Allah dostlarının (Kaddesallâhu Esrârahum) hayatlarını okumak, onların ahlâkıyla ahlaklanma menziline giden yolda bir delâlet remzi, ibret ve nasihat vesilesidir.[1] Süfyân ibni Uyeyne (Rahimehullâh) şöyle buyurmuştur: “Salihler zikredildiğinde rahmet iner.”[2] Onları zikretmek, onların ruhlarından istimdâd etmeye bir vesiledir.[3]
Evliyâullâh kalbe en faydalı şeyin salihleri zikretmek olduğunu söylemişlerdir.[4] Onların sözleri kalp hastalıklarının ilacı, nazarları ve manevî illetlerin şifasıdır. Mükemmel teveccühleri, salikleri dünya ve ahiret alâkasından halâs eder. Şeyhülislâm el-Heravî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “İlâhî! Sen velî kullarını nasıl bir şekilde yarattın ki, onları tanıyan seni bulur, seni bulamayan ise onları tanıyamaz.”[5] Seyyid-i Tâife Cüneyd-i Bağdâdî’ye (Kuddise Sirruhû): “Salihlerin zikretmekte bir fayda var mıdır?” diye sorulduğunda: “Evet! Vardır” buyurduktan sonra şu ayet-i celîleyi okumuştur:[6]
وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِه۪ فُؤٰادَكَۚ ﴿
﴾ وَجَٓاءَكَ ف۪ي هٰذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ
“O (ümmetleri tarafından inkârla karşılanıp, büyük eziyetlere maruz kalmış bulunan kıymetli) peygamberlerin haberlerinden her birini, o kendisiyle senin gönlüne (sabır ve) sebat vereceğimiz şeyleri böylece sana peş peşe anlatmaktayız. İşte bu (sûrenin kıssaları)nda sana, o (yaşanmış pek çok) hak (ve hakikatleri ihtiva eden bilgiler), büyük bir vaaz(u nasihat), inananlar için de iyi bir öğüt gelmiştir.”[7]
Silsile-i Sâdât’ın (Kaddesallâhu Esrârahum) yirmi ikinci halkası hakîkat ve yakînin delili, mukaddes nefesler ve manevî fütûhât sahibi Mevlânâ Hâcegî Muhammed Emkenegî (Kuddise Sirruhû) hazretleridir. Hâcegî (Kuddise Sirruhû) hazretleri peygamberlerin ilimlerinin varisi olduğuna ve mekânetinin büyüklüğünde ittifak edilmiş bir zattı.
Halefin seleften kazandığı nice marifetlere sahip oldu. Harikulâde faziletleri, makamları, sırları ve manevî zevkleri elde etti. Bütün hayatı boyunca kalpleri gaflet uykusundan uyandırmak için çalıştı. Onun himmet nuru ile bu yol aydınlandı ve insanlar dört bir yandan onun nurundan istifade etmek için koşarak sohbetine eriştiler. Kapısı arifler kervanının konakladığı bir yer, salihlerin ve muttakilerin kalplerinin kıblesi ve müritlere himmet kaynağıydı.[8]
Dünyayı Teşrîfi ve Yetişmesi
Hâcegî Emkenegî (Kuddise Sirruhû) 918 (1512) yılında Semerkant‘ın[9] Emkene kasabasında dünyaya geldi.[10] Bundan dolayı Emkenegî ve Semerkandî nisbeleriyle anılmaktadır. Emkene kelimesine Fârisî nisbet “yâ”sı bitiştiğinde kurallara göre bu şekli almıştır. Silsile-i Aliyye’nin (Kaddesallâhu Esrârahum) yirmi birinci halkası olan Mevlânâ Derviş Muhammed (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin oğludur. Küçük yaşlardan itibaren ilim öğrenmeye başlayan Hâcegî Emkenegî (Kuddise Sirruhû) Buhara ve Semerkand’ın tanınmış ilim erbabından ders aldı.
