İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak manasına gelen emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yüce dinimiz İslâm’ın en temel vazifelerindendir. Bu mühim vazifeyi yerine getirebilmek elbette ki peygamberlerin ve âlimlerin bu vazifeyi nasıl îfâ ettiklerine dair ilim sahibi olmakla mümkün olabilir. Bu sebep maruf ve münkerin ne olduğunu, tebliğin ve keyfiyettinin nasıl olması gerektiğini îzah etmeye çalışalacağız.
Marûf ve Münker Ne Demektir? Tebliğ Nasıl Yapılır?
Marûf: Allah Teâlâ’nın râzı olduğu, şeriat ve akl-ı selîmin kabul ettiği, Kitap ve sünnete muvâfık ve taat olan her şeydir.
Münker: Allah Teâlâ’nın râzı olmadığı, şeriat ve akl-ı selimin çirkin gördüğü kitap ve sünnete muhalif olan şeylerdir.
Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkere, davet ve tebliğ de denir. Çünkü peygamberler, âlimler ve sâlihler halkı devamlı hakka davet etmişlerdir.
Tebliğ: Tevhid inancını ustün tutmaya, İslâm’ın varlığını muhafazaya, Peygamberân-ı İzâmın gönderilişlerindeki maksadı ortaya koymaya vesiledir. O da kulları hak yoluna davet, âlemi fesattan temizlemek ve insanların ebedî şekâvetine sebep olan küfürden kurtarmaktır. Şimdiye kadar semâvî tevhid dininin yayılması ve muhafazası tebliğ ile olduğu gibi günümüzde de İslâm’ın yayılması, muhafazası ve devamı tebliğe ve İslâmî mücâhedeye bağlıdır.
Hukûk-u Te’lifiyye Reîsi Şeyh Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuşlardır: “Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın devam ve bekâsı emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerin devamına bağlıdır. Dîn-i Mübîn-i İslâm’ın inkırâzı (yıkılması) emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerin terkine bağlıdır.”
Yaratılış gâyemiz olan dini ayakta tutmak, dîni ve hakkı izhâr etmek vaciptir. Bu da ancak davet ve tebliğ ile hâsıl olur. Öyle ise davet yani emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker vâciptir. Zîrâ şöyle bir fıkhî kâide vardır: “Vâcip olan bir şey, tamamlanmak için başka bir şeye ihtiyaç duyuyorsa o şey de vâcip olur.”
Dînin muhafazası aynı zamanda, emr-i bi’l-marufun bir bölümü olan cihâd iledir. Üstâdımız, mürşidimiz âlimü’r-rabbânî Şeyh Mahmûd Efendi (Kuddise Sirruhû) buyurdular ki: “Cihâdın çeşitleri vardır. Bunlar içinde en efdal olanı emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münkerdir. Zîrâ silah cihâdı insan kaybettirir, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker cihâdı ise insan diriltir, hayatı edebiyyete kavuşturur.
Emr-i bi’l-marufa Devam Etmek En Büyük Cihaddır
Çünkü emr-i bi’l-maruf yapan kişi o yolda çalıştıkça nefsin arzularını ve dünyayı unutuyor. Mevlâ Teâlâ’nın kullarına emirlerini duyurmakla meşgul oluyor, milleti yetiştirirken kendini de yetiştiriyor. Akıllı kişi odur. İşte bu meşguliyet güzeldir. Akıllı olan bu meşguliyeti elden bırakmaz.
Mevlâ Teâlâ Hazretleri şöyle buyuruyor: “İçinizden bir cemâat bulunsun ki; (dînî ve dünyevî) hayr (ve faydalar)a dâvet edeler, ma‘rûfu (Kitap ve Sünnet’e uygun olup, şeri‘ât ve akıl tarafından da güzel bilinen şeyleri) emredeler, münkerden (Kitap ve Sünnet’e uygun olmayıp, şeri‘ât ve akıl tarafından da reddedilen şeylerden) nehyedeler. İşte sana! Ancak onlar felâha eren (umduklarına nâil olup korktuklarından kurtulan kimse)lerin tâ kendileridir.”[1]
Âyet-i kerimede geçen “minküm” kelimesindeki “min” eğer ba‘ziyyet için olursa mana şöyle olur: “Ey ümmeti Muhammed! Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yapacak hoca cemaati yetiştirin.” Şayet “minküm” kelimesindeki “min” beyân için olursa o zaman mana şu şekilde olur: “Hepiniz emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yapınız.”
