İslâm toplumu, hayatını kuşatan her şey için kendisine şu soruyu sormalıdır: “Modernizm Müslümanı mesut mu ediyor yoksa bedbaht mı?”
Bu sorunun en can alıcı noktası, müslümanın içinde bulunduğu aile yapısıdır. Çünkü modern hayat tarzı insanın zayıf noktalarını, zaaflarını, eğilimlerini, zevklerini, hazlarını çok iyi etüt etmiş, fark ettirmeden adeta hipnotize ederek onu kışkırtmış ve öz benliğinden koparmayı başarmıştır.
İthal Edilen Sözde Çözüm Önerileri
Modernleşme ve batılılaşma sürecinde İslâm ülkeleri için ithal edilen ailevî çözümler, aslında en büyük sorun yumağı olarak karşımıza çıkar. Şöyle ki, İslâm’a ait ne varsa çağdaşlaşma adına batılı olanlarla değiştirilmiştir. Özellikle Türkiye’de harf devrimi, şapka kanunu, kılık kıyafet devrimi, eğitim ve öğretim faaliyetlerindeki köklü değişiklikler; İslâm ahlâkının çöküşünü hızlandıran ana arterler olmuştur.
İslâm toplumu ve özellikle aile yapısı öyle bir noktaya gelmiştir ki, verme yerine yaptığı her şeyin karşılığını alma, paylaşma yerine bencillik, kardeşlik yerine çatışma, şefkat yerine öfkeyi öne çıkaran bir aile yapısı, Müslümanca yaşamayı imkânsız bir hale sokmuştur.
Artık Müslüman bir ailede karı-koca olmak bile profesyonel birer meslek gibi algılanmaktadır. Daha evlenmeden oturup haklarını konuşan ve hukuku devreye sokarak bunları güvence altına almaya çalışan erkek ve kadın; evini unutan, eşini değil işini önceleyen fertlerden İslâmî sıcak bir yuva meydana getirmek imkânsızın da ötesindedir.
Dengeleri Bozan Modern Hayat Tarzı
Modern dediğimiz bu hayat tarzı, Rab-kul dengesinde kulu öncelemiş, din-dünya dengesinde dünyayı öne çıkarmış, madde-maneviyat ikileminde maddeyi merkeze almış, kadın-erkek dengesini de kadın merkezli cinsel kışkırtıcılığı öne çıkararak bütün insanî ve ahlâkî değerleri alt üst etmiştir.
Ayrıca bu süreçte değer yargıları da tepetaklak olmuştur. Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimiz’in: “…dini güzel olanı tercih et” emrine karşılık; erkek için evleneceği kızın güzel, diksiyonu düzgün, aile bütçesine katkı yapacak bir kişinin bulunması; kız için de, erkeğin yakışıklı, iyi bir gelir düzeyine sahip, kariyer yapmış, evi, eşyası, otomobili, yazlığı, seyahati sevmesi gibi lüks hayatın gereği olan her şeye sahip olması en öncelikli kriterler hâline gelmiştir.
Bir de Rasûl-i Ekrem (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin ölçüsüne kulak verelim:
“Kim bir kadınla şöhretinden dolayı evlenirse, Allah ancak onun kepazeliğini, malı için evlenirse yoksulluğunu, soyluluğu için evlenirse alçaklığını artırır. İffeti için evlenenlere nikâhları mübarek olsun, takdirlerim onlar için” (Taberani el-Mu’cemu’l-Evsat No:2342, 3/21)
Bu hadîs-i şerîf ışığı altında: “Ben falanın damadıyım/geliniyim” demek insana yapay bir itibar kazandırabilir ancak şeref kazandıramaz. İlahî kitabımız, asaletin soyda değil takvada olduğuna işaret eder. (bkz. Hucurat Sûresi:13)
Şu inkâr edilemez bir gerçektir ki, cinsel arzular, buluğ çağından ölünceye kadar insanla beraber bulunan en inatçı, en şiddetli, en dirençli en etkili duygudur. İnsanın onun karşısında çok zayıf kaldığı bu yüzdende de disipline edilmesi en zor arzu olduğu tartışmasızdır. Kur’ân-ı Kerîm bu olguyu açıkça ifade eder ve bir örneğini de Hazreti Yusuf (Aleyhisselâm) üzerinden verir. Allah’ın (Celle Celâluhû) kontrolünde olan bir peygamberin bile âciz aldığı böyle bir güç karşısında diğer insanların hâli mukayese edilmelidir.