Zahirî ilmini irfan ile cem eden Hâce hazretleri (Kuddise Sirruhû) çok yüksek faziletler elde etti. Allah (Celle Celâluhû) ona rahmet deryasından ikramlarda bulunarak onu ruhaniyet âleminde rehber kıldı.[11] Hem şeyhi hem de babası olan Mevlânâ Dervîş Muhammed (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin hüsn-i terbiyesinden geçerek kendisi kemale ermiş, başkalarını da kemale erdirmiştir.[12]
Mevlânâ Hâcegî Emkenegî (Kuddise Sirruhû) hazretleri bütün ömrünü din-i mübin-i İslâm’a hizmetle geçirdi. Birçok talebe yetiştirerek dört bir tarafa gönderdi. Bir gün talebeleri ile dikenlik bir yerden geçiyorlardı. Ayakkabısı olmayan bir talebesinin ayağına diken battı. O kimse buna rağmen hocasının peşinden ayrılmıyor, gizlice acı çekerek onun izinden gitmeye devam ediyordu. Onun bu hâlini takdir eden Mevlânâ Hâcegî (Kuddise Sirruhû) ona: “Ayağa elem dikeni batmadıkça, gönülde murat gülü açmaz” buyurdu.
Hâcegî (Kuddise Sirruhû) hazretleri, sünnetlerin diriltilmesi ve bidatlerin yok edilmesi konusunda büyük bir gayret sarf etti. Nitekim Kibrît-i Ahmer[13] cevheri olan Nakşibendiyye yolu sünnete bağlılık üzerine kuruludur. Nakşibendiyye büyüklerine göre hakîkat-ı câmi’a olan kalbin aynasında mâsivâya olan muhabbet sebebiyle oluşan kir ve pas sadece Hazreti Peygamber’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) sünnetine uymakla izale edilir.[14]
İmam Birgivî’nin (Rahimehullâh) Tarîkat-ı Muhammediyye isimli eserinde bildirdiğine göre Seyyid-i Tâife Cüneyd-i Bağdâdî (Kuddise Sirruhû) şöyle buyurmuştur: “Hazreti Peygamber’in (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) izinden gidenlerinki dışında bütün yollar kapalıdır.”
Enes ibni Mâlik’ten (Radıyallâhu Anh) rivayet edildiğine göre Allah Resulü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“مَنْ أَحْيَا سُنَّتِي فَقَدْ أَحَبَّنِي وَمَنْ أَحَبَّنِي كَانَ مَعِي فِي الْجَنَّةِ”
“Her kim benim sünnetimi diriltirse beni sevmiş demektir. Kim de beni severse cennette benimle beraber olur.”[15]
“Zâhid u Dervîş sonra Hâcegî,
Virdi Bâkîbillâh’a feyz-i bâkî…”[16]
Mevlânâ Muhammed Bâkîbillâh (Kuddise Sirruhû) hazretleri bir gün vakıada Mevlânâ Hâcegî Emkenegî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini gördü ve: “Ey Oğul! Senin yolunu gözlüyorum!” dediğini işitti. Bunun üzerine onu bulup sohbeti ile şereflenerek birçok kemâlâta kavuştu ve elde ettiği kemâlâtı onun eliyle tashih ve tasdik ettirdi. Gördüklerini orada gördü, kavuştuklarına orada kavuştu. Çok kısa zamanda Nakşibendiyye yolunun nisbetiyle şereflendi ve Hâcegî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinden hilâfet ve icazet aldı.[17]
Hâcegî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin müridânı ona Muhammed Bâkî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin kısa zamanda bu makamları elde etmesinin hikmetinden sorduklarında şöyle cevap verdi: “Dostlarım bilsinler ki, bu gencin işini tamamlayıp buraya, bizim yanımıza gönderdiler. Yanımıza bahusus hallerinin kontrolü için geldi. Öyle gelen böyle gider.”[18]