Bir yerde dâvet ve tâlimle meşgûl olan varsa orada emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker farz-ı kifâyedir. Ama davetçi az ise, cehâlet galebe çalmış ise işte orada dâvet yani emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker farz-ı ayn olur. Her hâlükârda emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yapmak ehli için farzdır. Eğer yapılmazsa Müslümanlar vazifelerini terk ettikleri için hepsi günahkâr olurlar.
Davet ve tebliğ hem erkekler hem de kadınlar üzerine farzdır. Allah Teâlâ bu hususta şöyle buyuruyor: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allâh’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[2]
Emr-i bi’l-marufu Terk Etmek Nifâk Alâmetlerindendir
Allah Teâlâ emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l münkeri mü’min ile münâfık arasını ayıran ölçü kılmıştır. Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker istisnâsız her mü’min ve her mü’mine üzerine aralıksız dâimî vâzifedir. Mevlâ Teâlâ bu vazifeyi anlayıp yerine getirmeye bütün Müslümanları muvaffak eylesin.
Bu güzel sûretin karşıtı ise münâfık ve münâfıkaların (münafık kadınların) bâtıla davet eden kötü sûretleridir. Cenâb-ı Hakk bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Münâfık erkeklerle, münâfık kadınlar, onların bâzısı (hem görünüşte hem gerçek mânâda) diğer bir kısmın parçası (gibi nifakta ortak)dır. Onlar (peygamberi inkâr gibi, aklen ve dînen reddedilen) münker (şeyler)i emretmektedirler, (kelime-i şehâdeti ikrâr gibi, hem akılca, hem de şerî‘atça makbul bilinen) ma‘rûftan nehyetmektedirler ve (Allâh yolunda harcama yapmaktan) ellerini sıkıca yummaktadırlar. Onlar Allâh(ın tâatın)ı unutmuşturlar, bu sebeple Allâh da (rahmetini ve fazlını taksîm ederken) kendilerini terk etmiştir. Gerçekten de münâfıklar (itâatten çıkış husûsunda zirveye ulaşmış) fâsıkların ta kendileridir.” [3]
Cenâb-ı Hakk diğer bir âyetinde ise şöyle buyurmaktadır: Şüphesiz o kimseler ki (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğruluğu ve ona inanılması gerektiği husûsunda) indirmiş olduğumuz o açık delilleri ve hidâyeti, Biz onu o (Tevrât) kitab(ın)da insanlara açıkladıktan sonra gizlemektedirler; işte sana! Onlar (öyle kötü kimselerdir) ki, şüphesiz Allâh da onlara lânet etmektedir, tüm lânet edebilenler de onları lânetlemektedir.
Lâkin o kimseler ki (yaptıkları gizleme işinden ve dönülmesi gereken bütün yanlışlardan) tevbe etmişlerdir, (yaptıkları bozgunculuğu) düzeltmişlerdir ve (kâfirlik damgasını üzerlerinden tamâmen silip, iyilikte örnek olmak için, hatâlarından tevbe ettiklerini insanlara) açıklamışlardır, artık işte sana! Onlar (öyle bahtiyar kimselerdir) ki, Ben öylelerinin tevbelerini kabûl ederim. Zâten (tevbeleri son derece kabûl eden) Tevvâb da, (kullarına bolca rahmet akıtan) Rahîm de ancak Benim.[4]
Emr-i bi’l Ma‘rûf ve Nehy-i ani’l-Münkerin Ehemmiyeti
Emr-i bi’l ma‘rûf ve nehy-i ani’l-münker dinde büyük bir esastır. Öyle büyük bir iştir ki; Allah Teâlâ, peygamberleri onun için göndermiştir. Eğer bunun ilmi ve ameli ihmâl edilir, defteri dürülürse, elbette peygamberin kendisi için gönderildiği iş boşa çıkarılmış olur. Din paramparça olur. Gevşeme umûmîleşir, sapıklık yayılır, cehâlet ve fesâd ortalığı kaplar, yara genişler, beldeler harap olur, kullar helâk olur. Helak olduklarını da ancak öldükten sonra anlarlar.
