Bir şeyi tam manasıyla bilebilmek, anlayabilmek veya künhüne vakıf olabilmek mümkün müdür? Çünkü hâdis olan şeylerin diğer şeylerle alâkası ve bağı olduğundan, bir şeyi tam manasıyla bilmek iddiasında bulunmak, her şeyi bilmek iddiasını ortaya atmak demektir. O zaman bir şeyi bilmek için her şeyi bilmek gerekmektedir. Böyle bir şey mümkün müdür?
İlim; lügatte bir şeyi bilmek, hakikatini idrak etmek, anlamak ve tanımak manalarına gelmektedir. İlmin lügavî manalarını bilmek bu çetin işte bize pek de yardımcı olacağa benzemiyor. Bununla beraber, sadece lügat manasıyla dahi ilmin ne kadar büyük bir iddia ve ne kadar önemli bir iş olduğu görülmektedir.
Mutlak olarak var olma hakkı sadece Allah Te‘âlâ Hazretlerine aittir. Onun dışında olan her şeyin varlığı mukayyeddir; yani mahlûkatın varlığı, yoklukla beraberdir. Diğer bir ifadeyle, varlıkları ile yoklukları eşittir. Mahlûkat bir var, bir yoktur, ya da hem var, hem yoktur. İnsan da bu mahlûkatın içinde olduğundan, onun da varlığı ve yokluğu müsavidir. İnsanın kendisi mutlak hâlde var olamıyorsa, sahip olduğu ilim nasıl tam olabilsin!
Bu meseleyi izah sadedinde kendisine nisbet edilen bir sözde, Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh) ne güzel buyurmuş: “İdrakin aczini idrak; idraktir.”
İnsanın ilim ve idrakinin (anlayışının) hakikati anlamada âciz/yetersiz olduğunu idrak etmesi (anlaması) ilimdir. Yani gerçek manasıyla bilmek ve anlamak, bilememenin farkında olmaktır.
Eserlerinde Hazreti Ebû Bekir (Radıyallâhu Anh)ın yukarıda zikredilen sözünü bize hatırlatan Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in, bu manayı izah için yazdığı “anlamak” isimli şiirde ifade ettiği gibi:
“Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var,
Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var.”
Allah Te‘âlâ Hazretlerinin ilmi sonsuz olduğundan; O’nun ilmine ait en basit şeyi dahi bilme iddiasında bulunmak zordur. Kâinatta hiçbir şey tam manasıyla bilinemez. Ancak Allah Te‘âlâ’nın kalbe ilham etmesiyle haberdar olunur.
İlme Kıymet Vermek ve İlimle Kıymetlenmek
Mevlâ Te‘âlâ’nın elçileri, onlara tabi olanlar ve Allah dostlarının hâli başkadır. Allah Te‘âlâ ile beraber olanların hem kendileri, hem de bu beraberlikten elde ettikleri ilimleri tamdır. Bu tamlık beraberliğe nispetledir. Kul rabbiyle beraber olduğu zaman, ilmi ve sahip olduğu her şeyi tam olur. Büyük âlim Ali Kuşçu’nun şu misalinde olduğu gibi!
Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’a davet edilen Ali Kuşçu, Sultan’ın iltifatına mazhar olmuş ve kendisinden yeni açılan Sahnı Seman medresesinin ilmi açıdan düzenlenmesi istenmiştir.
Bir külliyenin müfredatını kuracak derecede ilmi seviyesi üstün olan Ali Kuşçu, İstanbul’a gelmeden önce namını duyduğu Molla Abdurrahman Cami Hazretlerini ziyaret etti. Amacı iyi bir astronomi eğitimi aldığını duyduğu Molla Cami ile bu konularda müzakere yapmaktı.
Kendisi de astronomi ilminde ehil olan Ali Kuşçu, Molla Cami’ye astronomi ilmine dair güç ve zor sorular sordu. Molla Cami sorulan soruların hepsini, en ince ayrıntılarına kadar ayrı ayrı cevapladı. Ali Kuşçu, Molla Cami’nin astronomi ilmine dair verdiği cevaplara hayran kaldı. Sonra Molla Cami Hazretleri, Ali Kuşçu’ya dönerek: “Sizin ilim hazinenizde bundan daha üstün bir nesne yok mudur?” sözleriyle lâtife etti. Ali Kuşçu ise daha sonra bu hadiseden bahisle; “Molla Cami ile karşılaştıktan sonra, ondaki ilimlerin normal yol ile elde edilen ilimlerden olmadığını ve bunların Allah Te‘âlâ’nın ona bir ihsanı olduğunu anladım” demekten kendini alamadı.
Molla Cami’nin Ali Kuşçu’yu hayran bırakan tarafı; zahiri dışında, bâtınî yönünün de çok kuvvetli olmasıdır. İlme ve ulemaya çok düşkün olan Fatih Sultan Mehmet Han, namını işittiği Molla Abdurrahman Cami Hazretlerini de İstanbul’a davet etmiştir. Bu davete icabet etmek için hazırlıklara başlayan Molla Cami Hazretleri, Fatih’in vefat haberini alınca İstanbul seyahatinden vazgeçmiştir.
Unutmamalıdır ki ilim; amel edildiğinde ve bâtınına nüfûz edildiğinde kıymetlidir. Sahibini Mevlâ Te‘âlâ’nın katında kıymetli kılan ilim de ihlâs ve amel birlikteliğiyle ihata edilen ilimdir.