Keramet, peygamberlik iddiasında bulunmayan bir şahıstan harikulâde bir şeyin zuhûr etmesi demektir.[19] Kurân (en-Neml 27/38; Âl-i İmrân 3/37; el-Kehf 18/16-26 vb.) ve Sünnet’te (Buhârî, İcâre 12; Müslim, Birr 8 vb.) kerametin birçok somut örneği bulunmaktadır. Allah dostlarının keramet göstermeleri haktır.[20] Resûlüllah’a (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ittibayı ilke edinen bu büyüklerin kerametleri, Hazreti Peygamber (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) hakkında birer mucize mahiyetindedir.[21]
Mevlânâ Hâcegî Emkenegî (Kuddise Sirruhû) ziyadesiyle keşif ve keramet sahibiydi.[22] Mevlânâ Hâcegî (Kuddise Sirruhû) Muhammed Bâkîbillâh (Kuddise Sirruhû) hazretlerine şöyle demiştir: “Hindistan’da bir zat çıkmıştır. Bu zat zamanının kutbu olacak ve fütûhâtları senin elinle gerçekleşecek. Bir an önce onu bulmalısın, çünkü ehlullah onun gelişini beklemektedir.” Bunun üzerine Muhammed Bâkîbillâh (Kuddise Sirruhû) Hindistan’a giderek İmam-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerini bulmuş ve ona bu bahsedilen zatın o olduğunu bildirmiştir.[23]
Mevlânâ Hâcegî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin Ebu’l-Kâsım isminde bir oğlu vardı. Bu zat aynı zamanda onun halifesiydi. Mektûbât’ta İmam-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin bu zata gönderdiği bir mektup bulunmaktadır. İmam-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû) bu mektupta Mevlânâ Hâcegî Emkenegî (Kuddise Sirruhû), Mevlânâ Derviş Muhammed (Kuddise Sirruhû) ve Mevlânâ Muhammed Zâhid (Kuddise Sirruhû) ile alakalı bazı beyanlarda bulunmuştur.[24]
Mevlânâ Hâcegî (Kuddise Sirruhû) hazretlerinin halifeleri oğlu Hâce Ebu’l-Kâsım ile beraber on kişiydi. Mevlânâ Muhammed Bâkî (Kuddise Sirruhû) dışındakiler şunlardır: Hâce Büzürğ Kemed Sebzî’nin oğlu Hâce Hâşim, Hâce Muhammed Sâbır’ın oğlu Hâce Muhammed Yahya, Hâce Ammek diye maruf olan Hâce Ahmed, Mevlânâ Muhammed Sa’îd, Hâce Abdülazîz, Hâce Hayruddîn, Mevlânâ Sûfî Aliâbâdî, Hâce Latîf Kemend Bâdâmî.[25]
Mevlânâ Hâcegî Emkenegî (Kuddise Sirruhû) hazretleri 1008 (1599) yılında Emkene’de doksan yaşındayken vefat etti.[26] Hayatının sonuna doğru şu şiiri okurdu:
“Ölümü hiç unutmam, göz önünde tutarım,
Bugün bilmem ne ile karşılaşırım.
Aman, Rabbimden bir an ben uzak kalmayayım,
Bundan başka ne olsa, her şeye razıyım.”[27]
Dipnotlar
[1] Saçaklızâde, Muhammed b. Ebî Bekr, Tertîbü’l-‘Ulûm, Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1988, s. 190; Taşköprîzâde, Ahmed b. Mustafâ, Miftâhu’s-Sa’âde, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye, 1. Baskı, Beyrut 1985, I/259
[2] Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdillah, Hilyetü’l-Evliyâ’ ve Tabakâtu’l-Esfiyâ’, Dâru’l-Kitâbi’l-’Arabî, Beyrut VII/285; el-Bağdâdî, el-Hatîb Ahmed b. Alî, Târîhu Bağdâd, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, III/249; el-Kâdî ‘İyâd, Ebu’l-Fadl b. Musa, Tertîbü’l-Medârik ve Takrîbü’l-Mesâlik, Mağrib I/23. Bkz. İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferac Abdurrahman, Sıfatu’s-Safve, Dâru’l-Marife, Beyrut, I/45
[3] Taşköprîzâde, Ahmed b. Mustafâ, eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut, I/463