Değer Yargılarındaki Çarpık Değişimler
Modern çağda erkek ve kadına ait değerler de alt üst olmuş, erkeğe ait sembollerin kadınlarda, kadınlara ait sembollerin erkekler üzerinde sergilenmesi normal hayatın bir parçası hâline gelmiştir.
Erkeğin simgesi olan giyim tarzının kadına giydirilmesi, küpe veya bayanlar için üretilmiş sembollerin erkeklere takılması, sıradan âdetler arasında kendisine iyice yer edinmiştir. İslâm kültüründe erkeği sembolize eden bıyık ve sakal, kadının ziyneti olan uzun saç bütünüyle ortadan kalkmış; kısa saçlı bayanlar, uzun saçlı ve bıyıksız erkekler, dindar çevrelerin de tercihleri arasında yerini almış durumdadır.
Modern hayatta “Ezilmiş kadın” safsatası uydurularak muhafazakâr kesimler dâhil birçok anne ve baba kızlarını “Kocasının efendisi, işinin kölesi” yapmaya çalışıp: “Kızım! Okumalısın, elinde mesleğin olmalı, işin altın bileziğindir, kocana karşı güçlü olman gerekir, icabında rest çekebilmelisin” telkinleriyle çocuklarına okulun yolunu göstermektedirler. Neticede “Benim eşim var, işin senin olsun”dan, “Benim maaşım var, adam defol git!” noktasına gelmiş bulunuyoruz.
Bir başka çıkmazımız da modern zamanlarda çocuğa ayrılan zaman çok daralmıştır. Artık çocuk, ekonomik bakımdan yük, iş ve kariyer yapmanın önünde engel, özgürlüğü kısıtlayan ayak bağı olarak görülmektedir.
Yoğun iş hayatı ve değişen zihniyetin doğal sonucu olarak çocuklar, ev dışında kreş ve anaokullarında, belli bir yaştan sonra da diğer resmî kurumlarda çocukluğunu tüketmekte; anadan, babadan, yuvadan mahrum büyüyen bu çocuklar, değerleri dejenere edilmiş yeni toplumu oluşturmaktadır. Onlar için gelinen en son nokta “Bu beden benim, onunla ilgili kararı ben veririm. Bu hayat benim, onu özgürce ben yaşarım” bataklığıdır.
Sorunun Temeli Eğitim
Bu yozlaşmış, besmelesiz eğitim neticesinde, Allah’tan uzaklaştıkça bağımsızlık artar fikri zımnen kabul görmüş, dinin yerine bilim, cami yerine okul fikri geçirilerek genç beyinler tarumar edilmiş ve edilmeye de devam etmektedir.
İslâmî düşüncede ise gerçek özgürlük ve hürriyet; dünyevî tutkulardan kurtulmak, yaratana kul olmaktır. Özgürlüğün hakikati kulluğun kemalinde gizlidir. Dünyanın taşı ile altınını bir tutmak özgürlüğün esasıdır.
Neticede dinin devre dışı bırakılmasının etkisiyle, toplumda cinselliği öne çıkaran ekonomik bir düzen doğmuş, nikâhın gücü zayıflamış, karı-kocanın birbirine bağlılığı azalmış, evlenmelerin tehir edildiği, boşanma oranının yükseldiği bir İslâm dünyası ortaya çıkmıştır.
Söyleyin! Hayır gelir mi böyle gecenin sabahından?
Bir an evvel uyanalım bu gaflet uykusundan!