Mealesef korkulan bu şeyler oldu -İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn- şöyle ki; bu büyük esâsın ilmi ve ameli silinip gitti, hakîkati ve sûreti tamamen yok oldu. Kalplerin üzerine mahlûkâta yağcılık hâkim oldu. Hâlikın gözetlemesi kalplerden kazınıp gitti. İnsanlar hevâ ve şehvânî arzularına uymakta, hayvanların serbest kaldığı gibi serbest kaldılar. Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmayan sâdık mü’min yeryüzünde nâdir ve kıymetli oldu.
Her kim bu büyük vazifeyi hakkıyla yerine getirmeye karar verir ve bu yarayı kapatmaya çalışırsa, zirvesi görünmeyen yüksek derecelere ulaşmasında şüphe yoktur. Çünkü okuduğumuz bütün naslar bunu gösteriyor. Müslümanların tamamı tebliğci olsa, yine de dünya insanının irşâd ihtiyacına yetmez.
Emr-i bi’l Ma‘rûf ve Nehy-i ani’l-Münker Bir İhtiyaçtır
Davet ve tebliğ toplumun zarûrî ihtiyacıdır. Ondan asla boş kalınamaz ve insanlık şu sebeplerden dolayı ona daima muhtaçtır:
-
- İnsanlara Allah Teala’nın emir ve yasaklarını açıklayacak, onları hayır yollarına sevk edecek ve şer yollarından uzaklaştıracak davetçilere muhtaçtırlar.
- Toplumu ifsâd eden, ahlak ve fikrini yok eden, toplumun tamamen zâyi olmasına çekenlere karşı davet ve tebliğciye ihtiyaç vardır. Çünkü onlar toplumun asıl mayası olan mukaddesâtı koruyor ve muhafaza ediyorlar. Bunları toplumun bekçileri diye isimlendirme güzel olur.
- Kötülük ve fesatlardan sessiz kalmak neticede iyisiyle kötüsüyle toplumun zayi olmasına çeker. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) toplumu denizdeki gemiye benzetti. Nu‘mân b. Beşîr (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Allâh’ın sınırlarını muhafaza eden kimse ile bu sınırları ihlâl eden kimsenin durumu, bir gemiye binmek için kurâ çeken kimselerin durumuna benzer. Bunlardan bazısı geminin üst katına bazısı ise alt katına düşmüştür. Sonra alt kattakiler su almak için üst kattakilere giderek: “Biz kendi bölümümüzde bir delik açsak ve size hiç eziyet vermesek?” derler. İşte üst kattakiler alt kattakileri bırakır ve onlara müdahale etmezse hepsi birden helâk olur. Şayet onların elinden tutar ve engellerse alttakiler de üsttekiler de hepsi kurtulur.”[5] Âyet-i kerimede ise şöyle buyurulmaktadır: “Sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak olan bir azaptan sakının ve bilin ki Allah, azabı çetin olandır.
- Şüphesiz ümmetin ve toplumun nihayeti, yok alınası kötülüklerin ve fesâdın çoğalmasıyla ve Allah’a çağıranların bulunmamasıyla olur. Ümmet içerisindeki hak kelimeyi sahih bir yolla söyleyen olmayınca neticede ümmetin yakında nihâyeti olur. Hadîs-i şerifte: “Ümmetimin zalime zalim demekten çekindiğini görürseniz biliniz ki onların işi bitmiştir.”[6]
Emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker yapılmayan toplum üzerine Allah Teâlâ’nın lânetinin inmesinden korkulur. Bu konuda Cenâb-ı Hakk “İsrâîloğullarından o kâfir olmuş kimseler hem Dâvûd’un hem de Meryem oğlu Îsâ’nın lisânı üzere (indirilmiş olan Zebûr ve İncîl’de) lânetlenmiştir. İşte sana! Bu (lânete çarpılmaları), şu nedenledir ki; onlar (emirlere)isyân etmişler ve (Allâh tarafından konulan)haddi sürekli aşmakta bulunmuşlardır.”[7]
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 104.
[2] Tevbe Sûresi, 71.
[3] Tevbe Sûresi, 67.
[4] Bakara Sûresi, 159-160.
[5] Buhârî, Şirket, 6.
[6] Müsnedü’l-Bezzâr, no: 2374.
[7] Mâide Sûresi, 78.