[4] es-Sehâvî, Şemsüddîn, el-Menhelü’l-’Azbi’r-Ravî, I/40
[5] İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, I/111 (106. Mektup)
[6] el-Kuraşî, Muhyiddîn, el-Cevâhiru’l-Mudiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, Mîr Muhammed Kütüb Hâne, Karaçi, I/450
[7] Hûd Sûresi: 120
[8] el-Hânî, Abdülmecîd b. Muhammed, el-Hadâiku’l-Verdiyye, thk. Muhammed Hâlid el-Harse, Dâru’l-Beyrûtî, 1. Baskı, Dimaşk 1997, s. 530
[9] Semerkant, Özbekistan sınırları içerisinde yer alan, Soğd nehrinin güney kıyısında yüksek bir yerde kurulmuş olan tarihî bir şehirdir. İbn Havkal, Muhammed Ebu’l-Kâsim, Sûratü’l-Arz, Dâru Sâdir, II/492
[10] Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-Evliyâ, İstanbul 1318, s. 90
[11] en-Nakşibendî, Necmüddîn b. Muhammed, Hulâsatu’l-Mevâhib, haz. İbrahim Tozlu, Semerkand Yay., 15. Baskı, İstanbul 2015, s. 239
[12] el-Kevserî, Muhammed Zâhid b. el-Hasen, İrğâmü’l-Merîd, el-Mektebetü’l-Ezheriyye, 1. Baskı, s. 53; Ferîdüddîn Attâr, Tezkiratü’l-Evliyâ, haz. M.Z.K., Seha Neşriyat, Ankara, s. 295
[13] Kibrît-i Ahmer’in, nesnelere dokundurulduğunda onları altına çeviren bir madde olduğu söylenmektedir. “Kibrit” ve kırmızı anlamına gelen “ahmer” kelimelerinin sıfat-mevsuf ilişkisiyle oluşturduğu bu deyim Araplarda çok kıymetli şeyler için kullanılır. er-Râzî, Muhammed b. Ebûbekir, Muhtâru’s-Sıhâh, “k-b-r” md., el-Mektebetü’l-’Asrıyye, Beyrut 1999, I/186; İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerram, Lisânü’l-‘Arab, “k-b-r” md., Dâru Sâdir, Beyrut, V/125
[14] İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, I/51 (37. Mektup), I/56 (42. Mektup)
[15] Tirmizî, İlim 16
[16] Mustafa İsmet Garibullah, Risâle-i Kudsiyye, trc. Mahmud Ustaosmanoğlu, Siraç Yay., İstanbul 1995, s. 686
[17] Muhammed Fadlullah el-Fârûkî, Umdetü’l-Makâmât, çev. Süleyman Kuku, Damra Yayınları, s. 82
[18] el-Kişmî, Muhammed Hâşim, Zübdetü’l-Makâmât, trc. Süleyman Kuku, Berekât Yay., İstanbul 2015, s. 23
[19] el-Cürcânî, es-Seyyid eş-Şerîf, et-Ta’rîfât, thk. Muhammed abdurrahman el-Mar’aşlî, Dâru’n-Nefâis, Beyrut 2003, s. 256
[20] en-Nesefî, Ebu’l-Berakât, el-Akâidü’n-Nesefiyye, (Mecmûatü’l-Mütûn içerisinde) Fazilet Neşriyat, s. 9; et-Tahâvî, Ebû Ca’fer, el-’Akîdetü’t-Tahâviyye, Dâru İbn Hazm, s. 31; Ebû Hanîfe, Nu’mân b. Sâbit, el-Fıkhu’l-Ekber (el-’Akîde ve ‘İlmü’l-Kelâm min A’mâli’l-İmâm Zâhid el-Kevserî içerisinde), thk. Muhammed Zâhid el-Kevserî, Dâru’l-Kütübi’l-’İlmiyye, Beyrut, s. 622
[21] et-Taftâzânî, Mes’ûd b. Ömer, Şerhu’l-‘Akâid, s. 91; Ayrıca bkz. er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer, et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, Beyrut 1420, XXI/437; el-Kelâbâzî, Ebûbekir Muhammed, et-Ta’arruf li mezhebi Ehli’t-Tasavvuf, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, I/73
[22] Hocazâde, Hadîkatü’l-Evliyâ, s. 90
[23] en-Nebhânî, Yusuf b. İsmail, Câmi’u Kerâmâti’l-Evliyâ, Merkez-i Ehl-i Sünnet Berakâti Rızâ, Porbandar 2001, s. 307
[24] Bkz. İmam-ı Rabbânî, Mektûbât, I/156 (180. Mektup).
[25] el-Fârûkî, Umdetü’l-Makâmât, s. 80
[26] Hocazâde, Hadîkatü’l-Evliyâ, s. 90
[27] el-Fârûkî, Umdetü’l-Makâmât, s. 80