Dînimiz İslâm Öfkede Ölçülü Olmayı Emreder
Öfke, insanın yaratılışında var olan ve terbiye edilebilen bir hâldir. Yerinde öfkelenmemek zillete düşmeye, korkaklığa ve haksızlıkları kabul etme gibi olumsuz sonuçlara sebep olur. Ancak öfkede aşırı gitmek zulüm, cinâyet ve kabalık gibi kötü ahlâklara sebep olur. Her iki tavrı da doğru bulmayan dinimiz öfke hususunda aşırılıkların değil orta yolun tutulmasını tavsiye eder.
Öfke, yerinde ve ölçülü olduğunda faydalıdır. Mesela öfke; bir insanın din, vatan, nâmus ve hakkın gözetilmesi gibi ulvî değerlerin korunması açısından faydalıdır. Ancak öfke, yerinde ve ölçülü kullanılmadığı zaman fert ve toplum için bir muîibet hâline dönüşebilir. Bundan dolayı dinimiz tabii bir duygu olan öfkeyi yok etmeyi değil onu kontrol altına almayı öğütlemiştir. Mesela “O kimseler, bollukta da darlıkta da (emrolunan yerlere) infakta bulunurlar, bir de (cezâlandırma gücüne sâhipken, intikam almayıp) öfkelerini tutanlar ve insanlardan (kusurlarını) affedenler (işte sonsuz cennetler ve bitmez tükenmez nîmetler onları beklemektedir). Allâh o muhsin (güzel davranışta bulunan bu) kulları sever (ve kendilerini mükâfatlandırır).”[1] âyet-i kerîmesinde öfkeye hâkim olmak, mü’minlerin güzel sıfatlarından biri olarak beyân edilmektedir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de “Yiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olan kimsedir”[2] buyurmuş ve öfkeye hâkim olmanın önemine dikkatimizi çekmiştir.
Öfke Kontrol Edilebilir Bir Hâldir
İnsan zaman zaman çeşitli kötü olay ve durumlarla karşılaşır ve tür durumlara tepki gösterir. Bunlar günlük hayatın akışı içinde yaşanabilecek tabii şeylerdir. Ancak böylesi durumlarda ortaya çıkan öfke, saldırganlığa dönüşebilir. Kendimize veya çevremize zarar verecek hale gelebiliriz. Böyle durumlar hayatımızın en hassas anlarını oluşturur. Zîrâ günlük hayatta pek çok cinâyet, kavga, ayrılık ve küslüklerin sebebi bir anlık öfkedir. Ardından büyük pişmanlıkları getiren öfkeyi kontrol altına almak pek çok insanın üstesinden gelemediği bir meziyettir.
Öfke, kontrol altına alınamaz bir duygu değildir. Fıtrat dini olan İslâm her konuda olduğu gibi bu konuda da bizlere en güzel ve en doğru rehberliği yapmaktadır. Öfkelenmemenin ilk şartı hayata ve olaylara iyimser bakabilmektir. Bu nedenle dinimiz her fırsatta iyiliği, iyimserliği, iyi düşünmeyi, iyi söylemeyi ve iyilik yapmayı emir ve tavsiye buyurmaktadır. Karşılaştığımız her durumu hayra ve iyiye yorabilmek ve meselelere olumlu tarafından bakabilmek insanın mutlu olmasına bir vesiledir.
Rasûlüllah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in Öfke Konusunda Tavsiyeleri
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de her fırsatta öfkelenmemeyi tavsiye etmiştir. Rivâyete göre bir gün Hazret-i Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e bir Müslüman gelir ve “Bana kısa ve özlü bir şey söyle ki hâtırımda tutabileyim” der. Peygamberimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) de: “Öfkelenme” buyurur. O kişi bu sorusunu birkaç kez tekrarlar. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) her seferinde ona “Öfkelenme” der.[3]
Öfkeyi yenmenin yollarından biri öfke anında Cenâb-ı Hakk’a sığınmaktır. Nitekim bir gün iki kişi Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in huzurunda iken tartıştılar ve birbirleriyle atışmaya başladılar. Bunlardan biri öyle öfkelendi ki öfkesi yüzünden okunuyordu. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: “Ben öyle bir söz biliyorum ki eğer bu kişi onu söylerse, üzerindeki kızgınlık hâli geçer. Eğer sinirlenen kişi, ‘Eûzübillâhimine’ş-seytânirracîm/İlahi rahmetten kovulmuş şeytandan, Allah Teâlâ’ya sığınırım’ derse üzerindeki hâl kaybolur.”[4]
Öfke Şeytandandır
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Öfke şeytandandır”[5] buyurarak öfke ile şeytan arasındaki münasebete dikkat çekmiştir. Şeytan kızdığımız zaman bize öfke telkin eder ve bizi kötülük yapmaya sevk eder. Bu nedenle öfkelendiğimiz zaman şeytandan Cenâb-ı Hakk’a sığınmamız gerekir.
