Kur’ân-ı Hakîm’de “Ancak O (Allâh Te‘âlâ), öyle (lütuf sâhibi) bir Zât’tır ki; sizi (kâfirlik ve mâsiyetlere düşmek gibi) karanlıklardan (kurtarıp mârifet ve tâat) nûr(un)a çıkarsın diye Kendisi (rahmet yağdırarak) ve melekleri(ni de günahlarınızın affı için size istiğfâr ettirerek) size salât etmektedir. Zâten O, müminlere dâimâ (çok acıdığı için iki cihan saâdetlerini temine özen gösteren bir) Rahîm olmuştur.” buyurulmuştur.[1]
Cenâb-ı Hakk’ın, Müminler üzerine salât etmesi, rahmet yağdırması, nur yağdırması, feyiz yağdırması demektir. Güneş doğduğu zaman ışık vurmayan hiçbir yer kalmaz. Ancak hangi evin kapısı, penceresi kapalı ise o eve ışık girmez. Güneş batınca da karanlıklar başlar. Mevlâ’nın nuru için böyle bir şey söylenemez. Onun nuru parladığında karanlıklar olmaz. Kimin kalbinin kapısı ve penceresi kapalı ise ona nur girmez.
Kalp Kapısı Zikirle Açılır
Kalp kapısının açılmasının anahtarı zikirdir. Eğer biz kapımızı açmazsak suç kimdedir? Anahtar kimin elinde? Bizim elimizde. Kalbimizin anahtarını niye bizim elimize verdi. Kendisinden gelen nura kalplerimizi açalım için. Kalbimizin kapısını açmazsak Allah (Celle Celâlühü)nün rahmeti bize gelmez.
Bir güğümün kapağını kapatıp akan bir musluğun altına koysak musluktan akan sular kapağa vurup etrafa dağılır. Elli sene aksa o güğüm dolmaz.
Mevlâ’nın nuru sürekli akıyor. Kalplerimize vuruyor. Kapalı olan kalplere girmiyor. Anahtar kimin elinde, bizim elimizde. Ev sahibi anahtarı çevirirse kapı açılır, çevirmezse açılmaz. Kalbin kapısı ne zaman açıktır? Allah Teâlâ zikredilince. Allah Teâlâ çok zikredilirse kalbe nur çok girer. Hiç zikredilmezse hiç girmez. Az zikredilirse az girer. İşte râbıta üzere zikir ettin mi Mevlâ’nın nûrundan devamlı gelir.
Peki Rasûlüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) nasıl bizlere rahmet olmaktadır? Şöyle ki; İnsanın asıl maksudu olan Rabbine kavuşması, O’nun vasıtalığı, O’nun aynalığı sebebiyle oluyor. Râbıta edildiğinde bu rahmetten alınıyor. Tarikatımızın nisbeti, in’ikâsi ve insibâğidir. (Akis ve boyanma yolludur). Mürid, şeyhine olan muhabbeti vasıtasıyla her an şeyhinin boyasıyla boyanır. Akis yoluyla onun nurlarıyla nurlanır. İnsibağ, güneşin ışınlarıyla meyvaların olgunlaşıp çeşitli renklere boyanması gibi, müridin, mürşidin teveccühüne mazhar olarak yetişmesi, şeyhinin rengiyle renklenmesi, onun ahlâkıyla ahlâklanması demektir.
Mürşid, Müridine Rabbinden Aldığı Kuvvetle Yardım Eder
Toprağın üzerine gelen güneş ışınlarını düşünelim. O güneş, kavun ve karpuza himmet ediyor. Güneşin kavunu, karpuzu büyüttüğünden haberi var mı? Yok. Kavunun karpuzun haberi var mı?
Yok. Kimin haberi var? Bahçıvanın. Bu misâlde güneşten murad, mürşiddir. Kavun karpuzdan murad müriddir. Bahçıvandan da murad, Mevlâ Teâlâ Hazretleridir. Mürşid de güneş gibi müridlerini yetiştirdiğini bilmez. Ama bazen Allah (Celle Celâlühü) bildirirse bilir.
Mürşid, müridine Rabbinden aldığı kuvvetle yardım ediyor. Buradan Amerika’ya faks çekiliyor. Tel yok, herhangi bir şey yok. Buradaki yazı aynen Amerika’da çıkıyor. Telefon da öyle, numaraları çeviriyoruz Ankara ile görüşüyoruz. Mekke ile Medine ile konuşup haberleşiyoruz. Zâhiren haberleşme olurda bâtınen olmaz mı? Madde ne kadar ileri giderse gitsin batına ulaşamaz. Zahiren insanlara lâzım olan şey batına lâzım olmaz.
Ey Sâriye Dağa Dikkat!
Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) cuma günü hutbe okurken Medine’den Nihavend’deki kumandanına seslendi. Arada uzak bir mesafe olduğu halde kumandan, onun: “Ey Sâriye dağa dikkat!” sözünü duydu. Sahabeler hutbe esnasında Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh)ın böyle söylemesine çok taaccüb ettiler. Ve o günün tarihini kaydettiler. Kumandan savaştan döndüğü zaman, sahabeler sordular: “Falanca gün falanca saatte Hazret-i Ömer (Radıyallahu Anh) sana seslendi, ne oldu?” O da: “Savaşı kaybetmek üzere idik. Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) bana seslendi. Biz de dağa doğru gidip pusuda olan düşmanları yendik. Böylece savaşı kazandık” dedi.[2]
Bu himmet meselesini zevken anlamak için zikre ve sohbete devam etmek lâzımdır. Bunlar bir profesöre anlatılsa anlamaz. Bunlar manevî kuvvetle anlaşılan şeylerdir. Sizler anlıyorsunuz elhamdülillah.
Dipnotlar
[1] Ahzâb Sûresi, 43.
[2] İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 7/131.