Te‘âlâ bu dünyayı halk etti. Onda birtakım kanunlar da yarattı. Türlü türlü kanunlar. İnsanoğlunun dünyada çeşitli ihtiyaçları var, ona göre de yapması gereken şeyler var.
Meselâ miden yemek istiyor, yiyorsun. Sırtın gömlek istiyor, giyiniyorsun. Her hususta bu dünyadaki kanunlara uyarak yaşıyorsun. Âhiret için ise kanun İslâmiyettir.
Âhiret geçimi için de Cenâb-ı Hak, İslâmiyet’i yarattı. Dünyada gazinolara gittin, oyunlar oynadın, yedin, içtin, hepsi geçti gitti, zevkten elinde ne kaldı? İnsan için öyle bir şey gereklidir ki hem dünyada hem âhirette geçerli olsun, işte o, dindir. Yâ Rabbî! Bizim hem âlim, hem âmil, hem muhlis, hem de muhles eyle. Âmîn.
İktibâs: Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, Siraç Kitabevi, İstanbul, 2007, c.3, s.34-37