Öfkenin Çârelerinden Biri de Susmaktır
Öfkeyi yenmenin yollarından bir diğeri susmaktır. Öfke anında insan doğru düşünemez ve gelişigüzel davranarak hâdiselere aşırı tepki verebilir. Kendisine veya başkalarına zarar verebilir. Bu nedenle öfke hâlinde susmak ve Cenâb-ı Hakk’ı hatırlamak gerekir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bir sahabîye “Öfkelendiğin zaman sus” diyerek nasîhatte bulunmuş ve bunu birkaç kez tekrarlamıştır.[6]
Abdest Öfkeyi Söndürür
Öfkeyi yenmenin yollarından biri de bulunduğu yeri değiştirmektir. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) öfkelenen kimselere şu tavsiyeler de bulunmuştur: “Biriniz öfkelendiği zaman ayakta ise hemen otursun. Öfkesi geçmezse yatıp uzansın.”[7]
Öfkeyi yenmenin diğer bir yolu elleri ve yüzü yıkamaktır. Öfkelenmek vücuttaki harareti artırır ve sinirlerimizi gerer. Öfkelendiğimiz zaman el ve yüzümüzü yıkamak, abdest almak veya duş almak sinirlerimizi rahatlatır ve üzerimizdeki gerginliği alır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) “Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülür. Biriniz öfkelendiği zaman hemen kalkıp abdest alsın”[8] buyurmuştur.
Gerçek Yiğit Öfkesini Yenendir
Öfkeye hâkim olmak, güzel ahlâktandır. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) öfkesine sâhip olabilen kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Gerçek yiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hâkim olabilen kimsedir.”[9]
İşte bu yiğitlerden biri de Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)dır. Zîrâ Allâh’ın arslanı Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh) bir savaş esnasında düşmanıyla epeyce vuruşarak sonunda onu yere yıkıp öldürmek üzereyken, o düşman askeri Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh)ın mübarek yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh) düşmanını bırakarak ayağa kalktı: “Yürü git, seni öldürmekten vazgeçtim, serbestsin” dedi. Düşmanı bu duruma şaştı: “Beni altedip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin. Seni ne alıkoydu?” diye sordu. Hazret-i Ali (Radıyallâhu Anh) şöyle cevap verdi: “Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah’ın rızâsını kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah rızâsı için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım. Bunu duyan adam, bu büyük asâlet ve ince anlayış karşısında îmân ederek Müslümanların safına katıldı.[10]
Ebû Hanife (Rahimehullah)ın Başından Geçen Bir Hâdise
Öfkeyi yenmenin güzel neticeleri ile ilgili rivâyet edilen hâdiselerden biri de mezhep imamımız İmam A‘zam Ebû Hanife (Rahimehullah)ın başından geçen şu hâdisedir: Bir adam, İmam A‘zam Ebû Hanîfe (Rahimehullah)a kin beslemekte ve haset etmekteydi. Bu kişi bir gün hıncını alamayarak ortada hiçbir sebep yokken Ebû Hanîfe (Rahimehullah)a bir tokat attı. Ebû Hanîfe (Rahimehullah) ise muhatabına bakarak onun hiç beklemediği şu cevabı verdi: “Senin tokadına ben de bir tokatla karşılık verip sana bu hareketinin cezasını verebilirim. Buna gücüm yeter, ama bunu yapmayacağım. Seni cezalandırması icin halifeye şikâyet edebilirim, fakat bunu da yapmayacağım. Bana yaptığın bu kötülüğü, Allah Teâlâ’ya şikâyet edebilirim, fakat bunu da asla yapmayacağım. Mahşer günü senden benim intikamımı almasını Allah Teâlâ’dan isteyebilirim. Ancak o dehşetli günde seni böylesine zor bir durumda bırakmak da istemiyorum. Kıyamet şu anda kopsa ve bu sözlerim, senin hakkında bir şikâyet olarak kabul edilse derhal sözümü değiştirir ve Allâh’a sensiz cennete gitmek istemediğimi söylerim.” Adam İmam A‘zam Ebû Hanîfe (Rahimehullah)ın bu sözleri karşısında dondu kaldı. Kalbindeki düşmanlık ve kıskançlık, yerini muhabbet ve hayranlığa bıraktı. Yaptığı hareketten dolayı pişmanlık duydu. Ebû Hanîfe (Rahimehullah)ın öfke dahi göstermeyerek ortaya koyduğu bu faziletli davranış karşısında eriyen adam onun eline sarılarak affını istedi. Ebû Hanîfe (Rahimehullah) ise adamı affetti ve Allah Teâlâ’ya bağışlanması için dua etti.[11]
Dipnotlar
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 134.
[2] Müslim, Birr, 7.
[3] Buharî, Edeb, 76.
[4] Müslim, Birr, 109.
[5] Tirmizi, Birr, 73.
[6] Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, 447.
[7] Ebû Dâvûd, Edeb, 4.
[8] Ebû Dâvûd, Edeb, 4.
[9] Müslim, Birr, 107.
[10] Mesnevî, c.1, Beyt: 3721.
[11] İbni Hacer el-Heytemi, Hayrât’ül-Hisân, s. 66.