Değerli okurlar, Üstün erdem, güzel ahlâk ve kişinin kendi çabasıyla kazandığı yüce hasletler, sahibini toplum içerisinde seçkin bir şahsiyet ve örnek bir kişi konumuna getirdiği şüphesizdir. Öyle ki bu ahlâk ve erdemli davranışların değil tümü, sadece birtanesine sahip olan kimse, fazilete ve saygıya lâyıktır.
Dîn-i mübîn-i İslâm, güzelahlâk ve erdemli davranışların bütün çeşitlerini övmüş, onlara sahip olmayı emretmiş ve onlarla ahlâklanan kimseye ebedi saâdeti vaad etmiştir. Bunun da ötesinde onla-rın bazılarını nübüvvetin bir parçası olarak vasıflamıştır. Peki “güzel ahlâk” dediğimiz davranışlar biçiminin tarifi nedir?”Güzel ahlâk” nefsin duygularında ve sıfatlarında orta halli olmak ve aşırıya meyletmeden itidali bulmaktır. Diğer bir anlatımla “güzel ahlâk”, kemâlatın son noktası ve itidalin zirvesi ile Efendimiz Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ahlâkıdır. Nitekim O’nu yaratan ve O’nu ondan daha iyi tanıyan Allâh-u Te’âlâ şöyle buyurmuştur: Muhakkak ki sen elbette pek büyük bir ahlâk üzeresin! (Kalem Sûresi:5)
Âişe (Radıyallâhu Anhâ) şu veciz cümlelerle O’nun güzel ahlâkını ne güzel anlatmıştır:
“O’nun ahlâkı Kur’an idi. Kurân-ı Kerim’in razı olduğuna razı olur, gazap ettiğine gazap ederdi.”
Sahasında uzman âlimlerin beyanına göre, Peygamber (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yaratılış ve fıtrat itibarı ile en yüce ahlâk üzere yaratılmıştır. Yoksa birtakım felsefecilerin iddia ettiği gibi güzel ahlâk ve faziletleri riyazet ve çalışma sonucunda kazanmamış, İlâhî bir bahşiş ve Rabbânî bir hususiyet olarak doğuştan yüce ahlâka sahip olmuştur. Nitekim diğer peygamberler de bu şekildedir. Onların çocukluk yıllarından, peygamberlik verilene kadar ki hayatlarını inceleyenler bunu göreceklerdir.
Îsâ (Aleyhisselâm), Mûsâ (Aleyhisselâm), Yahyâ (Aleyhisselâm), Süleymân (Aleyhisselâm) ve diğer peygamberlerin hallerinde bu durum açıkça görülür. İlim ve hikmet o peygamberlerin fıtratına yerleştirilmiş güzel ahlâk onların cibilliyetine ekilmiştir. (Müslim -salatu’l-müsafirin- hadis no: 133) Doğuştan yüce hasletlerle imtiyazlı olarak dünyaya gelen peygamberler, ilerleyen yıllarda mertebeleri yükselir, Allâh-u Te’âlâ’nın nimet ve ihsanları onlara peş peşe gelir ve marifet nurları kalplerinde parlar.
Neticede Allâh-u Te’âlâ’nın onları nübüvvet makamına seçmesi ile bu şerefli hasletlere her hangi bir çalışma ve riyazet göstermeden ulaşırlar. Nitekim Allâh-u Te’âlâ Yûsuf (Aleyhisselâm) hakkında şöyle buyurmuştur:
O, (aklının ve gücünün kemâle erdiği) kuvvetlenme çağının sonuna ulaştığında, Biz ona (insanlar arasında adâletli) bir hüküm (verme yeteneği) ve (insanlara yararlı olan şeyler hakkında, özellikle de rüya tabiriyle ilgili) önemli bir ilim verdik! (Yûsuf Sûresi:22)
Cahiliye döneminde yapılan şeylere iki kez dışında Peygamberler Dışındaki İnsanların Durumu bazen peygamberlerin dışında birtakım kimselerin de, bu ahlâkın tümü olmasa da bazılarına sahip olarak yaratıldıklarını görürüz. Nitekim bazı çocukların yaratılışlarının güzel, zeki, doğru sözlü ve iyiliksever olduklarını, bazılarının da bunların tam tersine olduklarını müşahede ederiz. Çalışma ile noksan olan kendisini tamamlar. Riyazet ve mücahede ile de kendisinde hiç olmayan kimse güzel ahlâkı edinir ve bozuk yönlerini düzeltir.
İşte bu iki halin farklı farklı olması ile insanların ahlâk durumları da farklı olur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor: “Herkes niçin yaratılmış ise ona hazırlanır” İnsanlar ahlâk bakımından farklı oldukları için, selef uleması ahlâkın, insanın yaratılışında veya sonradan kazanılmış olduğunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İmâm-ı Taberî (Rahimehullâh), bazı selef âlimlerinden, güzel ahlâkın Bezzar hadis no: (2403) İbn-i Hıbban hadis no: (2100) insanın yaratılışında olduğunu rivâyet eder.