Firâset lügatta, hemen anlama, çabuk kavrama, zihin uyanıklığı, anlayış ve sezgi manalarına gelir. Bu kabiliyeti ile kişi, bir şeyin gerçek mahiyetini görebilir ve önceden tahmin edip, düşünebilir. Ayrıca bir kimsenin dış görünüşüne bakarak onun ahlâk ve karakteri hakkında tahminde bulunabildiği gibi, akıl ve duyu organlarıyla bilinemeyen, ancak sezgi gücüyle idrak edilen konulara muttali olabilir.
Peygamber Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bu konu ile alakalı olarak şöyle buyurmuştur: “Müminin firâsetinden sakınınız, zira o Allah’ın nuru ile bakar” [1] Hadis-i şerifte beyan edilen firâset ise Allah tarafından mümin kullarına bahşedilen ilâhi bir firasettir. Bu kabiliyet, onun hak ile batıl arasını ayırmasına yardımcı olur. Lisanından bu firâset ile hikmetli sözler sâdır olur.
İlâhi Firâset
Nitekim Allahu Te’âlâ bu nimeti vermesi için kendisinden sakınılmasını şart koşmuştur. ”Ey îmân etmiş olan kimseler! (Yapacağınız ve bırakacağınız her işte) Allâh’tan hakkıyla sakınırsanız, (o takvâ sâyesinde) O sizin için bir furkān (hakkı bâtıldan ayıracak bir nur ve haklıyı haksızdan seçecek bir ferâset, iki cihanda kurtuluş ve şüphelerden çıkışa vesîle olacak bir hidâyet) yaratır, (dünyâda) sizden kötü işlerinizi(n eserini) örter ve (âhirette) sizin için (günahlarınızı) mağfiret eder. ”
Firâset hakkında ilk eserin İmam-ı Şafiî (Rahimehullah)’a ait olduğu lakin günümüze ulaşmadığı rivayet edilir. [2]Müfessirlerin çoğu Hicr suresinde geçen “Mütevessimin” kelimesinin firâsete işaret ettiğini belirtmişlerdir. Ayrıca “Sen onları simalarından tanırsın”[3] ve “Andolsun ki sen onları (münafıkları) konuşma tarzlarından da tanırsın”[4] ayetlerinde gene firâset meselesinin kast edildiğini söylemişlerdir.
Tasavvufta Firâset
Tasavvuf ehlinin nazarında ise, firâset “ilham” manasında kullanılmıştır. Allah (Celle Celâluhû)nun izniyle, bazı hallerde onu gaybı bilmenin bir aracı olarak görmüşlerdir. Seyyid Şerîf El-Cürcânî, firâsetin “Kesin bilginin keşif yoluyla elde edilmesi, gaybın görülmesi” anlamına geldiğini belirtmiştir. [5] Ayrıca firâset sahibi müminin Allah (Celle Celâluhû)nun nuruyla bakması, Allah (Celle Celâluhû)nun o kulun gören gözü olması anlamına gelir. [6]
Allah (Celle Celâluhû)nun veli kulları, ilimleriyle âmil olmalarından ve daima Allah (Celle Celâluhû)nu zikretmekten dolayı feraset sahibidirler. Müslümanların leh veya aleyhinde olabilecek şeyleri öngörüleriyle bilirler. Müslümanlara öncülük ederler ve hiçbir zaman bulundukları konumdan veya aşırı teveccühten kibire düşmezler. Onlar cömerttirler, cesurdurlar, acze ve umutsuzluğa düşmezler. Dünya malına meyletmezler. Onlar kanaatkâr insanlardır.
Bir gencin sorusu
Büyük Allah dostu, Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) hazretleri, Buhara’da mürid ve sevenleri ile, velilik halleri üzerine sohbet ediyordu. Sohbet halkasına elinde tesbih, sırtında dervişlik hırkası, omuzunda seccade olan bir genç de dahil olmuş, can kulağı ile Hâce’yi dinlemekteydi. Meclistekilerin ilk defa gördükleri bu genç, bir müddet sonra sual sormak için müsaade aldı ve son derece hürmetkâr bir şekilde şöyle dedi:
– Efendim, malumunuz, Hazreti Peygamber (Sallâllâhu Teâlâ Aleyhi ve Sellem), “Müminin ferasetinden sakının; çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.” buyurmuştur. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir acaba?
Hâce Abdülhâlik Gucdüvânî (Kuddise Sirruhû) bu gence kısa bir süre heybetle nazar eyledikten sonra sert bir tonla:
– Sen önce belindeki zünnarı kesip imana gel, müslüman ol ki bu hadis-i şerifin sırrı tecelli etsin, buyurdu.
Hâce’nin bu tavrı ve sözleri oradaki herkesi şaşırttı. Zünnar, papazların, ucunu önden sarkıtarak bellerine bağladıkları örme bir kuşaktı ve tıpkı haç gibi bir hristiyanlık alametiydi. Halbuki bu genç müslüman bir derviş kıyafeti içindeydi. Nitekim inkâra yeltendi ama yakınında bulunan birkaç kişi gencin üzerindeki hırkayı çıkarınca, düğüm düğüm ederek gizlemeye çalıştığı zünnarının belinde bağlı olduğu görüldü. Aslında hıristiyan olan bu genç, müminin ferasetindeki isabeti şimdi bizzat yaşayarak öğrenmişti. Af diledi, zünnarını çözüp attı, kelime-i şehadet getirip müslüman oldu. Bunun üzerine Hâce hazretleri etrafındakilere döndü ve dedi ki:
– Ey dostlar! Bu genç zünnarını kesti, müslüman oldu. Gelin sizler de kalplerinizdeki zünnarı kesip iman edin. Kalpteki zünnar kibir ve gururdur. Bunları çözüp atmadıkça ahdine sadık bir mümin olamazsınız!
Dipnotlar
[1] Tirmizî, Tefsîr, 16
[2] Abdülkerîm Zehûr Adî, s. 343
[3] Bakara Suresi 273
[4] Muhammed Suresi 30
[5] Taʿrîfât, “Firâse”
[6] Kuşeyrî, s. 480